22 Şubat 2012 Çarşamba

Cahilliğimiz için hakikaten özür dilerim(!)...


Cahilliğimiz için hakikaten özür dilerim(!)...

Daha önce farkındaydım aslında... Farkındaydım ama ne zaman CED toplantısına gittim ve sunum başladı o zaman akılsız kafama dank etti. Bu toplantı tamamen süreçleri tamamlama toplantısıdır diye... İş çoktan bitmiş, karar uygulamaya sokulmuş, bu toplantı da “gaz” alma toplantısıdır... Hemen mekanı terk ettim! Çok güzel sunumdu ama...

Terk ettim çünkü, yat otoparkının bir parçası olmak istemedim... Yat otoparkının mezesi olmaya ne gerek vardı ki... Sonra 21 Şubat'ta ÇTSO bir basın toplantısı yaptı. 22 Şubat'ta da gazetelerde yayınlandı. Her şey 24 Ocak kararları gibi apaçık ortadaydı...

Bir;

Biliyoruz ki limanlar, mendirekler aynı zamanda balıkların güvenle barındıkları, yumurtalarını bırakıp üredikleri, denizin ekosistemine katkı sunan deniz yapılarıdır. Dünyanın her yerinde limanlar deniz kıyısında yapılır. Gerek ülkemizde gerekse denize kıyısı olan bütün dünya ülke anayasalarında buna aykırılık yoktur.”

Atlamışım... Özür dilerim... Bu gerçekleri görmemezlikten gelmişiz... (Zekamız ve bilgimiz de yetmemiş olabilir.) Bizleri bu mutlak gerçeklerle bir kez daha aydınlatmış oldunuz. Kordondaki yat limanı tam bir akvaryum. Hangi balığı canınız çekiyorsa, balıkçıya hatta balıkhaneye gitmeden yat limanından ihtiyacınızı görebilirsiniz. Balık kaynıyor. Bu gerçeği de ÇTSO'nun düzenlediği basın toplantısından sonra öğrenmiş olduk!

Biz salak gibi hep balıkhaneye gidip, olmayan paralarımızla boşuna balık alıyormuşuz. Hatta balıkhane esnafı bizi (Lüferi bu yıl 70-80 liraya sattılar. Zaten alıcısı değildik) kazıklamış. Yat limanından kolaylıkla alırmışız. Zaten babaannem hep söylerdi; “işten değil dişten artar” diye... Biz hep yedik!

Ekosistemin bir numaralı düşmanıymışım... Yeni fark ettim... Sadece bu değil... “Dünyanın her yerinde limanlar deniz kıyısına yapılır” gerçeği ise suratımda patlayan bir şamar gibi beni kendime getirmeye yetti. Hatta biraz da geçti...

Akıl sağlığıma kavuştum! Binlerce kez teşekkürler...

Yer seçimi yanlış diyenlerin eleştirilerine saygı duymakla birlikte, sürece yapıcı katkı sağlanabilmesi için doğru yer önerilerini proje kriterleriyle birlikte ortaya koyarak kamuoyu bilgisine sunmaları gerektiğini düşünüyoruz.”

Acaba ben mi durup dururken yat-otoparkı yapalım dedim diye düşünüyorum. Hoş, ben niye düşüneyim ki... Düşünmek için akıl gerekir. Akıl sende bende olmaz. Buna kredibilitemiz yetmez.

İki;

Ben, sen, o, biz, siz onlar... Bunlar şahıs zamiri olarak adlandırılır. Siz daha iyi bilirsiniz ya, neyse... Hatta ÇTSO daha da iyisini bilir... Bu zamirler bitmez. Pek çok türü vardır.

“Sen kimsin?” ya da “Siz kimsiniz?” demeniz arasında bir fark yoktur. Önemli olan söylemdeki vurgudur. Sonuç zamirle falan değişmez. Aldığımız imla dersi için de ayrıca teşekkür ederiz. Bunun için bir basın toplantısı yapmanıza gerek yoktu. Çıkarırdınız bir Türkçe öğretmenini televizyona, bize ders verirdi. Biz de ağzımızın payını alırdık. Hem de iyi alırdık!

Ben bedenimle ruhumla Çanakkaleliyim. Bu şehirde yaşıyorum. Gücümün yettiğince bu şehre bir işadamı, bir müteşebbis olarak yatırımlar yapıyorum. Eserler kazandırıyorum.” Bu cümleye kim itiraz edebilir ki? Sadece benim gibi aklı, fikri yüzde on seviyelerinde olan biri itiraz edebilir. Ne ulvi işler yapıyorlar. Yuh bana... Bunları yaparken akıllarında dedikleri gibi sadece kent var. Bu kentle “duygusal” bağları var. Anlayana... “Eserler kazandırıyorum” lafı bana çok ağır geldi. Altında ezildim. Durup dururken hatta rüyalarında hep aynı mevzu: “ulan bugün bu kente nasıl bir eser kazandırayım?” cümlesi. Bizlerin anlamadığı bu. Bak şimdi, çok duygulandım... Lakin ben “duygusal” bir adam değilim... “...yatırımlar yapıyorum.” kısmı anlaşılmamıştır.

Üç;

Mendireğin boyu önemli değil. Yeter ki gemi trafiğini engellemesin. Lüfer yolunu bulur.” Bu cümle için söyleyebileceğim hiç bir şey yoktur...


İşlevi mutlaka önemlidir...

Dört;

Projeye 4 gün içinde 10 binin üstünde imza ile destek veren bütün Çanakkalelilere Odamız ve yönetim kurulumuz adına teşekkür ediyoruz.” Niceliği fark edebiliyor musunuz? 10 bin değil, 10 binin üstü... Bir yılda değil, sadece 4 günde! Tanrı bile dünyayı 7 günde yaratmışken... Şu güce bakın! Tırstınız... Ezildiniz de mi?

Sokrat tek başınaydı... Galileo da...

Filmin adı; Mister Smith Vaşington'a gidiyor... (Mr. Smith Goes to Washington) Bu filmi tüm ÇTSO üyelerinin izlemesini şiddetle öneriyorum. Ben anlamadım. Seyredip bana anlatırlarsa -anlatmayıp basın toplantısı düzenleseler de olur- çok sevinirim. Sizlerden böyle bir şey istediğim için de ayrıca çok mahcubum...

Beş;

“Karanlık Liman bölgesine yat limanı yapılırsa kimse buraya gelmez. Yat limanları her zaman şehir içerisinde olmalıdır. Bunu biz yaratmadık. Öncelik şehir içerisine gelir. Yer yoksa limanlar şehir dışarısına yapılır”

Haklı... Pişmiş aşa su katmak bizim hıyarlığımız... Yalnız yine de aklıma bir şey geldi. Eskiden oto galerisi Cumhuriyet Meydanı'ndaydı şimdi yapılacak yat otoparkına bile 7 kilometre uzakta... Buna rağmen peynir ekmek gibi araç satılıyor. Bir sıkıntı yok. Hatta ben bile almaya kalkmıştım da... Neyse burası pek özel oldu.

Bu beş maddeyi satır aralarında okuyunca yat otoparkının sadece uygulamada yapılmadığını anlamış oldum...

Benim tüm mal varlığım, bu basın toplantısını düzenleyen herhangi bir ÇTSO üyesinin cebinden çıkaracağı alelade bir banka kartının limitinden çok daha azdır. Hatta bir oran vermek gerekirse onda biri falandır. Sanırım bu yüzden anlamakta sıkıntı çekiyor olabilirim. Hatta zekam da aynı oranda yerlerde sürünüyor olabilir. Lakin tüm bu “çıplak” gerçekleri suratıma vurmak zorunda mısınız? Beni ezdiniz, bitirdiniz... Kahroldum! Her şeyi siz bilirsiniz, biz de uyarız...

Emredersiniz!

-geMici-

BATI-feneri ÇAKMAYA DEVAM EDİYOR...

20 Şubat 2012 Pazartesi

Çanakkale İçinde Yalan Rüzgarları


Çanakkale İçinde Yalan Rüzgarları

Bir: Yat-otoparkı yapılınca esnaf kazanacak…

İddia bu! Erhan Tez esnafsa buna hiçbir itirazım yok! Hatta desteklediğim bile söylenebilir. Hatta kendisine “ben solcuyum, sosyal demokratım” demesine bile itirazım olmaz. (Ayrıca böyle bir şey dedi mi merak ediyorum. Zaten beni bu meraklar öldürecek… :)) Lakin Erhan Tez bir avukat! Avukatlar da ticaret yapabilir –baronun kurallarına uygun mu bilmem- lakin mevcut durum ve konum komşu arsa mevzusu gibi duruyor. Tesadüf ya da değil. Erhan Tez’in müthiş öngörüsü olarak da tanımlayabilirsiniz. Ama tanımlayamayacağımız bir şey var! Sayın Erhan Tez’in mevcut koşullarda ciddi çıkarları olduğu gerçeği… Peki, aynı yerde sizin bir arsanız olsaydı Erhan Tez gibi davranmaz mıydınız? Büyük bir olasılıkla “evet…” Soru şu? Erhan Tez’in çıkarları mı yoksa kentin geleceği mi?

İyi karar verin…

Peki, gerçekten esnaf kazanacak mı? Ve nasıl kazanacak? (Esnaf olmadığım için bilmemem gayet normal.)
Tekel ürünü mü alacaklar bayiden ya da bakkala girip “ağabeycim şuradan bana bir paket makarna ver” mi diyecekler… Yutarsanız “evet…” Yerseniz yani… Yok böyle bir şey… Kimse sizden alış veriş yapmaz! Yatçılar alışverişini ya yat-otaparkındaki “freeshop”tan ya da “shipshander” aracılığıyla gümrüksüz tekneden tekneye yaparlar…

Senin cebinde 100 dolar var. Bununla 2 şişe absolet votka mı almak istersin yoksa 12 şişe litrelik absolut votka mı? Yatçılar da öyle düşünüyor ve gümrüksüz alandan alışveriş yapıyorlar. 12 şişe alıyorlar… Bizim gibi kazıklanmıyorlar. Heveslenmeyin siz alamazsınız! Buna GÜMRÜKSÜZ alan deniyor. Sıkı sıkıya da vatandaş için kontrol ediliyor… Tabii bir yat-otoparkınız yoksa… Varsa zaten sorun yok!
Esnaf kazanacakmış… Bunu söyleyen ben değilim, proje sahipleri… Ben salağım, esnaf nasıl kazanacak bana mutlaka Bülent ağabeycim anlatır. Umarım yani…

Yatıyla gelen adam otelde mi kalacak? Hayır… (Kalıyorsa salaktır. Yatlar zaten beş yıldızlı konfor için dizayn edilmişlerdir.) Otelciler havasını alır…

Otelciler iyi düşünün… Size müşteri olan bir yatçıyla bugüne kadar karşılaştınız mı? Eğer karşılaştıysanız o mutlaka “kaçamak” yapmıştır. Bu da çok ekstrem bir durumdur… (Tekneye atmak varken ne işi var otelde) Acaba Muzaffer Bayraktar’ın Adatepe’deki tesislerine kaç tane yatçı geldi? Bu kadar taraftar olmasının “ortaklık” dışında bir sebebi olmalı… Bu iş sadece turizmle açıklanamaz! Ayrıca kimse “yat-otoparkına” karşı değil. Benim karşı olmamın bir tek nedeni var o da YERİ…. Kentin ortak kullanım yerinin katline….
Bir yatçı restauranta ya da lokantaya gider mi? Giderse kaç kere gider? Ben hemen cevap vereyim; asla gitmez! Zaten yeterince “lüfer” stoku dipfrizlerinde vardır. De mi Bülent ağabeycim…

İyi karar verin…

İki; kent yeni ve muhteşem bir mekan kazanacak…

Evet, doğru! Sizin yani kentlinin asla kullanamayacağı bir mekan! Hatta uzaktan bile bakmaya izin verilmeyen harika bir mekan olacak!

Katınız vardır belki ama yatınız var mı? Olsa bile Uluslararası Denizcilik Örgütü (International Maritime Organisation) kuralları içerisinde ve de vasıflarını taşıyor mu? Google’a IMO yazın ve sonuçları görün…
Bakalım esnaf nasıl kazanacak? Sizin bir yatınız olsa ki, olamayacağını ticaret burjuvazinin dışında hiç kimse bilmiyor. Onlar olabileceğini düşünüyor. -nedense-Sanırım bizim ve sizlerin bilmediği bir ekonomik gerçeği bize bu yat-otoparkını tezgahlayanlar biliyor ki, bilgilerini paylaşırlarsa sevinirim. Paylaşmayacaklarını şimdiden söyleyeyim... Zaten bu da konu dışı... Acaba Çanakkale esnafı hatta ÇTSO üyesi olanlar bu işten ne kazanacak?

Cevabı biliyorum: Rakamla “0” yazıyla “sıfır.”

Üç, çevreyi koruyoruz. Hatta CED Raporu bile almak üzereyiz… 

Lüfer bize teşekkür(!) edecek…
Sonuç: Ya Çanakkale’nin “siz kimsiniz?” sermayesine yem olacağız ya da aklımızı başımıza alıp kentimizi geleceğe taşıyacağız…

Karar kentin!

Karar Çanakkale’nin…

-geMici-

BATI-feneri ÇAKMAYA DEVAM EDİYOR…

NOT: İş dönüp dolaşıp Belediye Meclisinin önüne gelecek! Şimdi onlar bu konuda net tavırlarını ortaya koymak zorundalar. Kim el kaldıracak, kim onaylayacak, kim terk edecek hep birlikte göreceğiz… Sanırım mecliste de baya bir ÇTSO üyesi var! Evet beyler bayanlar söz sizde… Sahne sizin…

Lakin bu süreç biraz zor bitecek... Haftaya “Tez elden Erhancığım” mutlaka Aynalı Pazar edinin ve okuyun...

17 Şubat 2012 Cuma

“Siz kimsiniz?”

Biz birer HİÇİZ...

Öyle bir kimlik sorusu sormuşsunuz ki, cevabı hem var hem yok. Biz bir koca “HİÇ”iz… “Hiç” deyince aklıma geldi. Büyük(!) adamın biri - siz deyin ki Vali, Ormancı, milletvekili, müsteşar v.s. Ben diyeyim ki komprador burjuvazinin teki- Anadolu’nun uzak bir köyüne gidiyor. Kahveye giriyor. Giriş muhteşem… Herkes ayakta… Yalnızca dervişin biri ayağa kalkmıyor. Büyük(!) adam, doğru ayağa kalkmayan dervişin yanına gidiyor.

“Kimsin sen?” diye soruyor… Bilirsiniz büyük (!) adamın böyle soru sorması memleketimizin bir tür demokrasi(!) geleneğidir. Neyse… Derviş büyük(!) adama bakıyor, “HİÇ” diyor… Büyük adam: “Nasıl HİÇ?” diye tekrar soruyor. Dervişin cevabı aynı “HİÇ…”

Büyük adam kızıyor… Derviş karşı sorusunu soruyor… “Peki, siz kimsiniz beyim?” “Ben mi?” diye cevaba hazırlanıyor büyük(!) adam. “ben” diyor “büyük(!) adamım” “Sonra?” “Nasıl sonra?” diye soruyor büyük(!) adam tekrar… “Sonrası var mı? Sonra daha da büyük ve önemli bir adam olacağım. Belki milletvekili…” “Eee?” diye soruyor ısrarla derviş, “sonra?” “Sonra belki başbakan, belki ondan sonra cumhurbaşkanı…” diyor… Derviş ısrarla soruyor; “Eeee, sonra?” “Sonrası?” diyor büyük(!) adam “sonra, sonra HİÇ” diyor…
Derviş dönüyor; “İşte ben o HİÇ-im” diyor… Büyük(!) adamın suratı GÖKKUŞAĞI gibi oluyor…

Demokrasiyi içselleştiremeyenlerin demokrasicilik oynaması kadar komik bir şey olamaz. Maksat antrenman olsun! Burjuvazinin ileri demokrasisi zaten faşizmdir. Bunu ben demiyorum, uygarlık tarihinin tespiti.

Bütün bunlar çelik gibi sinirleri olan, demir yumruklu Bülent abinin demokrasicilik oyununun garip bir cilvesi. Hadi Bülent ağabeycim sen bu oyunu bilirsin ne de olsa ODTÜ mezunusun. Sadece mühendis olman mümkün değil, ODTÜ dediğin –en azından senin devrinde- aynı zamanda “TOPLUM MÜHENDİSİ” de çıkarıyordu. Arada öküz de çıkardığı oluyordu tabi… Devrimin önemli kalesiydi ODTÜ… Mutlaka senin de bulaşıklığın olmuştur, Bülent ağabeycim... (Sana ağabeycim falan diyoruz umarım kızmazsın.) Neyse ağabeycim… Şöyle bir emsallerini taradım o-oo kimler kimler varmış… Adlarını yaz(a)madım sığmadığı için, bir de olur da birini atlarım diye… lakin sen hepsini tanırsın… Biraz düşünsen hatırlarsın. Belki onları sevmezsin, belki de seversin. Unutmuşsundur diye bir not düşeyim dedim. Tabii aradan yıllar yıllar geçti. Dönenler de oldu, ölenler oldu, öldürülenler çok. Unutmak isteyenler de…

Yani Bülent ağabeycim öyle bir yerden mezun olmuşsun ki, mutlaka sana da –az bir parça da olsa- bulaşmıştır diye umuyorum. Ummak da istiyorum açıkçası… Nereden bakarsan bak sen bu “HİÇ”lerden mutlaka bir parça farklısındır.

Lüfer’i bilirsin abi… Hani yılda iki defa boğazdan geçen… Bir aşa, bir yukarı… Izgarası muhteşem olan… Rakıyla yudum yudum yaşanılan lüferi… İşte bu lüfer uçamıyor abi… Onun yoluna YAT OTOPARKI yaparsan –o nasıl kaç yüz metreyse- o lüferi şaşırtırsın. Birkaç komprador burjuvanın yatlarına otopark yapsan ne olur yapmasan ne olur, lüferin canını sıktıktan sonra…

Hepimiz denizde balığız sonuçta…

-geMici-

BATI-feneri ÇAKMAYA DEVAM EDİYOR…
(NOT: Şerif Taytız bu kentte asla var olmayı beceremedi… Var olmak hep istedi. Lakin kent onu hiç sevmedi…)