Cahilliğimiz için hakikaten özür
dilerim(!)...
Daha önce
farkındaydım aslında... Farkındaydım ama ne zaman CED
toplantısına gittim ve sunum başladı o zaman akılsız kafama
dank etti. Bu toplantı tamamen süreçleri tamamlama toplantısıdır
diye... İş çoktan bitmiş, karar uygulamaya sokulmuş, bu toplantı
da “gaz” alma toplantısıdır... Hemen mekanı terk ettim! Çok
güzel sunumdu ama...
Terk ettim çünkü,
yat otoparkının bir parçası olmak istemedim... Yat otoparkının
mezesi olmaya ne gerek vardı ki... Sonra 21 Şubat'ta ÇTSO bir
basın toplantısı yaptı. 22 Şubat'ta da gazetelerde yayınlandı.
Her şey 24 Ocak kararları gibi apaçık ortadaydı...
Bir;
“Biliyoruz ki limanlar,
mendirekler aynı zamanda balıkların güvenle barındıkları,
yumurtalarını bırakıp üredikleri, denizin ekosistemine katkı
sunan deniz yapılarıdır. Dünyanın her yerinde limanlar
deniz kıyısında yapılır. Gerek ülkemizde gerekse denize
kıyısı olan bütün dünya ülke anayasalarında buna aykırılık
yoktur.”
Atlamışım... Özür dilerim... Bu
gerçekleri görmemezlikten gelmişiz... (Zekamız ve bilgimiz de
yetmemiş olabilir.) Bizleri bu mutlak gerçeklerle bir kez daha
aydınlatmış oldunuz. Kordondaki yat limanı tam bir akvaryum.
Hangi balığı canınız çekiyorsa, balıkçıya hatta balıkhaneye
gitmeden yat limanından ihtiyacınızı görebilirsiniz. Balık
kaynıyor. Bu gerçeği de ÇTSO'nun düzenlediği basın
toplantısından sonra öğrenmiş olduk!
Biz salak gibi hep balıkhaneye gidip,
olmayan paralarımızla boşuna balık alıyormuşuz. Hatta balıkhane
esnafı bizi (Lüferi bu yıl 70-80 liraya sattılar. Zaten alıcısı
değildik) kazıklamış. Yat limanından kolaylıkla alırmışız.
Zaten babaannem hep söylerdi; “işten değil dişten artar”
diye... Biz hep yedik!
Ekosistemin bir numaralı
düşmanıymışım... Yeni fark ettim... Sadece bu değil...
“Dünyanın her yerinde limanlar deniz kıyısına yapılır”
gerçeği ise suratımda patlayan bir şamar gibi beni kendime
getirmeye yetti. Hatta biraz da geçti...
Akıl sağlığıma kavuştum! Binlerce
kez teşekkürler...
“Yer seçimi yanlış
diyenlerin eleştirilerine saygı duymakla birlikte, sürece yapıcı
katkı sağlanabilmesi için doğru yer önerilerini proje
kriterleriyle birlikte ortaya koyarak kamuoyu bilgisine sunmaları
gerektiğini düşünüyoruz.”
Acaba ben mi durup dururken
yat-otoparkı yapalım dedim diye düşünüyorum. Hoş, ben niye
düşüneyim ki... Düşünmek için akıl gerekir. Akıl sende bende
olmaz. Buna kredibilitemiz yetmez.
İki;
Ben, sen, o, biz, siz onlar... Bunlar
şahıs zamiri olarak adlandırılır. Siz daha iyi bilirsiniz ya,
neyse... Hatta ÇTSO daha da iyisini bilir... Bu zamirler bitmez. Pek
çok türü vardır.
“Sen kimsin?” ya da “Siz
kimsiniz?” demeniz arasında bir fark yoktur. Önemli olan
söylemdeki vurgudur. Sonuç zamirle falan değişmez. Aldığımız
imla dersi için de ayrıca teşekkür ederiz. Bunun için bir basın
toplantısı yapmanıza gerek yoktu. Çıkarırdınız bir Türkçe
öğretmenini televizyona, bize ders verirdi. Biz de ağzımızın
payını alırdık. Hem de iyi alırdık!
“Ben bedenimle ruhumla
Çanakkaleliyim. Bu şehirde yaşıyorum. Gücümün yettiğince bu
şehre bir işadamı, bir müteşebbis olarak yatırımlar yapıyorum.
Eserler kazandırıyorum.” Bu cümleye kim itiraz edebilir
ki? Sadece benim gibi aklı, fikri yüzde on seviyelerinde olan biri
itiraz edebilir. Ne ulvi işler yapıyorlar. Yuh bana... Bunları
yaparken akıllarında dedikleri gibi sadece kent var. Bu kentle
“duygusal” bağları var. Anlayana... “Eserler kazandırıyorum”
lafı bana çok ağır geldi. Altında ezildim. Durup dururken hatta
rüyalarında hep aynı mevzu: “ulan bugün bu kente nasıl bir
eser kazandırayım?” cümlesi. Bizlerin anlamadığı bu. Bak
şimdi, çok duygulandım... Lakin ben “duygusal” bir adam
değilim... “...yatırımlar yapıyorum.” kısmı
anlaşılmamıştır.
Üç;
“Mendireğin boyu önemli
değil. Yeter ki gemi trafiğini engellemesin. Lüfer yolunu bulur.”
Bu
cümle için söyleyebileceğim hiç bir şey yoktur...
İşlevi mutlaka önemlidir...
İşlevi mutlaka önemlidir...
Dört;
“Projeye 4 gün içinde 10
binin üstünde imza ile destek veren bütün Çanakkalelilere Odamız
ve yönetim kurulumuz adına teşekkür ediyoruz.”
Niceliği fark edebiliyor musunuz? 10 bin değil, 10 binin üstü...
Bir yılda değil, sadece 4 günde! Tanrı bile dünyayı 7 günde
yaratmışken... Şu güce bakın! Tırstınız... Ezildiniz de mi?
Sokrat tek başınaydı... Galileo
da...
Filmin adı; Mister Smith Vaşington'a
gidiyor... (Mr. Smith Goes to Washington) Bu filmi tüm ÇTSO
üyelerinin izlemesini şiddetle öneriyorum. Ben anlamadım.
Seyredip bana anlatırlarsa -anlatmayıp basın toplantısı
düzenleseler de olur- çok sevinirim. Sizlerden böyle bir şey
istediğim için de ayrıca çok mahcubum...
Beş;
“Karanlık
Liman bölgesine yat limanı yapılırsa kimse buraya gelmez. Yat
limanları her zaman şehir içerisinde olmalıdır. Bunu biz
yaratmadık. Öncelik şehir içerisine gelir. Yer yoksa limanlar
şehir dışarısına yapılır”
Haklı...
Pişmiş aşa su katmak bizim hıyarlığımız... Yalnız yine de
aklıma bir şey geldi. Eskiden oto galerisi Cumhuriyet
Meydanı'ndaydı şimdi yapılacak yat otoparkına bile 7 kilometre
uzakta... Buna rağmen peynir ekmek gibi araç satılıyor. Bir
sıkıntı yok. Hatta ben bile almaya kalkmıştım da... Neyse
burası pek özel oldu.
Bu beş maddeyi satır aralarında
okuyunca yat otoparkının sadece uygulamada yapılmadığını
anlamış oldum...
Benim tüm mal varlığım, bu basın
toplantısını düzenleyen herhangi bir ÇTSO üyesinin cebinden
çıkaracağı alelade bir banka kartının limitinden çok daha
azdır. Hatta bir oran vermek gerekirse onda biri falandır. Sanırım
bu yüzden anlamakta sıkıntı çekiyor olabilirim. Hatta zekam da
aynı oranda yerlerde sürünüyor olabilir. Lakin tüm bu “çıplak”
gerçekleri suratıma vurmak zorunda mısınız? Beni ezdiniz,
bitirdiniz... Kahroldum! Her şeyi siz bilirsiniz, biz de uyarız...
Emredersiniz!
-geMici-
BATI-feneri ÇAKMAYA DEVAM EDİYOR...