25 Haziran 2013 Salı

Uzlaşma…

Sermaye uzlaşır… En uzlaşmacı toplum kesimidir. Tek sloganları vardır “ortak payda.” İş buraya gelince “uzlaşmaz” çelişki de ortalarda kalmaz! Bunu bir tarafa yazın!

Sermaye korkaktır! Bir daha oku! Ürkek demedin. Korkak dedim… Tabi sen salak olduğundan mevzuyu hemen delikanlılık olarak algıladın. Demem o değil… Bunu da bir tarafa yaz!

Sermaye eğilir! Yeter ki, kendini sürdürebilir olsun. Ya olmazsa? İşte bunun adı “faşizm”dir… İnsanlık tarihinde bildiği ikinci bir değer yoktur! Doğalı da budur! Olmazsa olmazıdır… Kazanmaya endekslidir… Sıcak örnek; 20. Yüzyıl ve sonrası… Tarih akıyor…

Sermaye bir bütündür! Bunun rengi olmaz! Sonuçta bunlar ressam falan değil…  Adı üstünde “SERMAYE…” Kelimeye bakıp da “mesleklere” girmeyelim! Ne demek istediğimi “Bülent” abim dahil herkes anladı! Tartışma devam edebilir…  

Madde madde yazıyorum ki bir yanlış algılama olmasın.

Bugün: 2013 Türkiye’si… (ni)

Küresel sermayenin niyetini okumadan anlamak mümkün değildir. Sen istediğini bil, yorumla, tartış, tanımla, ne yaparsan yap! Çerezlerle, çerezleri tüketenler arasındaki alış-verişi iyi konumlandırmak birincil koşuldur. Tesadüflerle tanımlanmayacak kadar somuttur…

Ara not: Aziz Nesin’in “Büyük Grev” kitabını bir kez daha okumak gerekiyor… Bu sadece öneri… İçimden geldi yaptım bir öneri… Sen okuma! Kimsenin de okuyacağını sanmıyorum ya neyse... Çünkü tarih, okunmayacağını söylüyor… (Acele etmeyin. Bülent abimi daha es geçmedim. Onun okuduğuna ya da okuyacağına eminim… Akla inanırım… Korkarım da… Hiçbir şiddet, akıl kadar şiddetli olamaz! En az benim korktuğum kadar palazlanan sermayenin de korkmasını –sadece- öneririm… Öngörü…)           

Kayıkçı kavgasına benzeyen siyasetin iyi(!) ve kötü(!) adamlarının her fırsatta dile getirdiği bölgesel, yöresel ve de coğrafi sermaye farklılığının “elinde viski” ile gezi parkı dolaylarından boğaza karşı Anadolu sırtlarını seyretmesi olsa olsa sadece kötü bir komedi filminin “Babam ve Oğlum”u olabilir… Ne yazık ki hayat nu kadar trajik değil…

Daha olumlu da bakıla bilinir… Tabi iyi bir düş gücünüz varsa niye olmasın…

Yazdıklarımı okuyabildin mi abi? Boş ver diğerlerini abi… Bu algılama sorunsalı J Diğerleri pek muhtemel bunu “Salı” olarak algılayacak. Sorun yaratmayalım, kendi adıma…

Düşlerimiz nedense hep düşüşlerimize eşitlenir…

Yazdıklarım 2013 Türkiye’si… Sonrası? Sonrasını hep birlikte yazıyoruz… Kimler yok ki?

Termikçiler, altıncılar, borcular, küreselleştiremediklerimiz, İzmirce tomat, İstanbul gazı, faiz lobisi, uluslararası tröstler, yan gelip yatanlar, zamanında kalkamayanlar, ekmek arası köfte… 

Bizi de ekle abim…

Ekle ekleyebildiğini… Serbest!

-geMici-



BATI-feneri ÇAKMAYA DEVAM EDİYOR… 

21 Haziran 2013 Cuma

Durdurun dünyayı! Adam gibi duracak!


30 Mayıs’ta başlayan süreç öyle ya da böyle devam ediyor… Son geldiğimiz nokta “Duran Adam…” Başbakan yardımcısı açıklama yapıyor. 8 saattir durduğunu öğrenince bir itiraz noktası buluyor ve “8 saat yerine 8 dakika da durabilirler. Sonra işlerine güçlerine bakarlar. Yok mu bunların işleri? İhtiyaçlarını nasıl karşılıyorlar?”

Duran Adam, duruyor… 1 metre kareye Türkiye’yi sığdırmış durumda… Polis, o dururken sırtındaki çantasını karıştırıyor. Bakıyor ki olmuyor, “bari bu adam duruyor. Ben de kitap okuyayım diyor. Tüm kitaplar aynı. Sanırım emniyet müdürlüğü toptan kitap alıp işi ucuza getirmiş… Okumak iyidir…

Duran Adam, durmaya devem ediyor… Bütün dünya durmaya başlıyor… Bir fotoğraf…  Sidney’den… Opera binasının karşısında “duran bir insan…” İnsanlar durmaya başlamış dünyanın önemli kentlerinde… Küreselleşen kapitalizmin çocukları da itirazlarını küreselleştirmişler… Kapitalizme daral geliyor…

Duran Adam, duruyor… Karşısına birkaç adam sıralanıp “duran adama karşı duran adamlar” üniformalarıyla –kendilerince- palyaçoluk yapıyorlar… Birileri onlara hatırlatmalı “zeka” her yerde bulunan bir şey değildir. Her şeyden önce “kişi” olmayı gerektirir… Empati yapmayı gerektirir… Özgürlüğün bin bir manasından çok tek anlamının olduğunu bilmek gerekir…

Duran Adam duruyor… Durarak, şiddetin acizliğini gösteriyor… Şiddetin canı sıkkın! Her şeyi bir daha tarıyor… Alttan bakıyor, üsten bakıyor, her yerden bakıyor ama gözü yemiyor! Boğazına kadar debeleniyor…

Süreç başladığında hiç kimse olayların bu kadar sürdürülebilir olabileceğini tahmin etmemişti… Şimdi işin ekonomik boyutu da eklenince sürdürülebilir eylemin ne manaya geldiği daha da iyi anlaşılacak! Paranın olmayan renginin nasıl renklendiğini göreceğiz…

Emeğin yabancılaşması ha?

Kılıçdaroğlu olayların ilk başladığı andan itibaren izlediği strateji doğruydu. Planlanan mitingleri hemen iptal etti. Üstüne düşen sorumluluğu yerine getirdi. Yapılması gerekeni yaptı. İktidar partisi olayları farklı okudu… “Dış güçler…” E, işin içinde “dış mihraklar” olunca gövde gösterisi yapmak mecburiyeti var… Sonuç? Rakamlara bakarsan metre kareye 18 adam sığdırmışlardır…

CHP başkanı kendisini ve partisini geri çekerek sorumlu lider olduğunu gösterdi...
Hem toptan ve hem de kestirmeci bir tanım… İlk bakışta aşk gibi bir şey olsa gerek…

“Dostum bu çocuklar bir harika!”

-geMici-


BATI-feneri ÇAKMAYA DEVAM EDİYOR…  

13 Haziran 2013 Perşembe

“Faiz lobisi…”

Dedi, bütün medya faiz lobisine yüklenmeye başladı. Hedefi başbakan belirledi, medya saldırıya geçti. Faiz lobisi dedikleri “çapulcu” diye tanımladıkları gençler, sanatçılar, çarşı gurubu, Fenerbahçe taraftarları, Galatasaray taraftarlar, tencere tava çalanlar, slogan atanlar, özgürlüklerini kaptırmamaya çalışanlar, hayat biçimlerine müdahale edilenler, hayatını kaybedenler, yaralananlar, gerçek haber yapanlar, çevreciler, ağaç kakanlar, kadınlar, ceylanlar diye liste uzayıp gidiyor…

Bunun dışında kalanlar ise, örneğin; büyük sermaye gurupları, bankalar, tekeller, istedikleri gibi yönettikleri medya, işlerine geldiği gibi kararlar aldırdıkları kurumlar ise “faize haram” deyip işleri yoluna koymaya çalışan cefakar yapılar…

Taksim Meydanı’ndaki gaz müptelası gençler üçü beşi bir araya geliyor aralarında yaptıkları birkaç konuşmayla faizleri belirliyorlar… Faiz lobisi bu işte(!)

Borsa İstanbul’da çuvalla para kazananların bunda bir etkisi yok! Kağıtlarla oynayıp spekülasyonlar yapanlar sütten çıkmış AK kaşık! Bankalar para işi yapmıyorlar ki, işleri faiz olsun. Bir AK kaşık da onlar. Doğal olarak lobileri de yok! Palazlandırılan cemaat sermayesinin asla faizle işleri olmaz. Onların işleri güçleri “kar payı ortaklığı” palavralarıdır. AK kaşıkla falan da işleri olmaz, hedefleri AK kepçedir… Ne hikmetse bu kar payı da faiz oranlarıyla atbaşı gider hep…

Başbakan “faiz lobisini” işaret ediyor… Protesto etmeyin! Özgürlük alanlarınızı savunmayın! Kaz Dağları’nı unutun! Saat 22’ye kadar ne zıkkımlandıysan zıkkımlandın… Hayat biter! Yok, öyle mangal partileri, piknikler v.s… Faiz lobiciliği yapmayın!

Hayatı boyunca para ile ilişkisi kötü olmuş benim gibi birinin ekonomi üzerine böyle ahkam kesmesi olmuyor tabi ama paranın olduğu yerde faiz olur. Bir bakın “faiz lobisine…” Tamamının toplamının net geliri, hadi bürüt geliri, faiz lobisi olmayanların her hangi birinin mal varlığının yüzde ikisi kadar değildir.

Ülkenin yüzde onu paranın gözüne gözüne vururken faizle hiçbir ilgisi yok! Bu ayak takımının faizlerle top sektirir gibi oynamasını gayet normalmiş gibi anlatmaya çalışan zavallı briyantinli dallama büyük bir keşfin kapılarını açmış da insanlığı ileriye taşımış ayaklarıyla her akşam “faiz lobisine” saldırması hepimizi gülmekten öldürüyor. “One Man Show” aynen böyle bir şeydir…

Tamam, bunların böyle olması normal de CHP ve MHP’nin yaptıkları pek mi normal! Yaz tatiline çoktan girmiş lise talebeleri misali ortalıkta dolanıyorlar. Nereye kadar? Yan sekiz’e kadar…

AKlım almıyor…

-geMici-



BATI-feneri ÇAKMAYA DEVAM EDİYOR…      

12 Haziran 2013 Çarşamba

Bir coşku bir coştu...

Başbakan Ankara’da coşkuyla karşılandı… AKP’lilere yüzbinler dendi… Tabi çekimi hangi açıdan yaptığınıza göre değişir. Sürekli alt açıdan gösterirsen bırak yüzbinleri “milyonlar” bile diyebilirsin. J Kullanılan objektif sürekli telede… Böylece dar dar alanda ciddi bir kalabalık(!) görülüyor…  En azından izlediğim televizyon kanalında. Sanırım bana mahsus değildir. Herkes bir göz kulak gezdirmiştir.

Başbakan dönemi içerisinde 2 küsur milyar ağaç dikildiğinden bahsediyor (saymadım bilmiyorum ama beyan esastır.) Kaz Dağları’nda siyanürlü şirketlere neden ve nasıl altın arama izni verilmek istendiğini, şimdiden kesilen ağaç sayısının milyona yaklaştığını, madenlerin şimdiden su kaynaklarını yok ettiğini, köylerin de artık pet şişede su satın almak zorunda olduğunu, madenler işletmeye başlandıktan sonra milyarlarca ağaç yanında kocaman iki kentin de yok olacağını (Çanakkale – Balıkesir), Toprakların zehirleneceğini, kanserin katlanacağını ve tüm bunların altında AKP imzası olacağını bilmiyor mu?

Yine onların döneminde Biga Yarımadasına verilen Türkiye toplamından daha fazla termik santral iznini saymıyorum… Gezi parkındaki çevrecilere ateş püskürürken, çevreyi ne kadar sevdiğini söylerken bunları da hatırlasın isterim… Çanakkale’nin yok olmasının altında AKP imzası olacaktır! Eğer bu altın madenlerine ve termik santrallerine izin verilirse… Bunu tartışmam bile!

AKP’ye oy veren arkadaşlar bir daha düşünün… AKP il yöneticileri, ilçe yöneticileri, seçilmişler (milletvekilleri hariç) bir daha, bir daha düşünün… Kentiniz elden gidiyor! Bunlar son günlerimiz…  Neden milletvekilleri hariç açıklayayım…

İsmail Kaşdemir, hukukçu olmasına rağmen aynı zamanda pek iyi mühendis(!) de olduğunu kanıtladı… 15 yıldır çözüme ulaşamayan Eren Köy viyadüğü için on saniyede “sağlam” raporu vererek bilimi de aştı. Şimdi TBMM adalet komisyonunda… Adaletin neden rayında olduğunu da anlamış oldunuz de mi?
Mehmet Daniş, altın madenleri için Evcilere gittiğinde köylüleri ikna etmeye çalışmış ama köylüler bunu yutmamıştır. Hatta köylüleri azarlamıştır. Feci bir çevre duyarlılığı mevcuttur. Üç dönemdir TBMM’de rahattır. Çanakkale’de elle tutulur yaptığı tek şey Troia Müzesi’dir J Nerede olduğunu sormayın, dağa kaçtı derim. Dağ ise siyanürle yanıp bitmiş kül olmak üzeredir. TBMM dilekçe komisyonunda görev yaptığından dolayı dilekçe gönderilmemesi rica olunur…

Evet, her şey sandıkta çözülecek…

Kaz dağları sorunu sandıkta çözülecek! Termik santral sorunu sandıkta çözülecek! Demokratikleşme sorunu sandıkta çözülecek! Hukuk sandıkta çözülecek! Özgürlükler sandıkta çözülecek!

Hatta Troia Müzesi de sandıkta çözülecek! 

Tehditlere, saldırılara bakmayın siz ıvır zıvır… Başbakan kürsüden dinleyenleri işaret ederek; “Bu halk yakmaz…” diyor!

Yıl 1993, Aylardan Temmuz! Ayın 2’si… Sivas!

-geMici-


BAYI-feneri ÇAKMAYA DEVAM EDİYOR…


6 Haziran 2013 Perşembe

Gündem dışı…

Tabi bir süredir malum sebeplerden dolayı gündem atlamış durumundayım. Çapacul hayatlarımız bilindiği güzergâhta yaşanıp gidiyor. Gündem dışı maillerime göz attığımda önemli bir noktayı atladığımı fark ettim.

Yerel seçimlere on ay kala aday adaylarının adları da gazetecilere fısıldanmaya ve manşetlere çıkmaya başladı. İlk isim AKP’den geldi. Bülent abim aday olacak diye… Tam “hayırlı olsun” deyip tebrik yazacaktım ki, gündem değişti. Ben de bir türlü hayırlı olsun diyemedim…

Sonra bir mail gelmiş ÇTSO’dan… Bülent abim Çanakkale yaptıklarını uzun uzun sıralamış. Hedeflerini koymuş finalde de “ben aday falan değilim. Kim çıkarıyor bu lafları? Ben zinhar böyle bir şey düşünmedim, laf da etmedim” diye basın açıklamasını bağlamış…

Şimdi bir basın okuması yapacağız…

Benim bildiğim “İbram” kafasına göre, duyumlara falan dayanarak AKP Belediye Başkanı açıklaması yap(a)maz! Ticaret erbabıdır… Bir yerlerde de mangalı olduğunu sanmıyorum. Haberin ana kaynağından söylenmediği sürece bunu yaz(a)maz!

Bu haber çıktıktan bir hafta on gün sonra gelen basın açıklamasıyla haberin yalanması ise “geç kalmış” bir açıklamadır. Ertesi gün, anında bu haber yalanlanmadıysa peki arada ne oldu? Bu gündem kaydırması neden yapıldı?

Bak şimdi?

Aday adaylığı manşete çıktığı gün ile aday adaylığının söz konusu olmadığı açıklamasının yapıldığı sürecinde bir ÇED toplantısı yapıldı. “Bigahaberfark” sitesinden öğreniyoruz… Zaten biliyoruz da…

“Biga'da yapılan ÇED toplantısı herkesi hayrete düşürdü. İÇDAŞ Genel Müdürü Bülend Engin termik santral yapmak için ÇED müracaatı yaptı. Bekirli köyündeki ÇED halkı bilgilendirme toplantısında kendi personeli olan İÇDAŞ Çevre mühendisi Müdürü Barış Bora, Genel Müdürü Bülend Engin’in yapacağı termik santralin doğaya zarar vereceğini söyledi. Herkes şaşıp kalırken, bundan önce kurulanlar neydi sorusu kafalarda yer etti.”

Enteresan… Neler oluyor hayatta…

Çanakkale bu konuda hak ettiği ilgiyi göremediği anlaşılıyor… Çevreyi kirletmeyen termik santral ne zaman icat edildi acaba? Bunun küçük bir modeli de Çanakkale Cumhuriyet meydanına kurmak mümkün mü?

Eğer olabiliyorsa hemen dev adımlar atılmalı… Liman da yakın. Hem Gestaş’ da limanın kullanımına izin verir. Memleket için yani… Gerekli ham madde (neyse o; kömür mömür) limana gemilerle gelir. Bantlarla topun oraya taşınır. Meydana kurulacak termik santral de de temiz(!) enerjiye dönüşür, harika olmaz mı?

Benim aklıma feci halde yattı! Kesinlikle yola devam… Durmak yakışmaz!
Bu tür geliştirilecek temiz(!) projelerle kentsel kalkınma rüzgarları yükseklerden uçacaktır…

Yalnız…

İÇTAŞ’ın patronları sormazlar mı? “Bize neden bu doğaya zarar vermeyen termik santrallerden kurmadın da başımıza çevrecileri sardırdın? Biz de bunlardan isterdik.” diye…  Belki de sormuşlardır. Bilmiyoruz ki…

Aklıma bir şey daha geliyor… Hani bu termik santral bacaları var ya… Belki de onların üzerine rüzgar gülleri ekleyeceklerdir. Yani termik santral görünümlü RES…

Vay be aklıma yazdıkça geliyor… Bu konuyu düşünmek lazım… Ön yargılı olmayalım!

-geMici-


BATI-feneri ÇAKMAYA DEVAM EDİYOR…


3 Haziran 2013 Pazartesi

“Sık bakalım, sık bakalım, biber gazı sık bakalım… Kaskını çıkar, copunu bırak delikanlı kim bakalım…”

İstanbul tanıklığımda ki en güzel slogandı… Bunu tribün sloganı gibi söylüyorlardı ki, tüm taraftar gurupları oradaydı. Çarşı gurubu Beşiktaş’ta, Beşiktaş halkıyla mahalleyi savunurken ilk destek Fenerbahçeli taraftarlardan geldi. Gözlerim yaşardı. Önce gazdan zannettim. Ne fenerliyim ne de Beşiktaşlı… Galatasaraylı liseliler, okulun parmaklıkları ardından bez paçavralar dağıtıyorlardı. Gaza geldiklerinden değil… Gazın etkilerine maruz kalanlara yardım için… Hepsi çocuktu! Hepsi diremişti!

Ben bir darbe gördüm. Darbe öncesini de iyi bilirim. Sol, bir araya gelmez (di) şimdi tek yumruk! Yanlış anlaşılmasın sostan bahsetmedim!

Bu isyan gençlerin isyanı! Bize utanmak düşer! Bizim yapmamız gerekeni onlar yapıyor… Bize düşen sürece müdahale etmemek. DESTEKLEMEK! Sadece bu! Yanlışlarıyla doğrularıyla bu süreci onlar sürdürecekler… Sakın müdahale etmeyin! Yönlendirmeyin! Onlar genç kızlarıyla, delikanlılarıyla, kendi deneyimleriyle, kendi sloganlarıyla yürüyorlar… Yanlış olacak! Tabi yanlış yapacaklar… Doğru onlar…

Gençlere güveniyorum… Genç kızlara güveniyorum, delikanlılara güveniyorum… Bizden farklı düşünüyorlar, farklı yaşıyorlar, farklı isyan ediyorlar! Doğru – yanlış tartışmam. Bırakalım kendi isyanlarını yaşasınlar. Onlar olmasa bu ATEŞ olmaz! Hangimiz kıçımızı kaldırabilecek konumda? Susun! Gençleri dinleyin!

Sanki biz hep doğruyduk da büyük işlere imza mı attık? Büyük yenilgiden ve toparlanamamaktan başka bir büyük zaferimiz(!) yok!    

Bir düşünün, biz kaç yaşındaydık ve neler hedeflemiştik! Bir daha düşünün…
İsyanın başrolü GENÇLER! Bitti!

Medya, sıçtı! Güvenirliği tartışılıyor… Bırakın artık tartışmayı! Medya tarafını seçti! Bu böyle… Korku, baskı… Neyse… Geçin onları. Şimdi yarın kuruluyor! Medya ayrıntı!

Tek sorun sağlıklı iletişim hatları kurmak… Cep telefonları şirketleri (hangisiyse) iletişimi koparırsa abonelikleri iptal edelim… Kapitalizmin tavrına o zaman bir daha bakalım. İletişimi sileni silelim!

1977 yılında Taksim tescillendi. Bunu herkes böyle bilecek!

İsyan bize şunu gösterdi… Biz her şeyiz… Türk’üz, Kürt’üz, Suniyiz, Aleviyiz, Tatarız, Pomak’ız, Zaza’yız, Çerkez’iz, okumuşuz okumamışız, memuruz, işçiyiz ama bizi bir araya getiren İSYAN! İNSAN DEĞERLERİ…

Tek paydamız İNSAN! Eşit insan! 

Hukuksuz yaşayamayız! İsyan da hukukun bir gereğidir! Çıkış yoksa, yapılacak bir şey kalmamışsa halklar gereğini yapar… Bu kadar…

Örnek; Türkiye! Türkiyeli…

-geMici-


BATI-feneri ÇAKMAYA DEVAM EDİYOR…

NOT: Bu yazacaklarım yalakalık falan değil… Polis bizim polisimiz. Bu durumdan onların da zevk aldığını düşünmüyorum. Polis sendikası gerekli açıklamayı yapıyor. Polisin de “mecburi” davrandığının farkındayım. Tek istediğimiz kitleyi provoke etmemeleri. Görevlerini yapsınlar… Kimyaya alıştık. Biber zevk veriyor. Portakala da alışırız… Verilen görevlerden görev çıkartmayın… Siz bizim çocuklarımızsınız… Yarın da birlikte yaşayacağız…


Bütün bunlar şaka gibi ama değil…