29 Mayıs 2012 Salı

Alt-Üst: Formülleştir... Basitleştir...

Alt yapı üst yapıyı belirler! 
Ekonomi "alt yapı"dır... Ekonominin temel ilişkileri nedir? Üretim araçlarının kimin kontrolünde olduğu ve ekonomik yaşamın nasıl yaşandığıdır...


Üst yapı da Alt yapıyı etkiler! 
Ekonomide söz sahibi olan sermaye ile üretimde temel yapı taşı olan çalışanlar arasındaki karşıt ilişki ve "pazarın" işleyiş biçimi "ALT yapıyı" kesinlikle etkiler...


Yani temel belirleyiciler "belirleme" ve "etkileme"dir...


Peki, bu nasıl oluyor?


Önce "alt yapı"ya bakalım... Yani ekonomiye!
Bugün "alt yapı" dediğimiz ekonomi, kapitalizmin koyduğu kurallar üzerine yaşanıyor. Kapitalizmin temel kuralı "emeğin sömürülmesi" üzerine kuruludur. Sonrası da sürekli kar, sürdürülebilir kar üzerinedir. -Sürdürülebilir kavramı o kadar da iyi bir şey değil yani- Sürekli toplumun tüketmesi üzerinedir... (Bu formülün içinde de kapitalizmin temel çıkmazı yatar... Hem üretip +değer elde edeceksin, +değer elde ederken de çok kar edeceksin ama -ne yazık ki- senin piyasaya sürdüğün malı alabilecek, tüketebilecek bir kitle yaratacaksın... Kapitalizmim için ne kadar zor bir durum! Kar etmek için mümkün olduğunca çalışana az ücret vermen gerekiyor. Bu birinci kural! Peki, sen az ücret verirsen "toplum" dediğimiz kitleyi oluşturan çalışanlar daha çok nasıl satın alacaklar? Nasıl tüketecekler? İşte kapitalizmin çözemediği bu! Burada da başka bir kural işlemeye başlıyor... Sermayenin sermaye ile mücadelesi... Yani, ekonomide paranın iktidarı... Sermaye de bir bütün değil yani.  Kendi arasında da savaşıyor... Birbirini yiyor...)


Türkiye sermayesi el değiştiriyor... İstanbul burjuvazisi kan kaybederken Anadolu sermayesinin yıldızı parlatılıyor... (Bana kalırsa yesinler birbirini...Lakin arada olanlar bize oluyor.) 


Ne oluyor mesela? 


Sermaye el değiştirirken, toplum da değiştirilmeye zorlanıyor... Çünkü yeni sermaye, güç sahibi, söz sahibi olanlar sistemin sürdürülebilir olması için "üst yapıyı" kendilerine göre yeniden düzenliyorlar. Yeni hukuk yaratıyorlar... Yeni ahlak yaratıyorlar... Yeni eğitim yaratıyorlar... Yeni bilim(!) yaratıyorlar... Yeni 4+4+4 yaratıyorlar... Yeni aile yaratıyorlar... Yeni tıp yaratıyorlar... Yeni kadın yaratıyorlar... Yeni bir kuşak yaratıyorlar... Yeni siyaset yaratıyorlar... Yani ekonomi de "belirleyici" duruma geldikçe toplumsal yaşayış biçimini de yeniden dizayn ediyorlar... Normali de bu! Şaşıracak bir şey yok!


Niye ahlanıp vahlanıyorsunuz ki? 


Alt yapıda söz sahibi olanlar -sermayedarlar, zenginler, sömürücüler ve de adına ne derseniz...- Toplumun yaşama biçimini de yönlendiriyorlar. Bunun için de bir çok aracı kullanıyorlar. Bunlar ne? Din, metafizik, sanat, kich, kültür, tarih, hukuk, iktidar, erozyon, müzik, şovenizm, medya yani aklınıza ne gelirse... Yeter ki, elinde bulundurdukları ekonomik hegemonyanın devam etmesini sağlayacak, toplumu uyuşturacak her şey...


Şimdi...


Ya direneceğiz ya da zevk almanın yollarını arayacağız.... Bundan sonrası kişisel tercihler!


-geMici-


BATI-feneri ÇAKMAYA DEVAM EDİYOR...


not: Bundan sonra ciddi yazı yazanın... 

17 Mayıs 2012 Perşembe

17 mayıs 2012 tarihli mevcut durum özeti…

Muhafazakarlık… Adı üstünde muhafaza etmekdir. Mevcut durumu korumak üzerine gelişmiş ideolojidir. Toplumun gelişmesine direnç gösteren, toplumsal-kültürel değerlerin korunmasını savunan sağ kanat siyasi ideolojisidir.

Muhafazakarlığın sol tarafından eleştirilmesinin temel nedeni değişimin karşısında direnç göstermesidir.

1923’te Cumhuriyeti kuran kadrolar devrimciydi. Osmanlı’nın değerlerini koruyanlar da muhafazakardı. Bu iki düşünce sürekli bir biriyle çarpıştı. “Bir ileri, iki geri” stratejisiyle tarih hep aktı. 1946’lara gelindiğinde ayrışma kaçınılmaz oldu. Ve demokrat Parti ortaya çıktı.

Demokrat parti ortaya çıkınca CHP, daha da ileriye adım atması gerekirken sistemi korumaya girişti. Muhafazakarlaştı… Muhafazakarlar ise izlek olarak daha ileride –görece olarak- bir konumu vardı. Daha fazla özgürlük, daha fazla hukuk istiyorlardı. Pozisyon olarak roller değişmişti… İktidar da doğal olarak el değiştirmişti.

CHP, 1960 sonrası kendini daha ileriye taşımaya çalıştı “ortanın solu” kavramını ortaya attı… Aslında böyle bir şey yoktu ama kendini ileriye taşımak zorundaydı. 1972 de “ortanın solu” kavramı Bülent Ecevit’le “Sosyal Demokrat” kavramına dönüştü. Yine de bir şeyler eksikti…

Aslında eksik değildi! Olması gereken, yapabilecekleri buydu. 12 Eylül 1980 darbesiyle birlikte aksayan “yeşil kuşak” projesinin önü açıldı. CHP, bu mevcut durum karşısında daha da muhafazakarlaşmak zorunda kaldı. Çünkü kurucusu olduğu yapıyı doğal olarak korumak istiyordu. Hiç aklına kurucusu olduğu Cumhuriyeti daha da ileriye taşımak gelmiyordu…

ANAP, küresel burjuvazinin bastırmasıyla daha da ileriye doğru adım attı… Sağın diğer kanadı, kendini DP’nin mirasçısı sayan Doğru Yol (Yani adalet Partisi) sağın içinde muhafazakarlaşmıştı.

Zaman hızla akıyordu… 2002’ye gelindiğinde zarlar bir kez daha atıldı… AKP hükümet oldu… İktidar olmalıydı. Mevcut durumu ileriye taşıdı. Muhafazakarlar devrimci, devrimciler muhafazakarlaştığı ortamda “başarı” kaçınılmazdı… Ve iktidar oldu!       

Her iktidar gibi muhafazakarlaştı… Bu kaçınılmazdı. İdeolojisinin gereğini yapmak zorundaydı. Eğitim sistemini kendi ideolojisi çerçevesinde değiştirdi, hukuk sistemini, ekonominin kurallarını, kısaca toplumsal üst yapıyı kendi ideolojisi doğrultusunda değiştirdi. Bunda şaşıracak hiçbir şey yok!

Muhafazakârlık bir sağ ideolojidir. Partinin adının yada kendisini nasıl konumlandırdığının bir önemi yoktur…

“Muhafazakârlığın var olan kazanımları ve değerleri korumak şeklinde bir yanı da vardır. Bu açıdan bakıldığında, herkes, solcular dahil, istedikleri toplumsal düzen gerçekleştiğinde muhafazakârlaşabilirler. Nitekim Sovyetler Birliği'ndeki Stalin rejimine karşı olanlar (örneğin Troçkistler) bu rejimi muhafazakârlaşmakla suçladılar.

Muhafazakârlık taraftarları, toplumların zamanla geçirdikleri evrim sonucu bir tür "bilgelik" biriktirdiğini, bu bilgeliğin toplum düzeninde, kültürde kendisini açığa vurduğunu, özenle korunması gerektiğini savunurlar. Bu nedenle, muhafazakârlık, bir anda büyük değişiklikler yapmayı hedefleyen devrimciliğin karşıtıdır.

Muhafazakârlık değişime tümüyle karşı değildir. Sadece devrimsel değişimlere, topyekün toplum planlarına karşıdır. Radikal, "seçkin" bir grup entellektüelin bir araya gelerek toplum düzenini bir anda değiştirecek devasa planlarını uygulamaya koymaları, muhafazakârlığa aykırıdır. Bu açıdan, muhafazakârlık çoğunluk yanlısıdır ve demokratik bir toplumun temel ideolojilerinden biri olduğu savunulur.

Muhafazakârlık, akla şüpheyle yaklaşır. Kendi aklının sesini dinleyerek başka insanların hayatları üzerinde kalıcı bir etki yaratmaya çalışan düşünürleri eleştirir.”

Sanat, felsefe bundan dolayı devrimcidir…  

Peki, sol nerededir? Tartışmamız gereken budur… İleri hamleleri neler olmalıdır?

-geMici-
gemici@gmail.com

BATI-feneri ÇAKMAYA DEVAM EDİYOR…

7 Mayıs 2012 Pazartesi

Onu tanımıyorsanız...


Onu tanımıyorsanız, işte bu kabul edilemez… Yapılmış en iyi albümleri yaptı. Bunu bilmeniz gerekir diye düşündüm. Bilmiyorsanız “vay canına…” Onun bir fikri vardı. Bilim adamlarının fikirlerine benzer bir fikir. Ona göre insanların hayatına müzik ve sevgi aşılarsan, onları tedavi edebilirsin.  Aynen bilim adamları gibi… Barış için bir konsere çıkmaya hazırlanırken silahlı bir adam evine girip onu yaralamıştı. İki gün sonra konserde sahneye çıkıp şarkı söyledi.  Biri ona sordu: “Neden?”  Dedi ki; “Dünyayı daha kötü hale getirmek isteyenler bir gün bile tatil yapmıyor. Ben nasıl yapayım?  Karanlığa ışık tutun. “

O, Bob Marley’di…

Tarihin bütün suçunu şimdi “bize” yüklemeye çalışıyorlar… 1 Mayıs 1977’nin suçlusu(!) bulundu. “Biz”mişiz… Haberimiz yok! Bize öğretiyorlar yalanlarıyla… Sol, kendi kendini katletmiş! Bir nevi intihar etmiş! Suçu da “derin devletin” üzerine atmış.

Yakında Maraş Katliamının da suçlusu bulunur… Altından yine bizi çıkarırlar! Sivas’a ne dersiniz! Çorum’a! 16 Mart 1978’de 7 öğrenci öldü 47’si yaralandı. Bu olay Oxford Üniversitesinde yaşanmadı. İstanbul Üniversitesi Eczacılık Fakültesi önünde yaşandı. Çok yakında onun da failleri bulunur.

Tahmin edin altından kim çıkacak?

Necdet Güçlü: 13 nisan 1970 günü Ankara üniversitesi tıp Fakültesi’ni basan bir gurup tarafından öldürüldü. Öldürüldüğü dönemde Türkiye’nin en önemli ortopedi uzmanlarından biriymiş. Trajikomik olan o gün baskını gerçekleştiren gurup içinde sonradan sağlık bakanı olan da var. Daha da vahimi o gün silahları ateşleyen iki kişiden biri de sonradan meclis doktoru oluyor.

Orhan Yavuz: 15 haziran 1977 günü öldürüldü. Erzurum Atatürk üniversitesi öğretim görevlisi; doçent. tüm sanıklar delil yetersizliğinden beraat ettikten sonra katilleri her zamanki gibi bulunamadı.

Bedri Karafakioğlu: 20 ekim 1978 tarihinde İstanbul’da vurularak öldürülmüştür. İTÜ Elektrik Fakültesi profesörü...

Bedrettin Çömert: Hacettepe Üniversitesi öğretim üyesi. 11 Temmuz 1978'de aracının içinde uğradığı silahlı saldırı sonucu yaşamını yitirdi.

Doğan Öz: Ankara Cumhuriyet Savcı yardımcısı... 24 Mart 1978'de Ankara'da uğradığı silahlı saldırı sonucu yaşamını yitirdi.

Necdet Bulut: KTÜ öğretim üyesi. 8 Aralık 1978'de uğradığı silahlı saldırı sonucu öldü.
Ümit Doğanay: İÜ Siyasal Bilgiler Fakültesi dekan yardımcısı. 20 Kasım 1979'da İstanbul'da uğradığı silahlı saldırı sonucu öldü.

Cevat Yurdakul: Adana Emniyet Müdürü. 28 Eylül 1979’da uğradığı silahlı saldırı sonucu öldürüldü.

Abdi İpekçi: Milliyet Gazetesi Genel Yayın Müdürü ve baş yazarı. 1 Şubat 1979’da uğradığı silahlı saldırı sonucu öldürüldü.

Kemal Türkler: Maden-İş Genel başkanı. 22 Temmuz 1980’de İstanbul Merter’de uğradığı silahlı saldırı sonucu yaşamını yitirdi.

Muammer Aksoy: ADD başkanı ve Anayasa Hukuk profesörü. 31 Ocak 1990’da evinin önünde uğradığı silahlı saldırı sonucu yaşamını yitirdi.

Bahriye Üçok: İlahiyat Fakültesi Öğretim Üyesi. 6 Ekim 1990 tarihinde evine gönderilen bombalı paketle öldürüldü.

Çetin Emeç: Hürriyet Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni. 7 Mart 1990’da İstanbul’da vurularak öldürüldü.

Uğur Mumcu: 24 Ocak 1993 tarihinde aracına yerleştirilen bombanın patlaması sonucu yaşamını yitirdi. (“Vurulduk hey halkım unutma bizi…”)

Eşref Bitlis: Jandarma Genel Komutanı. 17 Şubat 1993’te uçağına yapılan bir sabotaj sonucu yaşamını yitirdi.

Ahmet Taner Kışlalı: AÜ İletişim Fakültesi öğretim üyesi ve Cumhuriyet Gazetesi yazarı. 21 Ekim 1999’da evinin önündeki aracına yerleştirilen bombanın patlaması sonucu yaşamını yitirdi.

Gaffar Okkan: Hizbullah’a yönelik operasyonlarıyla öne çıkan Diyarbakır Emniyet Müdürü Okkan 24 Ocak 2001’de Diyarbakır’da 5 polis memuruyla birlikte öldürüldü.

Necip Hablemitoğlu: AÜ öğretim üyesi. 18 Aralık 2002 tarihinde evinin önünde uğradığı silahlı saldırı sonucu yaşamını yitirdi.

Hırant Dink: Agos Gazetesi Genel yayın Yönetmeni. 19 Ocak 2007 tarihinde saat 15 sularında Agos Gazetesi’nin olduğu binanın önünde –arkadan- uğradığı silahlı saldırı sonucu hayatını kaybetti. Mahkeme sonucu ortada bir çete mete yoktu. Bulunamadı…

Siz öyle sanın! 
Bir de bakarsınız ki suçlular langadanak bulunmuş! Şaşırmayın! Saptırmaya devam…

-geMici-

BATI-feneri ÇAKMAYA DEVAM EDİYOR…

4 Mayıs 2012 Cuma

Mayıs…


Mayıs’ı severim… Güzel aydır… Bugün yarın iğdeler de açar… Gece olduğu zaman denizden esen o güzel serinliğe iğde kokusu da karışınca hayat daha çekilir hale gelir.

Böyle bir yazı girişi olursa şöyle bir mana da çıkar: “Ne o hayat çekilir bir şey değil mi? Onu çekilir hale getirmek için ille de Mayıs’ı mı beklemek gerekir?” Aynen böyle… Hayat gittikçe yük olmaya başladı. Burnundan kıl aldırmamalar, kırılmalar, darılmalar, zamlar, özgürlük adına yapılan baskılar, hukuksuz günler, aylar, yıllar v.s. v.s. v.s…

Mayıs gelince şöyle bir nefes alıyor insan… Her taraf yeşilleşiyor… Toprak kayboluyor, yeşil bir halı ile örtülüyor… Oğlaklar tam kıvamına geliyor. Rakı bile içilebilir kıvama geliyor… İnsan ne iktidarı, ne gaddarlıkları ne de başka bir şey düşünüyor… Hıdrellez ayı Mayıs hayatımızda şöyle bir görünüp, hızla geçip gidiyor… Sanki arkasında hiç bir iz bırakmak istemiyormuş gibi... 

Ve;

Sonra birden bire bitiyor… Yeşil, sarıya dönüyor… İnsan yaşlanmaya başlıyor. Biliyor ki, bu sıcakların sonu sonbahar ve mutlaka yeniden kış gelecek! Döngü devam edecek… Yeni zamlar, yeni sorunlar, yeni hayatlar, yeni sonlar, yeni bir şeyler olacak hayatta…

Sonra?

Hepsi bitecek!

-geMici-
BATI-feneri ÇAKMAYA DEVAM EDİYOR…