27 Mart 2012 Salı

Tarih şeffaf değil, ben hala 95 kilo olmama rağmen içim dışımda... (Hayatı biraz zorlayın! :)


İnancım kalmadı... Önce “ana erkil toplum” ardından “erkeklerin iktidarı”, hemen peşinden “köleci toplum”... Orada bir Spartaküs var... Geç onu. Lakin bildik bir öncesinde yok! Peşinden “Feodal toplum”... Serfler ve yarı özgür Avrupa köylüleri... Yüz yıl savaşları... Yuh! Yetmedi... Sonrasında da buharlı “burjuvazi...” Yani kent sermayesi... 1. ve 2. Dünya Paylaşım Savaşları... Yeter be...

Peki?

Tüm bunların ardından olması gereken neydi? Önce sosyalizm, sonra da küresel sosyalizm yani komünizm...

Ne oldu?

Küresel sosyalizm yerine, küresel emperyalizm! Marks ve Engels hesap hatası yapmış olabilir mi? Öyleyse durum vahim... Avrupa karanlık çağı “çok yüzyıl” yaşadı. Doğu bu sorunu kaç yüzyılda çözer? “Bekle ve Gör...”

Film bir kez daha bitti!

Tarih şeffaf... Tarih uğraşsın! O uğraşırken;

...ben neyle uğraşıyorum? Şeffaf Beygir Film Şenliği ile...

Tam adını yazmamı isterseniz -doğru yazıp yazmayacağıma emin olmamakla birlikte yazmayı deneyeyim- “2012 GELENEKSEL 1. 
ULUSLARARASI ÇANAKKALE - TROIA ŞEFFAF BEYGİR FİLM ŞENLİĞİ...” (Umarım doğrudur... Oğlum, çok uzun ve karışık bir şenlik adı... Ben n'yapayım?)

Birinci olmasına bakmayın. O bizim “erkekliğimizden” kaynaklanıyor.... İlkini yaparken bir kere “1.” demişiz... Sözümüzden dönmedik! İllaki 1.si... Oysa ki, 3.cüsünü yapıyoruz...  

Çanakkale’yi zıplatan projeler yapan Bülent abim’in bundan haberi olduğunu sanmıyorum... Çünkü kendileri yat-otoparklı -hafif sol tercihli fosil- sermayenin yöneticisi... (Ağır mı oldu? Biraz da olsun ama... Fosil demişken -kendimi alamadım- TEZ Elden Erhancığımı saymadan edemeyeceğim... Yaşasın “yeşil tutkunu” abiciğim... (Ara not: Karşı devrimden sonra kesinlikle kahve içmeye geleceğim.... Yaşarsam eğer...)

Bu yıl mümkünse tüm gösterimleri sahilde yapalım derim... Geleneksel yerlerimiz olsun tabii ki, ama bunun yanında “yat otoparkın”da da olsun derim... Kentli filmleri seyrederken kaybettiklerini de seyretsin...

İşgalin boyutlarını görsün!

Yaşasın devletin CED raporu! Yaşasın İl Çevre Müdürlüğü! Yaşasın memleketine nükleer santral yapılan üst kademe bürokratları! Yaşasın “Benim lüferim yolunu bular diyen kent yöneticileri...” Yaşasın “yeşil” severler... (Dolar mevzu bahis değildir, yanlış anlaşılmasın...)

Ben yolcu... Silivri'ye doğru... (Hakikaten güzel kafiye oldu.)

-geMici-

BATI-feneri ÇAKMAYA DEVAM EDİYOR...

26 Mart 2012 Pazartesi

Asker – İmam – Darbe üçgeninde Zafer ve Yenilgi


17 yaşıma kadar “Her Türk asker doğar” şiarıyla büyüdüm. Rüzgarlar öyle esiyordu... 1980 darbesiyle söylem de değişti. Farkında olanlar içerideydi, planlayanlar zaten iktidardı. Cümle yavaş yavaş sahneye kondu: “Her Türk imam doğar...”

28 Şubat, 1980 darbesinin rövanşıydı ama “Her Türk imam doğar” cümlesi yeni bir iktidarı çoktan yaratmıştı. İktidar imamlarındı... Geriye dönüş yoktu zaten film de bitmişti. Şimdi, rövanşın rövanşı alınmalıydı, bunda da kararlıydılar... 4+4+4 kararın altına atılan imzadır. Kesin zaferin imzası... Neye şaşırıyorsunuz ki...

1979 yılında tarih geriye düşmüş, sular hızla akmış, Amerikan kuklası Şah Rıza kaçmış, iktidara halk gelmişti. Sonra uçak Tahran'a indi! Halk, iktidardan düştü! “Halkın Fedaileri” birer birer ya asıldı ya da sürüldü. Kaçabilenler kaçtı.

İran Devrimi 11 Şubat 1979'da Shapour Bakhtiarın istifasıyla zafere ulaştı. Khalkhali 24 Şubat 1979'da , Humeyni tarafından Şeriat Uygulayıcısı ve yeni kurulan Devrim Mahkemeleri Başkanı olarak seçildi. Devrimin ilk günlerinde yeryüzünde sapkınlığı yayma ve Allah'a karşı savaşma suçlamalarıyla "yüzlerce eski hükumet görevlisini" idama mahkum etti . Sanıkların çoğu avukat tutma hakları yoktu.

Khalkhali, 1979-80'de Mehdi Bazargan ve Ebu'l-Hasan Beni Sadr hükümetine tek celsede verilen idam kararlarına itirazları üzerine verdiği cevapta şöyle demişti: "Sorun değil hata yaptıysak cennete giderler".

Mantıklı cevap... Mantıklı cevaplarda ne “hukuk” işler ne de “adalet”... Ortalık ak pak olur... İstediğini seçebilirsin!

Pakistan'dan Türkiye'ye uzanan Amerikan politikası “Yeşil Kuşak” bugün Amerika'yı zorluyor... Çünkü silah geri tepmeli... Pakistan zorla ayakta duruyor, Afganistan'da batağa saplandılar. İran'ı 33 yıl önce birinci düşman ilan ettiler, Irak'a bir türlü “demokrasi” getiremediler... Türkiye? Sadece gülümserim...

80 darbesini NATO yaptı! Bunu bir saptayalım... (NATO'yu yargılayamazsınız... Evren zavallı! Yargılasan ne olur yargılamasan ne olur... Gladioyu Evren yaratmadı sadece uyguladı...) Elde var bir! Bir yandan ekonomik dönüşümü sağlarlarken diğer yandan kendilerine uygun bir toplum mühendisliğine soyundular... Elde var iki... Başarı? Bu ikisine bakarsanız yüzde yüz... Bugüne de bakarsanız yüzde elli bir... Bu rakama “evet ama yetmez”ciler de dahil... 32 yılda geldiğimiz nokta bu!

Ya yenenlerin yanında yer alırsınız ya da yenilenlerin... Aslına bakarsanız her ikisinin de pek önemi yok!

İnsan olmak çok zor...

-geMici-

BATI-feneri ÇAKMAYA DEVAM EDİYOR...

16 Mart 2012 Cuma

30 Mart 1972 Kızıldere ve bir çokları...


30 Mart 1972 Kızıldere ve bir çokları...

Aklım kesmiyor... Buna zeka yoksunu da diyebilirsiniz. Haklısınız da... Bir çok sorum var... Sormaya başlasam cevaplar tarihe havale ediliyor... Cevap verirmiş gibi davranıyorlar. Ben bir “salak” olduğumdan aklım kesmiyor... Elli yıldır yatıyorum kalkıyorum 30 Mart 1972'yi çözemiyorum...

Neden?

Mahir Çayan ve arkadaşları Kızıldere'de kıstırıldığı halde öldürüldü? Öldürülmeselerdi bugün mecliste olabilirlerdi. Bu bir iddia değil gerçek! Kızıldere'de samanlıktan sağ çıkan arkadaş bugün Milletvekili... Hatta kavganın önderleriydi. Mahir ve arkadaşları neden öldürüldü? Aklım kesmiyor... İyi ki "Kızıldere açılımı" yok!

Neden?

Hiçbir suçu olmadığı halde Deniz, Hüseyin, Yusuf darağacına gönderildi.... Yaşasalardı eğer bugün ne sol siyaset böyle olurdu ne de CHP solcu gibi davranabilirdi... Hala neden katledildiklerini anlamış değilim. İyi ki, "6 Mayıs açılımı" yok!

Neden?

78 Aralığının 26 Aralığında Maraş tezgahlandı? Ergenekonla açıklanabilir mi? Ya da 12 Eylül'le? Sanmam... Bütün bu tezgah sadece “alevi” kavramıyla açıklanabilir mi? Bunu sadece “alevi” kavramıyla açıklamaya kalkarsanız “bize” hakaret sayarım.... Çoluk çocuk katledildi... Evler işaretlendi. O işaretler sadece çoluk çocuğun işaretleri miydi? İyi ki "Maraş, Çorum, Sivas açılımı tok!

Neden?

“Hayata Dönüş” operasyonunda katledilen çocukların adını aranızda hatırlayan var mı? Ne dediler... “hayata döndürüyoruz...” Kaç kişi öldü? Özür dilerim, bilmiyorum. Tek tek saymaya kalksak utancımızı tarih kabul etmez... İyi ki "hayata dönüş" açılımı yok! 

Neden?

Kibritle oynamak bir insanlık suçu.... Sivas'ta yangına su bulamayanlar, Sivas'ın insanlık suçunu protesto edenlere “su” sıktılar. Yetmedi “biber gazı”.... Suçu işleyenler “insanlık suçunu” protesto edenler mi yoksa Sivas'ta elinde kibritle dolaşanlar mı? "Kibrit açılımını" saymam!

Neden?

“Yumurta” attı diye, “saçlarını kestirdi” diye, “yazı yazdı” diye üniversiteli çocuklar içeriye atılırlar? Saçma sapan rektörler çocuklara saldırırlar? Ve neden karga tulum polis minibüsüne götürülen “üniversiteli çocuk” Çanakkaleli emekli bir beyefendi(!) tarafından tokatlanır? "Sevgi açılımı" mı?

Anlamıyorum...

Neden?

Sermaye inatla yapamadıklarının cezasını çekiyor? Burjuva demokrasisi trenini yitirdiği için mi acaba?

Bülent abim acaba bu konuda ne düşünüyor.... Mutlaka çözümlemeleri vardır. Hatta “ileri” demokrasi çözümleri mutlaka vardır.... Sadece “sermaye temsilcisi” olamaz! Diğer isimleri saymıyorum çünkü hiç biri şerif taytız adayı değil. Sermaye adayı bile değil. Lakin Bülent abi hem Sinan Cemgil'i tanır hem de “neden?”i anlar. Kafası çalışır... Açıklayabilir... Benim gibi salak değil!

Haksız mıyım abi?

Aslında tüm “nedenleri” biliyorum ama benim bilmemin bir anlamı yok! Tarih yargılıyor, sistem televizyonlarda tartışıyor...

Konuşmayan biziz!


"Ölüm Allahın emri, ayrılık olmasaydı" açılımı yapmak niyetindeyim....

-gemici-

BATI-feneri ÇAKMAYA DEVAM EDİYOR...

NOT: Bildiğim tek şey TEZ elden ERHANcıyım'ın bunlara kafası ermediğidir. Lakin Yeşili sever. Hatta yeşilcidir. Bu konuda parklar bahçeler kurabilir. Ah bir de olanakları olabilse.... Açın önünü....

14 Mart 2012 Çarşamba

Ya yokuz ya da var olmaya mahkum…


Ya yokuz ya da var olmaya mahkum…

Aslında ben gazeteci değilim…(Şaşırma!) Babamın sayesinde elim biraz kalem tutar. Hepsi bu! İyi senaryo yazdığımı düşünürüm. Lakin elle tutulan bir senaryom da yoktur. Düşlerim vardır, gerçekleşene şimdiye kadar rastlamadım. Biraz Orhan Veli’yi andırırım ama şiir yaz(a)mam… Hırsım olmadı. Olmasını isterdim aslında ama inadına olmadı. Sanırım tercihlerimin çok erken başlaması hep buna engel oldu.

Yola düştüğümde devrmiciydim… Baktım yoldayım bari “Dev-Yol”cu olayım dedim. Demek kolay, kolaysa yaşa… Yaşamaya çalıştım… Yanlışlarım olmuştur elbette lakin onu da “tarih” bulsun…

Rakıya başladığımda “12 Eylül” olmuştu… Biraz geç başladığımı itiraf edeydim. İyi meze yaparım. Balıktan iyi anlarım. Etten de… Kilolarımı gram gram elli yılda biriktirdim. Vazgeçmek istemiyorum ama onlar beni terk ediyor…Kimileri buna iyi bir gelişme olarak bakıyor kimileri kıskanıyor ben ise pek umursamıyorum. Gaza mı geliyorum ne?

Benim de saçlarım vardı… (Hatırlamasam da…) Tabi ki, Mohaç Meydan Savaşı”nda  ya da “Viyana Kuşatması”nda kaybetmedim. Bir “aşk savaşında” kaybettiğimi düşünüyorum. Zampara değilim ama “her bahar aşık oldum…” Aşık oldum dediysem öylesinden değil, bildiğimiz “sırılsıklam” türünden… En son aşık olduğumda evlendim. İyi bir tercih! Çıkarsız bir aşk… Kavgalı, gürültülü ve de saygılı… Üstüne üstlük bir de çocuk! “(ÇE) Tonguç… Birlikte büyüyoruz…

Bazen hangimizin “baba” hangimizin “çocuk” olduğu konusunda şüphelerim olsa da oğlumun bana “babam” deyişinden benim “baba” olduğumu anlıyorum…  Oysa ben babama hiç “babam” demedim. Sanırım yanlış şık benim… Oğlum, babama “dedem” diyor… Torunlarım bana der mi diye dert etmiyorum çünkü göreceğim konusunda ciddi şüphelerim var… Sanmasam da umarım yaşarım… İstiyorum aslında… Vakit yok!

Kardeşlerim benden önce olgunlaştı… İkisini de severim… Bir araya gelince çok mutlu oluruz. Asla iş ilişkilerimizi konuşmayız. Aile terbiyesi… Birlikte olmaktan mutlu oluruz. Mümkün olduğunca da –bayramlar, seyranlar, ölümler  ve törenlerde- birlikte olmaya çalışırız. Benden büyük kardeşlerimi severim…

Dostlara sıra gelince çok dostum olduğunu düşünüyorum… Yine de öbür tarafa dostlarım gibi yalnız gideceğim. Dostlarımla yoldaşlarımı hiç ayırmadım! Ayırmadım çünkü ağırlıklarını, varlıklarını hep aynı hissettim. Yoldaşlarım hep bir adım önde olsa da bana, bize yetişen dostlarımız da oldu. Aynı düşünmesem de… Dost zaten böyle bir şey… Yoldaş ise sırtımızı dayadığımız kişi… Ayrım yaptığımı sandığınızı biliyorum ama değil!  

Ben buyum…

Tepenizden geçerken Çanakkale’nin rüzgarı ve yahut bir yerinizde pireler tepişirken arkanızda bıraktığınız ülkeyi bir kez daha düşünün derim. Çocuklara bıraktığımız Çanakkale’yi bir kez daha düşleyin… Çok katlı bir yat otoparkı olan bir Çanakkale… ALTINI üstüne getirdiğimiz bir Çanakkale…

Çocuklarımızın bize edeceği “sevgi” dolu küfürleri bir kez daha düşünün…   

Peki, siz kimsiniz?

-geMici-

BATI-feneri ÇAKMAYA DEVAM EDİYOR…  

9 Mart 2012 Cuma

18 Mart Önerilerim… Hem de şimdiden…


18 Mart Önerilerim… Hem de şimdiden…

Mart ayındayız… (Nasıl bir büyük keşif!) Hatta 18 Mart haftasındayız. Haftaya Pazar 18 Mart… Bu hafta artık hazırlanırız ne de olsa kabinenin –son sekiz yıldır olduğu gibi- tamamına yakını burada olur. Gelmeseler bile –en azından- fahri bakanımız Ulaştırma, Denizcilik ve Haberleşme Bakanı Binali Yıldırım kesin gelir… ÇTSO için bence bu büyük bir fırsat… Bu fırsatı değerlendirip –kısmen de olsa tamamlanan -yat otoparkı sürecine katkısı sağlanmalıdır. 

Belli olmaz belki Çevre ve Ormancılık Bakanımız Sayın Prof. Dr. Veysel Eroğlu da gelebilir… (Belli olmaz diyorum çünkü Çanakkale’de orman olmadığından dolayı gelmeyebilir. Çanakkale Orman Bölge Müdürlüğü kaldırıldı. Demek ki orman yok! Orman yoksa müdürlük de yok! Haklısınız! Elle tutulur bir çevremiz olmasa bile Çevre İl Müdürlüğü var! Gelebilir…) İşte o zaman çift kaymaklı ekmek kadayıfı olur…

Düşündüm de (Bazen düşündüğüm de oluyor demek ki… Aslında düşünmemem lazım. Hatta bizlerin hiç düşünmemesi lazım. Bizim yerimize nasıl olsa düşünenler olur. Örneğin Bülent abim düşünür, Mert abim düşünür, Tez abim düşünür, Gökkuşağı abim düşünür, Muzaffer abim düşünür… Hatta yetmez daha fazlası da düşünür hatta bizim düşündüğümüzün de fazlasını… Sonra da yaparlar… Düşünmek gereksiz enerji kaybı. Bizler için yani… Neyse…) bu yat otoparkını biz niye tek katlı yapıyoruz? İşte bunu düşündüm… Bize bu yat otoparkı yetmez! Çift katlısı daha şık durur… Biraz zorlanırız ama tripleksi daha da şık durur… Kapasiteden ve yerden kazanırız… Hatta dünyada da bir ilke imza atmış oluruz…   

Sayın Ulaştırma, Denizcilik ve Haberleşme Bakanımız Binali yıldırım Çanakkale Boğaz Köprüsü için gereksiz yere uğraşıyor… Zaten köprü hazır… Yat otoparkının ucuna açılır kapanır bir “baskül köprü” eklenirse aynı anda hem yat otoparkımız olmuş olur hem de Birinci Çanakkale Boğaz Köprüsü gerçekleşmiş olur.  Bir taşla dalda kuş kalmaz. Ama bakanımız “Olmaz! Boğaz Köprüsünde ille de benim imzam olacak” derse –ki yerden göğe kadar haklıdır- ikincisini de düşündüğü bir yere yapabilir. Hiçbir sorun yok! Eşzamanlı iki köprümüz olmuş olur. Körün istediği bir göz…

Çok katlı yat otoparklı boğaz köprümüz şimdiden kutlu olsun! Memleketime bir küçük hizmet de benden olsun… Helal olsun!

50 yaşımdan sonra zekam mı açılıyor ne? Bak aklıma durup dururken bir şey daha geldi… Şimdi Orman ve Çevre Bakanımız hazır geliyorken geleceğimiz olan ALTIN işine de bir el atmalı… Potansiyel altın bir an önce çıkarılıp “pay pay” yapılmalıdır.

İçimizdeki Çanakkalelilerden bir an önce kurtulursak yırtarız. Yoksa ne memleket gelişecek ne de bir geleceğimiz olacak. 

Şimdi bunlara “evet ama yetmez” diyorsanız ek önerilerim de var…

Ek öneri bir; Çimenlik Kalesi’ni beş yıldızlı otel yapılsın… ÇTSO bu işi planlasın, örgütlesin ve uygulasın!

Ek öneri iki; Kordonboyu gümrüklü alan ilan edilsin! Önüne gelen girmesin! Denize bakmak katiyetle yasaklansın.

Ek öneri üç; Yalı han’ı ve çevresi özel turizm bölgesi ilan edilsin! Yatırım planını yine ÇTSO örgütlesin.

Ek öneri dört; Kangırlı Köyü boşaltılsın. Köy Muzaffer abiye devredilsin. O da otantik turizm köyüne dönüştürsün. Kaçak et kesilsin!

Ek öneri beş; Atik Hisar barajının suları boşaltılsın. Su havzası altıncılara devredilip siyanür barajına dönüştürülsün. (Zaten olacağı bu!)

Ek öneri altı; Davultozu ve minare gölgesi yatırımlarına hız verilsin. Fizibilitesini üniversite yapsın. İşletme ve yatırımını Bülent abim çözsün!

Ek öneri yedi; Çin işi Japon işi bunu yapan iki kişi olsun!

Ek öneri sekiz; Kent Konseyi kaldırılsın, Patagonya’ya kurulsun.

Ek öneri dokuz; Çanakkale özelleştirilip –ama tümden- tek ve yekpare olarak devredilsin. (Yau kime devredileceğini de ben mi düşüneceğim. Bunu da Bülent abim düşünsün. Her şeyi benden beklemeyin.)

Ek öneri on; Kırmızı don olsun! (Maksat kafiye olsun.)  

Memlekete bir yararımız dokunmuştur umarım… O kadar da gereksiz değilmişiz… 

-geMici-

BATI-feneri ÇAKMAYA DEVAM EDİYOR…

NOT: Önerisi olanlar mail atsın... haftaya yayınlayalım... :)

2 Mart 2012 Cuma

Oradan buradan...


Şairlerin ülkesinde şiirsiz yaşıyoruz… Cümlem bu! Ne kadar yalnızlaştırıldık. Ve bir o kadar da karanlık. Soğuğu saymıyorum… Ürktüğüm oluyor, korkumu bastırıyorum. Sermayenin arsızca saldırılarına hayret etmemeyi tarih öğretmişti oysa… “İlla da yapacağım diyorsa, kafasına yazmışsa, altının parlaklığında ısındıysa” fark etmiyor yapacaklarının sınırı… Sadece sinir katsayımızı, şekerimizi, tansiyonumuzu yükseltiyor… Boğulmak üzereyiz lakin inadına ses çıkarmaya çalışıyoruz…

Amcaoğlu soruyor; “şimdi ne oldu?” diye… Televizyonda CHP kurultayı haberlerini izlerken… Cevap vereceğim ama “ne desem” diye düşünüyorum. Aklıma “Tez elden Erhancığım” yazısı yazacağım geliyor. Sonra bir soru daha düşüyor gökyüzünden bir masal tadında… Soru elmaya benzemiyor. Mutluluk dağıtıl(a)mayacak anlaşılan…

CHP merkez ilçe başkanı kim? Geç onu CHP il başkanı kim? Bilmiyorum… Musa hocam (Musa Artam) senden özür diliyorum. (Yeri gelmişken sana özel bir not hocam; başın sağ olsun. Yoldaşını kaybetmişsin. Gelemedim.)  Sen il başkanıyken çok eleştiri yazısı yazdım. Lakin bugünü görünce senden özür dilemek farz oldu. Sen her gün mevzileri doldururcasına açıklama yapar, gündeme yön verirdin. İyi çalışmışsın. İyi mücadele etmişsin. Seni şimdiyle kıyaslamak, hem sana hem bana haksızlık olur…

Amcaoğlunun sorusunu düşünüyorum. Cevap vereceğim ya… Cevabı bir türlü toparlayamıyorum…

“Çanakkale’nin geleceği altında” manşetleri atılıp “beyanatta” bulunuyorlar… Bir ikna çalışması, bir ikna çabası sürüyor… Tamam, “Çanakkale’nin geleceği altında” olsun… Peki, ama nasıl? Altıncı dostlar(!) çıkardıkları altınları Cumhuriyet Meydanına dikip, pay pay dağıtacaklar mı? Hatta ev ev dolaşıp; “Sizi Cumhuriyet Meydanı’nda göremedik. Çok da merak ettik. Nasılsınız, iyi misiniz? Payınıza 2 kilo 341 gram altın düştü. Onu getirdik” mi diyecekler… Bu nasıl bir siyanürlü gelecektir?

Aklım hala amcaoğlunda… Sorusunda… Takılıp kaldım…

Yat-otoparkı bizi sıçratacak bir proje… (miş) Öyle olmasa bunca kelli felli, yatırımcı, kaldırımcı ruhlu beyefendi bu işe soyunmazdı. Soyunduklarına göre… Yatıracaklar! Yapacaklar! Neyi? Yat otoparkını. Biz de yerimizden sıçrayacağız…  Donsuz hamamdan çığlık çığlığa fırlayıp; “bulduk bulduk!” diye haykıracağız. Neyi keşfettiysek… Ya da edeceksek! Bunca sermaye yılından sonra…

Amcaoğlunun sorusu cirit atıyor beynimin içinde…

Yat otoparkının en büyük destekçileriyle nasıl oluyor da aynı yerde duruyoruz anlamıyorum. Bir hata var! Bakıyorum adama benden hızlı solcu… Amcaoğlu değildir ama onunla aynı yerde durmam kadar normal bir şey yok! Konumumuzu belirleyen sistem içerisindeki üretim araçlarıyla, üretim güçlerinin bizlere biçtiği rol… Benim kendimi solda hissetmem kadar normal olan bir şey yok. Amcaoğlu lümpen… Ama konumumuz aynı… Tabanın tabanındayız.

Biz buradayız? Peki, Erhan Tez nerede? O da ya bürosundadır ya da müstakbel yat otoparkının yanındaki “park yeşil”de… Aynı yerde durmamız mümkün mü? Değil…

Cevabı buluyorum… Amcaoğluna anlatıyorum… Diyorum ki; “Amcaoğlu biz emeğiyle yaşayanız. Ranttan mantan anlamayız. İyi kötü biliriz. Çıkarlarımız olmaz. Çıkarımız halktır. Senin benim sorunumuzu anlamayan, içselleştiremeyen bizi temsil edemez! Nereden anlayacak bizi? Gelen baharı, şairleri, şiirleri, sevmesini, düşeni, lüferi…”

Amcaoğlunun kafasının üzerinde yanan 4 X 4 ampulü görüyorum… Oysa o hep oradaydı ama sönüktü. 


“Şimdi anladım” diyor…

-geMici-

BATI-feneri ÇAKMAYA DEVAM EDİYOR…