31 Ekim 2013 Perşembe

Bu memlekette şaşırmak garip olur…


İki nükleer santral kurmaya kararlıyız… Teknolojinin gerisinde kalamayız. Tamam, da nükleer santralin elektriği kesilirse ne olacak?

Metronun elektriği kesilince iner yürürsün… Hatta Pekin’den Londra’ya kadar… Biraz zaman alır ama yürürsün… Nükleer santral evdeki piknik tüpüne en fazla form olarak benzer… Maazallah elektriği kesilirse işte o zaman işimiz Galatasaray’ın Avrupa zaferi kazanmasından sonra yaşanan maganda sevincine de benzemez…

“Hadi canım olacak iş mi? Adı üstünde nükleer santral. Elektrik mi kesilir” demeyin… Bu nükleer santraller “maşallah” ve “nazar boncuğu” ile çalışmıyor. Adı üstünde nükleer…

Muhalefet bu konuda ne düşünüyor acaba? Tartışmaya büyük bir olasılıkla “türban”dan girip “çarşaftan” çıkarlar. Çalışan bayanların başında bone ile girmesinde ısrar ederler. Türbanla çalışan nükleer santral çalışanı Japonları pek etkileyecektir. Başbakan Shinzō Abe iki Elham bir Fatiha kesin okur… Bilir bu işleri… Nükleeri yapan duasını da elbet edecek!

Ayrıca gelecek seçimler Romanya’da yapılırsa Viktor Ponta kesinlikle anamuhalefete düşeceğini de ekleyeyim… Hem oran bizdeki gibi % 50, % 50 olmayacaktır… Çok daha yüksek bir oran bekliyorum. Viktor Ponta, Türkiye’de de baraj altında kalacaktır.

Bir ara sınırda ne olduğu belli olmayan bir madde bulunmuştu. İncelensin diye Küçük Çekmece Nükleer Araştırma Merkezi’ne verilmişti de orada çalışanlar bu ne olduğu belli olmayan cisimden kaçmaya çalışmışlardı. “Koş leyn koş nükleer…” Sanki ışık hızından fazla koşuyor…

Bu nükleer dediğiniz şey bir tür ışık…

Çernobil’le bile dalga geçen bizler için bu konu pek mühim değil gibi durabilir… Çay içmeye devletin en tepesinden en altına kadar devam edebiliriz… Bize dokunmaz anladık da bunca kanser vakasının hızlanarak artmasının tek sebebi sadece değişen besin tüketimimize bağlamak, besinlere haksızlık… Çayların payı bu işte ne kadar acaba?

Cumhuriyet’in 90. yılında Pekin ile Londra’yı bağlamışken 100. yılda “The End” demenin ne gibi bir manası var?

Zaten mevcut termik santraller yeteri kadar iç karartıcı durumda… Yaktığı kömürden daha kara! Şimdi de nükleerle oynamak elma şekeriyle çocuk kandırmaya benzemez. Tabi ışık hızında koşabiliyorsanız sorun yok!

Ayrıca ne oldu da şimdi türbanla meclise gelmeye akıl ettiler bunu anlamak mümkün değil. Benim zekam buna yetmez. Seçildiklerinde akıllarına gelmeyen şey şimdi ne oldu da geldi… Seçime çeyrek kala “Gezi” etkisini kaldırmak olmasın?

Olur mu olur.

Bu memlekette şaşırmak garip olur…

CHP ve meclis muhalefeti nasıl tepki verir bilmem… Benim bildiğim seçim hattına girdiğimizdir. Özgürlükler “Gezi” ile olur… Türbanla olacak özgürlük sadece “seçim yatırımıdır…”

Yutan yutar… Yutmayan sandıkta!

-geMici-



BATI-feneri ÇAKMAYA DEVAM EDİYOR….

28 Ekim 2013 Pazartesi

Turşunun sırları…

Şimdi yeşil domatesleri tek tek yıkayıp bir köşede tutacaksın… Sonra kereviz, havuç, sarımsak, kırmızıbiber, başak biberi ve birkaç yeşil domatesi ince ince kıyıp hazırlayacaksın. Bu senin harcın olacak! Sonra önceden yıkayıp bir kenara koyduğun domatesleri ortasından ikiye yarıp hazırladığın harçtan bir çorba kaşığı tıkıştıracaksın…

İçine malzemesini koyduğun domatesleri –mümkünse- cam gumbaya (küp) dizmeye başlayacaksın…  Dolduktan sonra bir limontozu, tuz ve bir kesme şekerle salamurayı hazırlayacaksın. Kapak hizasına kadar hazırladığın salamurayı dolduracaksın…

Bitti mi? Hayır… Bundan sonrası “sır…” Sır ama ben size bu sırrı da anlatacağım… Gumbaya bir avuç nohut atacaksınız. Mayalandırmayı sağlasın diye… Sonra turşunuzun sıvımaması için bakla kadar sönmüş kireci bir tülbende küçük çıkın yaparak içine atacaksınız.

Artık kapağını sıkı sıkıya kapayabilirsiniz ama önce artan kereviz saplarından yaptığın tacı en üste yerleştirin ki üsteki domatesler suyun üstüne çıkıp bozulmasın. Şimdi kapağı iyi kapatın…

Evin güneş görmeyen bir yerine koyun. Ortam serinse uzun zaman da olacaktır. Hafif mevsim normallerinin üzerindeyse kısa zamanda domatesler renk değiştirmeye başlayacaktır. Limon sarısına döndüğünde turşunuz hazır…

Olduktan sonrası kolay… İster tarhana çorbasının yanına ister rakının yanına… Nasıl isterseniz öyle tüketin. Domatesler size teslim!

Babaannem Selanik göçmenidir. Bir hafta turşu kurardı. Ben de onu izlerdim. Aklımda kalmış. Artık ortada sır mır kalmadı. Herkes yapabilir… Bilgi paylaşıldıkça büyüyor… (Mevzuyu nereye bağladım J )

Özünde yapmak istediğim farklıydı… Bülent abim için yazdığım yazılarla Bülent abim için yazılmamış yazılar arasındaki ilgiyi ölçmek istedim hepsi bu… Bakalım kim fazla okunuyor…

Haftaya oturup istatistikleri yayınlayacağım. Lakin sizin de –mutlaka- bildiğiniz gibi istatistik yalan söylemenin bir başka türüdür… 

Bugünlerde bol bol bu istatistiklerle karşılaşacaksınız… Seçim demek istatistik demektir ya ondan yani… Siz yine sandığa gittiğinizde…

Turşuyu kurduk ama bu perhiz nasıl kuracağız bir de ona bakmak lazım… Turşu tarifi hakikattir, şakası yoktur. Anlarım bu işten…

J

-geMici-

gemici@yandex.com

BATI-feneri ÇAKMAYA DEVAM EDİYOR…


Cumhuriyet Bayramı’nızı kutlarım… 90. Yıllı da böyle kutlayalım bakalım ne olacak! Ben çocukken sonu “0” ve “5”le biten yıllarda bir başka coşku yaşanırdı. 50. Yılı hatırlıyorum… Yüzüncü yıla doğru geri sayım da başlamış oldu… 

Bu sefer farklı! Destekliyorum…

 
Ondan daha iyisi yok. Zeka, yaratıcılık, liderlik, pazarlamacılık, halkla gerçek ilişkiler, diplomasi, öngörü, sınıflar üstü yaklaşım vs… Tamamı da bir bünyede nasıl bir araya gelmiş insan hakikaten şaşırıyor…
Biga, Karabiga, Lapseki üçgeninde yapılacak termik santraller hemen durdurulsun. Yapılacaksa bile bir kişiye o da benim abim, Bülent abime verilsin… Yaparsa o yapsın. Yapmazsa kimse yapmasın. En iyisini abim yapar…
Çünkü yapmaya alıştı…
Başlangıçta yaptığı termik tabi ki acemilik dönemine rastladı. Hataları vardı tabi… Olur bunlar hangimiz hata yapmıyoruz… Lakin ikincisini yaparken o malum hatalarının bir kısmını giderdi. Şimdi “ustalık” dönemine hazırlanıyor…  
Tertemiz bacalı termik santrali… E, zaman içinde olgunlaştı. İşi geliştirdi. Öğrendi. Şimdi temizinden yapacak…
Mesela adamın işi ne?
Bakkal, gardırop yapımcısı falan filan… Şimdi bu adama güvenip de termik yaptırırsan ne olur? Doğan görünümlü şahin olur. Yani içi olmaz. Benzemez…
Herkes bildiği işi yapsın!
Termiksel alanı da Bülent abime bıraksınlar… Bıraksınlar ki, nasıl yapılacağını, becerileceğini cümle aleme göstersin. Kanıtlasın kendini. Açın önünü… Uçsun gitsin… Bizi de fezalara götürsün!
Altıncıların yerinde olsan geçici bir süre için altın mevzusunu Bülent abime devretsinler. Nasıl becerileceğini göstersin. Mutlu olalım!
-geMici-
BATI-feneri ÇAKMAYA DEVAM EDİYOR…
Kutlama mesajları:
AKP Çanakkale Belediye Başkan adayını şimdiden kutluyorum… Yaptıkları yapacaklarının kesin teminatı. Neler yaptı mesela… Altıncıların önünü açtı. Şimdi ”Kazdağılarında bir ağaç kesenin bende…” tarzında çevre dolu açıklamalar yapmaya başladı. Zannedersin ki, onun değil de benim halamın tarlasına termik santrali dikiliyor… Çevre koruma anlayışı ancak bu kadar ileriye taşınır… Bravo valla! Biz salağız ve söylenenleri unuturuz.
Kutlarım…
Birkaç gündür tarım ilaçlarının vahametinden bahsedilen yayınlar yapılıyor… Gerçek tehlikenin(!) altı çiziliyor. Yazılanların tamamı doğru… Bilin bakalım bu tarım ilaçları nereden geliyor ve kim izin veriyor? Bu ilaçların muadili olan ve çevreye minimum zararı olan tarım ilaçlarının önünü kim kesiyor?
Var mı cevap? Tabi var…
Amaç cevap aramak değil ki… Hedef saptırmak! Hedefteki altın tekellerinin sesi olmak! Bunu da gazetecilik adına yapıp büyük habercilik yaptığını sanmak!
Kutlarım…

21 Ekim 2013 Pazartesi

“Çanakkale İl Logosu”

Hakikaten bazı zekalar bu kentte fazla geliyor sanki…

Bülent abim yine büyük hedeflerinin peşinde koşmaya devam ediyor. GMKA’dan aldığı parayla Çanakkale il logosu yarışması yapıyor. Logoyu çizene 10 bin tl…

İnsanın aklına iki şey geliyor… GMKA’nın parasıyla yarışma düzenlemek, Çanakkale bu kadar ucuz mu? Cümlenin ilk yarısı için söylemek istediğim cümle sayısı kabarık. Bu yüzden susuyorum… J  

Cümlenin diğer yarısı için de Bülent abimin elini cebine atacağından eminim. Birincilik ödülünü bu seviyede asla bırakmaz! J En az bir sıfır daha ekler… Bülent abim öyle başkasının parasıyla iş yapacak cinsten bir başkan değil… Benim nazarımda bıraktığı imaj bu! Böyle düşünüyorum. Belki de böyle düşünmek istiyorum…

Yaptığı işler trilyonu bulmazsa kılını bile kıpırdatmaz… Nereden mi biliyorum. Yaptıklarına ve projelerine bakıyorum en ucuzu birkaç trilyondan başlıyor. Bizi aşan rakamlar yani… 

Anlamıyorlar seni abi… Yat limanı yattı ama rakamları okuya bilene aşk olsun yani... Termik santralin maliyeti benim matematiğimi kesin aşıyor… Örnekler çok… Hepsi de sürdürülebilir rakamlar. J

Şimdi böyle maliyetli işlere imza atan, imza atmaya çalışan çalışkan Bülent abimin “il logosunu” nereye yapıştıracağını anlamış değilim. Elbette vardır bir yeri… Bizim bilmediğimiz, görmediğimiz hassas bir nokta!

Bir kere Valilik bu il logosunu nerede kullanacak? Onların logosu var. Belediye kullanır mı? Acaba? Sanmam… Herkesin alıştığı bir logosu var.

Peki bu il logosu ne işe yarayacak? Çanakkale’de üretilen altınların üzerine damga olarak kullanılabilir mi? Neden olmasın canım Çanakkale, neden olmasın… Pek de yakışır… O zaman birkaç önerim olabilir. Örneğin logoda kullanılacak ana renk siyanür tonlarında olmalı. (Öyle bir ton var mı acaba?)

Altıncıların kullanacağı logoda alışılagelmiş kent figürleri yerine Kanada tarzında çınar yaprağı olabilir. Islak zemin üzerine damlama sistemiyle eriyen kayaçları temsilen yarısı ısırılmış bir evciler elması mesela… Biraz çalıntı olduğunu kabul ediyorum…  Siyanür etkisinin hafiften yumuşatan bir etki yaratacaktır. Yarısı ısırılmış ya da yarısı soyulmuş elma figürü…

Ayrıca termikçileri de logoya katmakta yarar görüyorum… Logonun bir tarafından İtalyan tarzı ince uzun ya da İran tarzı kısa kalın bir bacanın (Roberto Rafcannani tarzı da olabilir) uzanması logoya bir haşmet kazandıracaktır. 

Güç duygusu yakinen hissedilecek, hissedilmekle de kalmayıp içsellendirilecektir. Ne demekse yani… Kent birden komple termikçi olacak ve bu işi fetişist boyutlarda yaşamaya başlayacaktır.

Hayali bile adamı feci etkiliyor… Tabi logo formu; rüzgarın biçimlendirdiği sahil kumulları tarzında olmak şartıyla… Dağlardan bahsetmiyorum bile… Kaz ayağı formu da fena değil. Perdeli…

Kendisi gitti logosu kaldı koskoca kentin diye efsaneler yazılacaktır mutlaka. Ve bu efsanelerin yaratıcısı Bülent abim olacaktır… İşte bir kentte damgasını vurmak buna denir.

Elalemin CMKA’sıyla bir kent Logo’su ancak bu kadar şık durabilir.  Önce çizelim, sonra takacak bir yer nasıl olsa buluruz…

Hakikaten bazı zekalar bu kentte fazla geliyor sanki…

-geMici-



BATI-feneri ÇAKMAYA DEVAM EDİYOR…

13 Ekim 2013 Pazar

Tarih dediğin zamansız yakalandığın mahcubiyet!


Bunca yalandan sonra olmayan beynim kafatasına sığmamaya başladı. Yalan çok… Ayıklayamıyorum… Aynı düşmanlarımı ayıklayamadığım gibi! Kaosun ortasındayım aynı “dün” olduğu gibi! Hep benzer yani…

Pirinç tepsisinde taş olsa eyvallah… Taşın arasında pirinç arıyoruz…

Tarihe bak! Arasında gezinmeye kalksan göreceğin sadece savaş ve onun tozu dumanı…
Bu kadar kısa hayatta tarihe bak! Rezalet!

Tüm bu rezaletin arasında “adam” arıyoruz! Biz varız leyn! Birkaç “iyi adam…” Kendimi saymıyorum. Birkaç dost diyelim, birkaç da sevgili… Hepsi Ernest Hemingway tarzında…

Bizimkisi çoklu tarih arası bol karışım… Selanik de var, Giresun da… Kangırlı da, Seddülbahir de… Hepsi benim… Çoğu da tarih… “Ander Sevdaluk”

Mesaj falan değil, hayat…

Nereden Kazdağı’ysa… Biraz yüksek, biraz serin, biraz direnme… Şüpheli bir durum var dağlarda… “At Çukurun’da tanışmadığımız bir “adam!” Türkmen! Hepsi “Türkmen…” Tamamı dost ve güven! Hay-huy yok! Ne konuştuysak o…

DOST!!!!!!

Bilmezdim dağımı ama şimdi kaybolmam… “Dağ” benim!

Düşüşün takvimi olmuyor…

Kaç kişi kaldık diye soldan say! 1-2-3! Ardı yok! Tane-i pirinç…

Çok bilindik bir sakalın avuntusunda duygusuz da olabiliriz ama direncimiz hep var! İşte “o” noktadayız… Zor falan da değil. Varsak varız!

“Diren” kelimesi komitelere kadar gider… Örnekleri kocaman bir tarih! Yolcuysan yoldasın demektir…

Hemen kaçma!

“Ben” hep buradayım… Yaşlandığımda yanımda ol…

Yaşarsam yani…

-geMici-


BATI-feneri ÇAKMAYA DEVAM EDİYOR…






7 Ekim 2013 Pazartesi

“Evet ama Yetmez”den YETER’E…

Böyle başladı yutturmaca… Yutan yuttu, yutmayan “gezi…” Zaten yutulacak boyutta üretilmişti “referandum.”

Özgürlükler gıdım gıdım alınır… O gıdımlarda mücadele vardır. Acı istenmez ama vardır!

Bugün 24 saat “önce” gözaltı yasal! Doğuştan şüphelisin çünkü… Suç? Suç işlemeye meyilli olmak! Pek güzel bir özgürlük hareketi… Demokratik(!) “Azınlık Raporu” filmi bilim kurguydu şimdi gerçek olmak üzere! Bilimin olmadığı bir ülkede…

Hiçbir özgürlük, demokratik hak anayasa ile alınmaz… Bir şey verilmişse alınabilir de… 

Birileri kendince “özgürlük(!)” dağıtıyor… Özgürlük alanlarını genişletiyor (muş) gibi yapıyor…

Sonra?

Şüpheliyiz… Olağan şüphelileriz… Olmaması gereken olmak üzere! Yetmez! Toptan faşizm… İdeolojinin geri vitesi…

Din, bir inanç sistemidir… İçinde demokrasi, özgürlük, bilim aranmaz! Ya inanırsın ya da inanmazsın hepsi bu! Hayata sadece katılır… Müdahalesi olmaz! Bugünün gerçeği değil bu yazılanlar…

Liberaller, “evetçi” solcular, hafiften cayanlar, kırılma noktasında çökenler, yılmışlıklarının ardına gizlenenler… YETER!

Üçüncü yolu bir kez daha düşünmek zorundayız! Her zaman bir tercihimiz var! “Evet” diyen solcular AKP’ye mi destek verdiler? “Hayır” diyen solcular statükoya mı destek verdiler? 

İnanmak istemem… Katılmak istemem… “Yok böyle bir şey” demeye ihtiyacım var!

Üçüncü yolu bir kez daha çizeceğiz… Yeniden “tercih” olmak zorundayız!

Örgütlenme alanlarında olmak zorundayız. Terk ettiğimiz alanları tekrar doldurmak zorundayız! Yeni örgütlenme alanlarında olmak zorundayız! Toplumun yeniden lokomotifi olmak zorundayız…

Demokrasi, özgürlük paketlerle değil, kitlelerle olur!

Uyduruktan politikalarla geldiğimiz özgürlük bu kadar olur….

Demokrasi mi?

Önümüzde yaşanacak çok bahar var…

-geMici-


BATI-feneri ÇAKMAYA DEVAM EDİYOR…


(+) (-)

Başbakan Yardımcısı Beşir Atalay, Demokratikleşme Paketi’ne ilişkin “Burada yasal düzenlemelerle ve idari düzenlemelerle yapılması gerekenler var. Kamuda kıyafet, Mor Gabriel, Andımız’la ilgili düzenlemeler bayramdan önce tamamlanacak. 2 gün içinde Resmi Gazete’de yayımlanabilir” dedi

Çelik, Beyaz Tv'de katıldığı bir programda kimsenin kılık kıyafetine karışmadıklarını söyledi ve ekledi “Dün bir kanaldaki, yarışma programında sunucu öyle bir kıyafet gitmiş ki olmaz bu yani. Kimseye karıştığımız yok ama çok aşırı. Dünyada da kabul edilemez” dedi.

Bu cümleler hükümet üyesi bakanlardan… Tabi dünyadaki hangi noktaya baktığınızla ilgili... 

Baktığınız yer Orta-Doğu dolaylarıysa bakan haklı. Zaten özgürlükler üzerinden nereye doğru bakarsanız “özgürlük” kavramı da oraya doğru yaklaşıyor.

Özgürlüğün tanımı tabi ki “mutlak” değil. Bir paket de değil… Yasal çerçevesi de zaten bu yazının konusu hiç değil.

Özgürlüğün bir duygu olduğunu düşünüyorum. Yaşadığımız hayatın bir duygusu. Telaşasız, tedirgin etmeyen, “şimdi” ve “yarın” güvenli bir duygu… Siz diğer duygularınızı da ekleyebilirsiniz ama tüm bu duyguların tek ortak noktası denklemin + tarafında olmasıdır…

Zaten eşitliğin diğer tarafı faşizm ile tanımlanıyor ve onun kitabında da böyle bir kavram yoktur.
Rahmetli dışişleri bakanı Turhan Güneş’in 70’li yıllarda meclis genel kurulunda anlattığı bir fıkra sanırım buraya cuk oturuyor…

AP’nin (Adalet Partisi) önde gelen millet vekillerinden bir kürsüden şu fıkrayı anlatıyor…
“Demokratik ve özgür ülkelerde sabah saat 05’te evin zili çaldığında evin hanımı sütçü geldi, deyip yatağından kalkar ve kapıyı açtığında sütçü ile karşılaşır.” Ama diktatörlüğün olduğu totaliter rejimlerde sabah saat 05’te kapı çaldığında evin hanımı sivil polis geldi der ve kapıyı açtığında evi sivil polisler basar.” Diye anlatır.

Turhan Güneş söz alıp kürsüye çıkar ve AP milletvekilinin anlattığına ek yapar…

“Bir de bizim gibi ülkeler vardır. Sabah saat 05’te kapı çaldığında evin hanımı sütçü geldi diye kalkar. Kapıyı açtığında kapıdakinin sivil polis olduğunu görür.” Der ve kürsüden iner…

Totaliter rejimlerde “özgürlük konuşulan bir yer değildir. Burjuva demokrasisinin de olduğu yerlerde kabul edilmiş özgürlüğe müdahaleler olmadığı sürece pek konuşulmaz…

Özgürlük, özgürlüğün en çok konuşulduğu yerde sadece konuşulan öznedir… Paket dediğin birkaç kararname ile halledilebilecek bir şeydir.

Özgürlük ise yerleşik duyguların toplamından çok daha fazlasıdır…

-geMici-


BATI-feneri ÇAKMAYA DEVAM EDİYOR…

NOT: "Ya bu sabah haberlerde izledim. Karabiga'da mahkeme kararıyla durdurulan termik inşası devam ediyormuş. Jandarma baskın yaptığında kamyonlar paslanmasın diye hareket ettiriyoruz diye gayet inanılır bir gerekçe sunuyorlarmış.Ülkenin geldiği hale bak.." Bir arkadaşım son yazımın altına böyle bir yorum - haber eklemiş. Çok güldüm... Şimdi gülümseye bilirken gülelim de öldürüldük sonra susarız... 


3 Ekim 2013 Perşembe

Bu ne ödülü?

Bir kaç yazıdır "oscar" yazısı yazmayı istiyordum, nasip Bülent abiyemiş... Kısmet işte! 

Enerji ve Çevre Fuarı ve Konferansı düzenleniyor. Katılanların tamamı enerji sektörü... Bunlar bir araya gelince birbirlerinin yüzüne rahat rahat bakabilmek için “hadi bir araya gelmişken birbirimize gaz verelim. Gazla birlikte birer de oscarcık dağıtalım ki, herkes kendi memleketine dönmeye yüzü olsun” babından dağıtılan ödülü Bülent abim almış… Derinden tebrik ediyorum…

Ediyorum çünkü kendi kendine ödül veren bir başka atmosfer kirliliği bilmiyordum. Yaşım genç öğrenmiş oldum. Ödülün adı ilginç: "ICCI 2013 Enerji Oscar Ödülleri" Yau en azından “Oscar” kelimesini kullanmayın. Kullanınca verdiğiniz “ödül” çok mu önem kazanıyor. Daha az mı bizi zehirliyorsunuz? Daha az mı insan telef oluyor? Ne yani? Anlatın da bilelim…

Ulusal basın bu Oscarlara yeterince önem vermediği ortada… Yerel medya çullamasına üstüne atladı. Neden atlamasın ki? Bir kere ödülün adında “Oscar” var. Ayrıca haber Bülent abimin haberi ve servisi… Kime yutturursan de mi abi?

Bence bu ödül tablet haline getirilip, sabah – öğlen – akşam yemeklerden sonra bir bardak şarap eşliğinde vatandaşa yutturalım. Yatsıyı saymıyorum… Zamanını bilmediğimden yani… Belki 22.00’ı geçer. Kanunlara ters düşmeyelim… Ayıp olmasın AKP hükümetine!

Mesela beş kişi bir araya gelip bir ödül düzenleyebilirsiniz. Dikkat edin adının içinde mutlaka “Oscar” olsun. Bir bakan bulun ödülü de ona verdirtin. Harika oluyor. İkna edici oluyor. Çünkü bizler onlara göre birer “seyrediciyiz…”

Basın da bizim böyle olduğumuza ikna olmuş olacak ki, haberi –hiçbir çıkar ilişkisi olmadan- manşetten verdiler. Tarih akıyor. Bir yandan kirliliğin tarafı olup diğer yandan kentli olunmayacağını öğrenecekler. Altının, termiğin sesi olup bırak Çanakkaleli, Türkiyeli olmayı Dünyalı olmayı becerememektir.

Bülent abimin iş yerinin girişinde “kazasız …….. gün” tabelası hala duruyor mu bilmem. Duruyorsa oradaki rakamın kaç olduğunu bilmek isterim. Bir de kazadan ne anladıklarını… Nasıl tarif ettiklerini…

İş güvenliği diye bir şey var ya… İşte o konuda Avrupa birincisi, dünya üçüncüsüyüz… Güvende değil, güvensizlikte… Her gün –ortalama- dört çalışan gözlerimizin önünde göçüp gidiyor…

İnsanlara “ekmek” sağlıyorum ayaklarıyla onları direk ya da dolaylı yönden -mecazi falan değil- öldürmeyi kendilerinde hak görenler bunun yanıtsız kalacağını düşünebilirler… Bugün böyle olabilir. Ama… Ama yarının ne getireceğini… Rüzgarların nasıl değişeceğini  en iyi bilenlerden biri Bülent abimdir… Bunu da mutlaka görüyordur. Ne de olsa rüzgarın esip sürüklediği kentte yaşıyoruz. Savur dumanı bize doğru. Buna da termik kafası denir… Ne kafası olduğunu soranlara!

Ben elde kalem birkaç satır karalarım gerisine karışmam… Kendi kendine ödül vermekle olmaz bu işler abi. Medyaya dağıtmakla da olmaz. Halkla ilişkiler böyle bir şey değil… Bence sen Aksaz’a çok yakışıyorsun. Bence istifa et git… Göz önünde olmak sana iyi gelmiyor. 

Tansiyonuna, patronlarına dikkat et abi… Maazallah hepsi “insan” bünyesine pek tehlikelidir.

Tamam hepsini anladım da… Sen bu çevre oskarını alınca biz neci oluyoruz, işte ben onu anlamadım…

Medyayı anlarım… Yılmaz Büyükerşenin talabesiyim… Milli Eğitim Bakanı Nabi Avcı’dan da ders almışımdır. Anlarım Bülent abi, sen biraz…

İnsanın kimyası bozulmayacak!

-geMici-



BATI-feneri ÇAKMAYA DEVAM EDİYOR…