29 Ağustos 2013 Perşembe

Ağustos’un sonuna kadar geldik…

Suskun bir Ağustos olduğunu kesin. Sadece AKP konuşuyor… Tabi arada birkaç çatlak ses çıkıyor ama o da AKP’nin gümbürtüsüne arada kaynayıp gidiyor…  Suriye ve Mısır derken çıkarılan gürültü, içerideki sessizlikle ters orantılı. Görünüşte öyle… Bakalım bu iç sessizliğin devamında ne olacak!

Mısır üzerinden ülkenin (topal da olsa) demokrasisine saldırıp. “Şeriat” seslerini yükseltip, her türlü demokratik kitle hareketini şiddetle bastırmayı kendine birincil yöntem olarak seçen AKP iktidarının bir ürünüdür. Kendi yaptıklarını görmezlikten gelip hesaplaşmayı bir başka ülke üzerinden yapmanın bir alemi yok!

Demokrasiyi içselleştirmemişlerin demokrasi ile hesaplaşması gayet normal. Tabi bu arada “yandaş medyada” çıkan ara satır haberlerinden öğrendiğimize göre Mursi’nin devrilmesi Mısır derin devletinin bir başarısı… Başarısızlığın temel nedenlerinden bir diğeri olarak da Mısır Yargısı’nın hala derin devletin elinde olduğu yazılıp çiziliyor…

Allahtan AKP iktidarı yargıya bir çeki düzen verdi de bizde böyle tehditler ve tehlikeli virajlar yok! Sonra birileri kalkıp hak, hukuk, adalet gibi bize yakışmayan kavramlardan bahsediyor… Daha sonra da birileri gözyaşlarını gülmekten tutamıyor… (Hakikaten bu gülmekten olsa gerek! Yoksa duygulanacak bir durum yok ortada…)       

Demokrasiye hazmedilemeyen bir "diğer" duygu muamelesi yapmak, bayır aşağıya giden freni patlamış otobüsün sağ salim duracağını ümit etmek gibi bir şey olsa gerek!

Bırak Ağustosu sen Eylül’e bak! İlk hafta 2020 olimpiyatlarının oylaması var… Kaybedilirse nedeni belli: direngeziparkı. Kazanılırsa AKP iktidarının başarısı… Yersen!

Ekonomideki başarı AKP iktidarının… Yalpalamaların birkaç nedeni var! Mesela ilk akla gelenler… Direngeziparkı, faiz lobisi, demokrasi falan filan… Yersen!

İki gramlık akıllarımızla bunu çözmeye kalkışıyoruz… Bilmediğimiz, anlamadığımız, bir durumda hala dik olmaya çalışarak mevcudiyeti –nasıl oluyorsa- tehdit ediyoruz ki, sürekli savunma halindeyiz. Topu alan Çanakkale savunması tarzıyla ileriye abanıyor… Bu saldırıların bir karşılığı olabileceğini akılları kesmiyor…

Vay anasına! Ne acayip bir durum… Bütün bu duygular birikirken saçma sapan CHP il, yönetimi, merkez ilçe yönetimi % 50 milletvekili ve eskiden milletvekili olup şimdi yöresel kıyafetleriyle demokrasi oyuncularından çıkan tek ses var… Mevcudiyetlerini sürdürülebilir kılmak!

Bu mudur sizin kültürünüz, tarzınız, akıl yürütmeleriniz, politik burjuvaziliğiniz ve benim aklımın kesmediği ama sizin elbette kestiğine inandığım olmayan duruşlarınız.

Ses deneme bir, ki… bir ki… Hadi leyn o mikrofon sistemin size tutuşturduğu büyük kayışın teknolojik yansıması…  

Solsan mı sayalım, sağdan mı?

Ne taraftan sayarsan say son damla aynı yere düşecek!

Zaten oldum olalı sevmedim bu ayı…

-geMici-


BATI FENERİ ÇAKMAYA DEVAM EDİYOR…


NOT: Cahit Yılmaz’ı kaybettik. Yine o kalp! Gazeteci tayfası ya faili meçhule ya da kalbe yenik düşüyor… Diren Kalp! Uzun uzun yazmanın bir anlamı var mı acaba? Masadan birer birer kalkıyoruz! Hepsi bu! 

19 Ağustos 2013 Pazartesi

“United İstanbul”

Sosyal medyada kuruldu… Taraftar girişimi! Kimse takımını terk etmedi. Kimse gönül verdiği renklere ihanet etmedi! Taraftar, bir arada durmanın dayanışmasını fark etti! Ortak değerlerini gördü! Futbolun zevkine limon sıkanları dışladı…

Amblemi siyah – beyaz üzerine “GS” ortasında da FB’nin meşe dalı… Adı üstünde “United İstanbul…” Beşiktaş’ın renkleri, Galatasaray’ın GS’si, en ortada da Fenerbahçe’nin asırlık meşe dalı! (Merak edenler sosyal medyadan bakarlar…)

Gezi olaylarında ortaya çıktı “United İstanbul…” Renklerin kardeşliği olarak başladı! Hayır! Renklerin özgürlük dayanışması olarak başladı! Böyle de devam edecek! Korktukları bu! Önlem üzerine önlem! Deplasman yasakları, davulsuz meşalesiz, slogansız, süklüm püslüm, sesiz sedasız ve de zevksiz tribünlere hoş geldiniz…

Tüm bunlar varken niye futbol var diye insanın sorması gerekmez mi? Cümleyi kez! Trilyonluk sektöre heyecansız seyirci aranıyor…  Nerede bulacaklarsa… Maçların sonuçlarına bakmayın! O sonuçlar bir öyle olur bir öyle olur… Sonucun bir anlamı yok! Siz tribünlerde oynanan oyuna bakın!

Endüstriyel futbolun parasal kepazeliği sahada ruhsuz ruhsuz ortalık yerde zevksizce dolanırken, tribünlerden yükselen coşkunun, dayanışmanın, sesi kesilen yayının anlattıklarına bir bakın! Mehmet Demirkol’un NTV’de yayınlanan Spor Servisi programında da klüpler bazında ekonomik çıkmazın umudu olarak altını çizdiği “United İstanbul” Türk Futbolunun raydan çıkmış halinin tekrar buhar kazanına dönüş halidir.

Başlangıçta buhar vardı, sonra trenler hızlandı… Buhar başlangıcı olmadan diğeri hiç olmuyor.    
United İstanbul, gezi felsefesinin futbola bulaşmış halidir…

Futbol güzel bir şeydir… Seyircisiz futbol diye bir şey yoktur. Futbol, futboldan çok daha fazlasıdır… Bırakın siz eski diktatörlerin üç “F”sini… Olmasaydı yönetemezlermiş de falan da filan da… Onlar “futbolu” kitlelerin uyuşturucusu olarak kullanmışlar…

Zaman, Türkiye coğrafyasında bir kez daha değişiyor… Futbol, direnmenin yeni adı oluyor… Tekyumruğuyla, Çarşısıyla, Solaçığıyla…

Toplamı = UNITED ISTANBUL… Özgürlük için futbol!

-geMici-


BATI-feneri ÇAKMAYA DEVAM EDİYOR…

NOT: Mehmet abimin oğlu kardeşim Kemal Bol evleniyor… Ona tüm yüreğimle kocaman bir mutluluk diliyorum. Kızımıza da, hoş geldin aramıza… Bir yerlerden de Mehmet abim de seyrediyor mu acaba? Mutlaka aramızdadır…  



15 Ağustos 2013 Perşembe

Yolcu… Bir gün herkes yolcu olacak!

Yollar benim ana konularımın başında gelir… Gelir çünkü ben bir yolcuyum… Yolcu ya da şoför olarak kullanıyorum. Yani her üç halde de beni fena halde ilgilendiriyor…

Çanakkale – Lapseki arasında 7 yıldır sürdürülen ve bitirilemeyen yolda yaz başından beri çalışılıyor. İki arkadaş inat edip her gün bir metre yol yapsaydık biz bu yolu hesaplarıma göre 2013 yılını bulmadan bitirmiş olurduk. Yolun toplamı 35 kilometre…

Hem de güle oynaya bitirir, insanların hayatlarıyla oynamazdık. Ölümlü bir kazanın olmamış olması tamamen sorumluların şansıdır…

Eski Çanakkale Bursa yolunu bilirsiniz… Yeni yol yapılınca eski yolu öldürdüler. Öldürmek ne kafasına sıktılar. Sanki eski yolu kullanmak zorunda olanlar yokmuş gibi. 7 yıldır beceremedikleri yolu bitirmemişken eski yolu kim takar de mi? Bence de… 

Seçim sathına girilince takacaklarını umuyorum…  Ondan yani… Umarım bu yazdıklarımı kendilerine dert ederler. Yoksa birileri günü geldiğinde bunları unutmayacaktır. Sanığa giden yollar da bu yollardır… Bir an önce bitirin… Köy girişleri hala bir facianın habercisidir…

Adam köye giremiyor… Girse çıkamıyor… Bence köy yollarını da Hint fakiri gibi yamamaya çalışacağınıza asfaltlayın… Bir yandan vatandaş için yol yapıyoruz deyip de köy yollarını yamalı pabuca çevirmenin ikna edici bir tarafı yok.

Madem vatandaş için yol yapılıyor, köy yollarını kullananlar başka ülkenin vatandaşı mı? Köyleri “oy tarlası” olarak tasarlamak yanlış hesabın doğru faturasıdır… Hep birlikte tanık olacağız… Pek yakında bu sinemalarda: “Yolcunun ıstırabı” ya da “Yolcu dertlerine son veriyor…”

Olayın vahametini anlatmak için -sorumlu kimse- Köy Kent Tur’a binip bir tur atmasını öneririm… Dayanabilirse… Denemesi bedava! Hem eski hem de yeni yolu da görür… Görmek ne kelime gözüne gözüne batar… Bir daha da çıkmaz umarım…

Bu yol hikayeleri bitmez… Bitmeyem Çan yolu, bir Eren Köy viyadüğü masalı, 35 kilometrenin 7 yıllık mektep tatili hepsi birer romantik polisiye roman klasiğidir… 

Çevir çevir oku! Ansiklopedi…

-geMici-


BATI-feneri ÇAKMAYA DEVAM EDİYOR…


Not: Notlar uzun, yollar kısa… Yolunuz her daim açık olsun! Siyasetin yıprattığı yolsuz, yoksul, unutulmuş köylere yolun düşmesin! Aklına geleni, kendine yontan greyder olmayın. Duble deyince aklınıza sadece yol gelmesin… Bir de başka hayatlar var…  

5 Ağustos 2013 Pazartesi

Hayırlara vesile olsun;


Rüyamda dedemi gördüm. Hep oturduğu köşeye kurulmuş sol bacağı altına doğru çekmiş, sağ bacağını uzatmış aksakalını sıvazlıyordu.

Bayrama çeyrek kala rüyada dede görmek ne manaya geliyor acaba?

Beni görünce kükredi; “Torunum!” O ne ses? O nasıl bir “torunum” demek? Yer gök birbirine karıştı sandım. Dedem gideli çok oldu. Dönüş olsaydı gelmesi yakındı… Nasıl öldüyse öyle kalmış sanki. Gözümün içine içine bakıyordu…

“Cevap da bekleme, gelmez!” Yok, o kadar da değil… Sanki dedem mezarına bir internet hattı çektirmiş de benim yazıları okuyor… “Bu duruma verilecek cevap yok! Cevapları yok!”

“Köy bizim. Cami bizim… Cemaat imamını da kendi bulur.” “Hayırdır dede, ilgi alanını fikslemişsin?” demek geçse de uzattığı ayağının yanındaki yaşlılığıyla eşit asayı görünce en iyisinin susmak olduğunu anlayacak kadar da kafam çalışır…

“Ne diyorsun dede?” diyecek oldum, hemen vaz geçtim… Düşününce haklı! Hem de çok haklı… Sen abuk sabuk sor sonra müftüden cevap bekle…

Kangırlı camii kadroluymuş. Sözleşmeli gelemezmiş… Yutarsan…

Kangırlı’nın ne istediğinin önemi yok! Büyüklerimiz senin adına da düşünür, kendi adına da… Onlar kadar da bilme şansımız yok. Çok iyi bilirler, çok iyi düşünürler, çok iyi karar verir ve uygularlar… Onlar kusursuzdur. Tamdır. Parçalanamazlar. Dediğim dediktir. Tektir ve taktir edilmelidir…

Mevzu bahis olan bir hoca ataması değildir. Yukarıdaki toplamdır…

Dedem son lafını sisler içinde kaybolurken etti; “Getirmeyin beni tekrar oraya…”

Dedem leyn o… Boru değil! Yüz küsür yıl yaşadı. Ömrünün çoğunu da hocalıkla geçirdi. Öldüğünde 1968 kışıydı. Sandık sandık kitapları vardı. Sonra büyük amcam Nevzat (O da hocadır) kitapları Lâpseki müftülüğüne bağışlamış… Her halde bir belge vermişlerdir. Kayıtlarda vardır? Acaba?

Kuşkulu kelimelerle kuşatılmaya başladı mı hayat orada vardır bir bayat! Bak üçüncü sınıf bir kafiye… Hatta sınıflayamayacağımız bir şey…

Şeker bayramınız kutlu olsun…

Bol bol tatlı yiyin, şeker gibi laflar çıksın ağızlarınızdan… Şekerinizi, ölçtürün, keten pereye gelmeyin!  

Hayat her şeye rağmen pek güzel… Bir de insanı sevmeye çalışın. Hayat daha güzel olsun!
Bayramdan sonrasına bakalım…

Gazeteci Mustafa Balbay 24 yıl… Tuncay Özkan müebbet… Hurşit Tolon 129 yıl… Yalçın Küçük 86 yıl…(Dikkatinizi çekerim hoca 75 yaşında…)

Şeker gibi bayram… Ben bayramdan sonrasına bakarım…

-geMici-

gemici@yandex.com

BATI-feneri ÇAKMAYA DEVAM EDİYOR…


1 Ağustos 2013 Perşembe

Transfer…

…olacağım da teklif yok! Bonservisim elimde. Ben Barca’yı istiyorum ama ısrarla Kangırlı Spor teklif yağdırıyor…

Yıllık bir ağaç “dut” (ekşi, kara, beyaz karışık), deniz kıyısında açık çek manzara (gece gündüz dahil, hatta dolunay da ekstrası), delikanlı kıvamında arkadaşlık, 4+1 yıl çay bedava, ağırlarda bedava yıkanma, hayat boyu mutluluk.

Tabii; Kangırlı Spor’un teklifi çok cazip… Düşünmeden kabul etmem lazım… Lakin Barca ve Reel Madrid’in İspanyol iç savaşı teklifleri de fena değil. “Çanlar Kimin İçin Çalıyor-2”yi yazmak için fena halde fırsat…

Seçemiyorum…

1978 yılında da aynı duygudaydım…

Lise 1 bitmiş, Almanya’ya uçtum… Yaz tatili gibi dursa da aslında yaz tatili değildi. İkna tatiliydi. Babam sordu; “burada okumak ister misin?” Cevabım netti! “Hayır!” 

Aklımda çilli bir sarışın Almanın plakası kaldı. Buraya yazarım ama yazmamam gerekir çünkü transfer de Alman kulüpleri özellikle Bayern kullanabilir… Sarışın + kıvırcık + çilli…

80’de okul bitmeliydi, olmadı! 81’de hiç olmadı! 82’de oldu! Pazarlıksız... Faşizm… Hiçbir tercihim olmadı. Aslına bakarsan tercihim belliydi: Özgürlük! Faşizm revaçtaydı! Yoldaşlarımı asıyorlardı. Vuruyorlardı. İşkence alışıldık bir hayattı… 

Hiç biri roman olmadı. Hiç biri öykü olmadı. Hiç biri şiir olmadı. Tamamı olmamış gibi oldu! Ama oldu!

Seçme şansımız sadece tek şıktı, o da seçilendir…

Bizden söz etmeyen başka bir hayat var… Tercihlerimizi göz ardı eden… İnkar edemeyeceğimiz bir hayat!

Bazen oğlumun kestirme cevaplarını duyunca şaşırmıyorum… Meyve işte! Düşeceği yer aynı! İsyan, kromozomsal… Şaka olmuyor… Mümtaz’la bunu çok konuştuk. Frekanslarımız haddinden fazla çakıştığı için sadece önermeler üzerine hipotez geliştirirdik. Dünyayı turlayacağımız bir “hunter” vardı, o gözcü ben “ayıp”tım… Uçup giderdik, sonra o hakikaten giderek bana kazık attı…

İlk seçimimi yaptığımda “Yeni kent”te oturuyordum ve 23 yaşındaydım. Olmadı.

Serserilik ağırdı ama hakikaten gerçek değildi… Rüzgar… Ne de olsa biz rüzgarın kentindenim… Hayat bize üfler… Üflemezse biz hayata üfleriz… Anlamak zordur bizi, bazen biz bile bizi anlayamayız.

Rüzgar…

Rüzgarın biçimlediği, hayat verdiği hayatlar yaşarız…. Burada ilk nefesinizi almadıysanız anlamak biraz zordur. Tercihsel üstünlük değildir ama hayat tembelliğidir…

Seçemezsin! Her tercih, hatadır!

Seçimlerimi ben yaptım! Hep hata… Öyle görünüyor ama aslında hep “ben” vardım… Bu, korku da olur, kendine güvenmeme de olur, ya da en fecisi hayatı çok ciddiye almamak…

Pişman mıyım?

Olamayacak kadar yaşlı, yeniden zaman yaratacak kadar kararlı…

Hayat…

-geMici-



BATI-feneri ÇAKMAYA DEVAM EDİYOR…