25 Aralık 2014 Perşembe

Bıyıkları terlememiş;

…Bir devrimci! 16 yaşında… Okuldan alınıp mahkemeye çıkartılıyor. Mahkeme tutukluyor… Şimdi içerde!

“Ne konuşuyoruz ki?”

Bende cümle kalmadı. Söyleyecek kelime de…

“Kominizim gelecekse biz getiririz” diyen, her şeyi bizim adımıza düşünüp karar veren “iktidar” anlayışı şimdi, bugün de bize “demokrasi” ve “hukuk” anlayışını dikte etmeye çalışıyor!

“Yaşasın özgürlük!”

“Yaşasın demokrasi!”

“Yaşasın hukuk!”

Cilalandırılmış kavramların ardında bambaşka bir “yeni” hayat!

Evet! Herkese özgürlük! Herkese özgür düşünceden kocaman bir eşitlik! Uygulama 16 yaş sınırına kadar geldi! “18 yaşın altında özgürlük, eşitlik, hukuk olmaz!” Olsa olsa gözdağı olur!

Yılgınlık yok! Toparlarız hayatı! Çok daha kötü süreçlerden geliyoruz! Darmadağınık hayatlarımızı toparlayarak, birleşerek, büyüyerek, bir olarak geliyoruz!

Birbirimizin yanında dimdik duruyoruz!

kararmasın yeter ki sol memenin altındaki cevahir!
Dünyadan memleketinden insandan / umudun kesik değil diye / ipe çekilmeyip de atılırsan içeriye / yatarsan on yıl on beş yıl / daha da yatacağından başka / sallansaydım ipin ucunda / bir bayrak gibi keşke / demeyeceksin / yaşamakta ayak direyeceksin. / Belki bahtiyarlık değildir artık / boynunun borcudur fakat / düşmana inat / bir gün fazla yaşamak. / İçerde bir tarafınla yapayalnız kalabilirsin / kuyunun dibindeki taş gibi / fakat öbür tarafın / öylesine karışmalı ki dünyanın kalabalığına / sen ürpermelisin içerde / dışarda kırk günlük yerde yaprak kıpırdasa. / İçerde mektup beklemek / yanık türküler söylemek bir de / bir de gözünü tavana dikip sabahlamak tatlıdır ama tehlikelidir. / Tıraştan tıraşa yüzüne bak / unut yaşını / koru kendini bitten bir de bahar akşamlarından. / bir de ekmeği / son lokmasına dek yemeyi / bir de ağız dolusu gülmeyi unutma hiçbir zaman. / Bir de kimbilir / sevdiğin kadın sevmez olur ufak bir iş deme / yemyeşil bir dal kırılmış gibi gelir / içerdeki adama. / İçerde gülü bahçeyi düşünmek fena / dağları, deryaları düşünmek iyi / durup dinlenmeden okumayı yazmayı / bir de dokumacılığı tavsiye ederim sana / bir de ayna dökmeyi. / Yani içerde onyıl on beş yıl / daha da fazlası hattâ / geçirilmez değil / geçirilir / kararmasın yeter ki /
sol memenin altındaki cevahir. (Nazım Hikmet Ran)

Şimdi şairlerin zamanı!

Latin Amerika devrimleri aynı zamanda şairlerin devrimidir!

-geMici-


BATI-feneri ÇAKMAYA DEVAM EDİYOR…

   

23 Aralık 2014 Salı

Ne konuşuyoruz ki;

Bundan sonra yapılacak tek şey "bir" olmaktır! İkinci bir alternatifimiz -şimdilik- yok!
Hatalarımız olacak... Yanlış kelimeleri yan yana getireceğiz. Bunlar olur... Ama, hayata dair iyi niyetlerimiz var. Her şeyden önce geleceği yeniden tasarlayabiliriz. Hem de birlikte...
Bu az bir şey değildir... Faşizmin tam ortasında bize düşen yeniden ayağa kalkmaktır! Bize bu yakışır! Hem de çok!
Özgürlüklerimiz bir pazarlık unsuru değildir! İyi ve hakça yaşamak bir pazarlık konusu olamaz! Eşitsizliğimiz bir pazarlık konusu değildir!
Eğitimde yaşanan faşist, baskıcı, gerici, bilim dışı, aklın ve bilimin ret ettiği her şeyin karşısında durmak bugünün ve geleceğin zorunluluğudur!
Üreten biziz! Sürünen de biziz! Madenlerde, inşaatlarda, fabrikalarda ölen de biziz! Her şeyin riski bizde, yaşayanlar, çalanlar hayatta! Bu nasıl bir eşitlik? Bu nasıl bir paylaşım? Bu nasıl hayat? Bu nasıl bir hayat?
Sığınacağımız "hukuk alanı" şimdi yok! Bizden çaldılar! Özgür düşünceyi, düşünmeyi çaldılar! Hayatımızı çaldılar... Çocuklarımızın geleceğini!
Elimizde bir tek sokaklar, meydanlar kaldı. Elimizde kalanlara sahip çıkmaz zorundayız!
"Kopenhag Kriterleri" şimdi yalan! Yok böyle bir şey...
Bizim de susma hakkımız yok!
İtiraz! Her şeye itiraz! Böyle bir geleceğe itiraz! Birlikte itiraz! Meydanlara, alanlara! İtirazınız yoksa geleceğe müdahale edemezsiniz! Yoksunuz! Konuşmayın!
Hayatın tam ortasında alanlarda olmanın şimdi tam zamanıdır!
Bizden çalınan hayatları geri almak bizim mecburiyetimizdir!
-geMici-
gemici@yandex.com
BATI-feneri ÇAKMAYA DEVAM EDİYOR...

14 Aralık 2014 Pazar

Kucaklayan kucaklayana. Sınırsın ki er meydanı!

Demokratik bir şekilde yukarıdan seçilerek atanan AKP il başkanı ilk açıklamasını sıcağı sıcağına yapmış: “Çanakkale’yi kucaklayacağız.” Sanırım KPSS sınavı yapacak. AKP il başkanı Çanakkale’yi kucaklamayı bıraksın da Çanakkale onu kucaklamasın!

Demokratik(!) atanmayla gelenlerin abuklukları sayesinde geldiğimiz nokta tam da burasıdır!

Çanakkale İl başkanları konusunda çok şanslı… Sanki demokrasiyi keşfetmişiz, ona yeni bir biçim vermişiz modundayız! Yeni algımız bu! Tam da 17 / 25 Aralığın arifesinde!

FuatAvni twitterda yapılacak operasyonu ifşa edince ortalık karıştı. Ardından operasyon suya düştü. Yine FuatAvni aynı adresten “Tiran”ın nasıl öfkelendiğini anlattı. 14 Aralık sabahı Türkiye gündem değiştirmeye yönelik paralel operasyonla uyandı. 

17-25 Aralık’ta ortaya çıkan paralar kimindi? Tapelerin doğruluğu da ortadayken bu “fiile” ne denir? “Hırsızlık yapmak” olabilir mi? Yapana da “hırsın” denir mi? Hayat böyle kucaklanır… Süleyman Demirel tarzı :)

1970’li yıllarda Süleyman Demirel mecliste bir konuşmasında şunları söylüyor… “Demokratik ülkelerde sabah kapı çalındığında evin hanımı sütçü geldi diye kalkar. Kapıyı açar sütçü ile karşılaşır. Totaliter ülkelerde sabah kapı çalındığında evin hanımı kapıyı gizli polis geldi diye açar.” diyor…

Buna cümlelere karşı Turan Güneş söz alıyor; “Bir de bizim gibi üçüncü dünya ülkeleri var. Sabah kapı çaldığında evin hanımı sütçü geldi diye açar. Bir de bakar karşısında gizli polis.”

12 Eylül öncesi ve sonrası durum ne kadar demokratikse, içinde yaşadığımız zaman da o kadar demokratiktir. Hatta şimdi durum daha da vahimdir. Demokratik bir şekilde yukarıdan atanan il başkanları da bu durumun sonuç ürünüdür!

Onun için konuşmalarını pek tavsiye etmem! Hele kucaklama işine hiç girmemelerini öneririm.

Arınç’ın birkaç gün sonra unuturlar teorisine inanıyorsa devam edebilirler… Lakin unutma teorisi pek çağ dışı kalmış bir durum. İnsan belleği unutsa bile yazılı basın, internet, google unutmuyor… Bir yerlere not ediyor! Yeni gelin heyecanıyla konuşacaklara bunu hatırlatırım…

Sabah operasyonları sıradanlaştığı demokrasinin ana vatanı memleketimde durum bu! CIA’ın işkence yaptığını kendi senatolarının araştırmalarıyla ortaya çıktı. Gereğinin yapılmasını istedi! Burjuva demokrasisinin kalesi Amerika, kendi istihbarat örgütünü araştırdı. Hiç kimse de onları “iç düşman” ya da “vatan haini” olarak suçlamadı. Demokrasinin gereği olarak algılandı…

Oysa son 10 yıldır “iç düşmansız” ya da “vatan hainsiz” bir tek günümüz geçmedi! İktidar protestoları “darbe” olarak lanse edildi. Sürekli ne olduğunu bilmediğimiz bir düşman tehdidi(!) altındayız!

Bu durumda!

Kendimi sanki 1933 sonrası Almanya’da yaşar gibi hissetmem gayet normal…

Çıldırmış ya da delirmiş olma olasılığım yok!

-geMici-


BATI-feneri ÇAKMAYA DEVAM EDİYOR…



11 Aralık 2014 Perşembe

Kapatıldı! Ses yok! Ya tersi olsaydı?

Çanakkale’de iki tane Öğretmen Lisesi (Anadolu) vardı. Şimdi yok! Komple kapatıldı. Öğretmenlerin büyük çoğunluğu bu liselerden çıkardı. “Şimdi nereden çıkarsa çıkar…” denilerek sistemi tahrip edip, yeniden istedikleri gibi kurdular! Devamı da var…

Bu okullar kapatılırken ses seda çıkmadı. Sanki kapatılması istenircesine sessiz kalındı. Peki, ama Osmanlıca tartışmaları çıkınca sessiz kalanların bir şey demeye hakkı var mı? Yok! Zaten çıkan sesleri de takan yok!

CHP sessiz kaldı! Sendikalar sessiz kaldı! Ses çıkardılarsa bile öyle “içten” ses çıkardılar ki, “ben” duymadım.

Tersi olsaydı ne olurdu hiç düşündünüz mü? Örneğin İmam Hatipleri kapatıyoruz deselerdi ne olurdu? Tamam, AKP zaten böyle bir şey demez! CHP’nin dediğini düşünün… Gelecek tepkiler karşısında CHP rüzgara kapılmış yaprak gibi savrulurdu.

Her fırsatta Türkiye’nin çağdaş kazanımlarının Köy Enstitülerinden kaynaklandığını vurgulayanlar… Ülkenin gittikçe muhafazakârlaşmasını enstitülerin kapatılmasına bağlayanlar… Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucu gücü CHP neden ses çıkartmadı?

Yer yerinden oynamalıydı…

Bugünün tartışmalarına bir bakın!

“Osmanlıcayı herkes öğrenecek.”

“Osmanlıca” derken bahsedilen, demek istenen konuşma dili değil… Zaten konuştuğumuz dilin içinde birçok Osmanlıca kelime var! TDK’nın bir işlevi de zaten buydu… Bunun için vardı! (Farkındayım geçmiş zaman kullandığımın. Kafasına göre sözcüklerin bile anlamını değiştiren bir kuruma dönüştürüldü.)

Hiç kendinizi kasmayın hedef alfabenin kendisidir! 29 harf bir gecede değişir… Bilgisayarlar değişir, klavyeler değişir, gazeteler değişir, hafta sonu tatil günleri değişir, ay adları değişir… Aklınıza ne gelirse, o değişir!

Siz de susarsınız!

Bütün bunların toplamı; karşı devrimdir! Pardon 12 Eylül’de yasaklanmıştı ve tık çıkmamıştı! Doğrusunu yazmak farz oldu! Aleyh inkılap! (Umarım doğrudur J )

-geMici-


BATI-feneri ÇAKMAYA DEVAM EDİYOR…

NOT: “Bir hata var yazınızda itirazın kabulüne evet diyenler arasında Saffet Kocabaş yok (aralık meclisine katılmadi) evet diyenler arasında Adnan Güler var. Saygılar (Rebiye)” 


5 Aralık’ta yayınlanan “Tarihe notlar…” yazıma Çanakkale Belediye Meclis üyesi Rebiye Ünüvar’dan düzeltme yorumu gelmiş. Teşekkür ederim. Hatamız varsa düzelir. Biz atlamışsak okur düzeltir. Önemli olan tarihe doğru not düşmek! 

8 Aralık 2014 Pazartesi

Darbeler ve darbe uzantıları...

"Darbe ürünü kurumlar çıkıp da siyasete hiza vermeye yeltenemez.” devletin zirvesinden böyle bir cümle geliyorsa on saniye durup düşünmek gerekir.

YÖK, Partiler Kanunu, neresini değiştirirsen değiştir bir türlü dikiş tutmayan şimdi kullandığımız "Anayasa", seçim sistemi... Uzattıkça uzayan ama sonu gelmeyen darbe ürünü kurumlar ve yasalar... Son 12 yıldır iktidar olan sanki AKP değil de muhalefet partileri...

İktidarın işine gelmediği her şey "darbe ürünü" ama işine gelenler "darbe ürünü" değil!  
Hukuk alanında atılan her adım darbe ürünü yapılanlardan daha gerici, daha faşist ise ne yapacağız, ne düşünmemiz gerekiyor?

Son çıkarılan "olağan şüpheliler" yasasının neresi sivil iktidarın çıkaracağı, çıkarabileceği bir yasadır?

Peki, 12 Eylül darbecileri değil mi memleketin çivisini çıkarıp bugünkü iktidarı yaratan?
İktidarın sızlanmasına gerek var mı?

Bunları biz söylemeyeceğiz... Bunları muhalefetin il başkanı söyleyecek, gazeteciler de haber yapacak! Ama öyle bir kurum olmadığından muhalefet işi de gazetecilere düşüyor... Muhalefetin ağababasını yapacak olanlar telefonla uğraşınca durum içler acısı bir hal alıyor! Yazık...

Rantçıların, faşistlerin, gericilerin, hırsızların birbirine karıştığı yerde Türkiye Cumhuriyeti'nin itibarını 1150 odalı saraylarda ararsın... (Oda sayısını sabitlesek mi acaba? Serbest piyasadaki kura benzedi. Bir inip bir artıyor.)

Bir ulusun itibarını binalarda aramak... Çok yaratıcı! Oysa itibar -sayısını bilmediğimiz- üniversitelerimizin bilim üretmesiyle, edebiyatımızın, sanatımızın evrensel oluşuyla, eğitim sisteminde bir numara olmasıyla, çalışma hayatındaki barış ve gelir dağılımının hakça olmasıyla, sağlıklı toplum yaratmamızla, işsizliği yok etmemizle, gençlerin önünü açmakla yaratmak daha doğru olmaz mı? İtibar böyle kazanılmaz mı? Evrensel hukukla olmaz mı?

Daha ne diyeyim...

Tüketim toplumunun dibini görmekle nasıl bir itibar kazanılır anlamış değilim... Antalya'da toplanan eğitim şurasında alınan tavsiye niteliğindeki saçma sapan kararla nasıl itibar kazanılır? Aralarında bir tane pedagog yok mu? Bırakın pedagogu, doğru düzgün bir tane öğretmen olması yeterlidir...

Ne yaptınız öğretmenlere?

Bütün bunlar olup bitiyor, KPSS sınavı niye yapılıyor... Geçen gün yazmıştım; "önce biz eşit miyiz?"

Eşit olmadığımız 24 Ocak kararları gibi ortada!

-geMici-

gemici@yandex.com

BATI-feneri ÇAKMAYA DEVAM EDİYOR...


5 Aralık 2014 Cuma

Tarihe notlar…


Turhan (Narler) amcayla bir gün sohbet ediyoruz… Laf döndü dolaştı kordondaki altı 
katlı binalara geldi. Turhan; “Ben o kat artışı verildiğinde CHP meclis üyesiydim. Biz 
hayır verdik ama AP üyelerinin oylarıyla kabul edildi” demişti. “Kararın gerekçesinde 
de eğer bir gün savaş çıkarsa yüksek binalar kenti korur diye yazdılar” diye de ekledi. 

Dumura uğramıştım! Penguen taklitleri yapmak da işe yaramamıştı… 

Altı katlı kordon tarihe notlanmış oldu…

5 Kasım 2014 faciası…

Sadece tarihe not düşmek için yazıyorum… AK-FA oylamasında CHP’li meclis 
üyeleri Ali Rıza Gültekin, Muzaffer Özgen, Berkay Güzel, M. Cemal Özkan, Erkan 
Aygören, Mustafa Kurt, Ramazan Etik, Emine Kardelen, Yalçın Ülkü, Hüseyin Koç,  
Şükrü Tıkıroğlu… AKP’den de mümtaz şahsiyet Ersin Aycibin… 

Bu arkadaşlar tarihe geçtiklerini bilsinler! Kent tarihinde adları “iyi(!)” anılacakdır. Bu 
arada bu mümtaz şahsiyeti kent siyasetine katan İsmail Özay’ı da anımsamadan 
geçmeyelim. Çok çok özellikle de büyük Truva siyasetçisi Muzaffer Özgen’i 
Çanakkale’ye kazandırdığı için teşekkür etmeyi bir borç bilirim… Tabi ki Serdar 
Soydan’ın da hakkını yememek gerekir, darılır… Daha nice vekilliklere!

AKP’li çekimserler Fikri Başer, Eren Kemerli, Emrah Dilek, İsmet Yılmaz, Huriye 
Doğancı, Ethem Hırçın, Fikret Esen, Ha bir de CHP’li Adnan Güler var… Bu meclis 
üyelerimizin de bu vaka konusunda hiçbir fikirleri yok! Çekimserler… Madem hiçbir 
fikriniz yok orada işiniz ne? 

AKP seçmeni Çanakkaleli dostlarım, komşularım… Meclise göndereceğiniz 
partililerinizi seçerken hiç olmazsa asgari olarak Çanakkale konusunda fikri olanları 
gönderin. Fikri bile olmayanlarla… 

Ret oyu veren CHP’liler; Ülgür Gökhan, Celal Karakaş, Bilge Şimşek, Rebiye Ünüvar, 
Ali Uyanık, Selami Candan, Saffet Kocabaş, Mehmet Soylu, Birten Sarıbaş, Bir de 
AKP’li üye var! Tülay Ömercioğlu…

3 Aralık 2014 faciası...

Eren Kemerli’nin son dakikada “oy kullanmayacağız” açıklamasına rağmen 5 Kasım 
faciasının tekrar komisyona gönderilmesine evet diyen AKP’li üye Tülay Ömercioğlu 
CHP’li Ülgür Gökhan, Celal Karakaş, Bilge Şimşek, Rebiye Ünüvar, Ali Uyanık, 
Selami Candan, Saffet Kocabaş, Mehmet Soylu, Birten Sarıbaş… 

Çanakkale’nin sokaklarında yüzleri kızarmadan dolaşma cesaretini gösterecek CHP’li 
meclis üyeleri Ali Rıza Gültekin, Muzaffer Özgen, Berkay Güzel, M. Cemal Özkan, 
Erkan Aygören, Mustafa Kurt, Ramazan Etik, Emine Kardelen, Yalçın Ülkü, Hüseyin 
Koç,  Şükrü Tıkıroğlu’nu da ayrıca kutlarım. 

Muzaffer abi size rantçı diyebilir miyim? 

-geMici-

gemici@yandex.com

BATI-feneri ÇAKMAYA DEVAM EDİYOR…

NOT: CHP Çan örgütü istifa etmiş… Gerekçelerini şimdilik bilmiyorum. İstifa tek 
taraflı bir müessesedir. Kutlarım! İl başkanını ve merkez ilçe başkanını da kutlamak 
istiyorum! Acilen ama… Diğer yazıya yetişsin! Taktir edersiniz ki geç kalmış bir 
durum var…

3 Aralık 2014 Çarşamba

Salaklığın tarihi…


(Zeka, bir tarih değildir. Salaklık, bir insanlık sonucudur!)
Bunun örneği kısaca “savaşlardır” deyip kestirip atabilirim. Ama Savaşlar bir zekanın sonucudur. Bir plandır! Hatta dünya tarihinin klasikleşmiş zekasıdır. Düşünülür, planlanır ve uygulanır… Kimin öldüğü önemli değildir!
Herkes kendi tarihini yazar… Yazarken de burnunun ucunu görmez! Sanır ki, tarih bu! Aslında değildir ama o, öyle sanır… Zaten salaklığın tarihi de böyle başlar.
Eğer bir başlangıç varsa, son da vardır. Bunu görmek “insanlıkla” ilgili bir durum değildir. Tamamen kişisel bir durumdur. Bunun zeka ile de bir ilişkisi yoktur. . Çok zeki ya da aptal olmanız mevcut durumu pek değiştirmez!
Mevcut “zeka” veya zekanız zaman zaman sizi kurtarmaz… “Çok zekisiniz, sizi kutlarım” cümlesi hayatın tuzağıdır. Diktatörlüğün birincil kuralıdır… İlle de saray sahibi olmanız gerekmez.
“İktidar” her zaman kördür ve süzülmez “salaktır”
Mutlak değerlerin sahibi olduğunu sanır… Böyle bir şey yoktur çünkü “mutlak değer” yoktur…
En azından bilim böyle diyor… “Yok, bilim bilmez, din bilir” diyorsanız ki denen budur geriye harcanacak pek kelime kalmaz.
Tam bu noktada “inanç” ve “bilim” ikilemi ile karşılaşırız… Lakin bu tarihsel ikilem gerçek sorun değildir… Esas sorun bu ikilemin arasında kalan “çıkar ilişkileridir…”
Mesela ne?
AK-FA… “FA” yı sil geriye kalandır mesela… “ER”i sil geriye kalan “KEK”tir mesela… Sünnetlersen mesela “ÇÜK”tür… Sıcak renkleri boş verin “BAŞ”lık yok mesela…
Toplam sorun derken demeye çalıştığım sorun bunlar zaten hiç değil… Sorun olarak bunları kabul edersek zaten yenilgi de hazırdır. Yenilgiyi kabul ediyor musunuz? Bence sorun yok!   
Tarih yazılırken siz neyin peşinden koşuyorsunuz ben onu merak ediyorum… Bırakın bunları! Bunların tarih olma olasılığı yok!
Ben veliyim…
Ağababası değilim ama veliyim… Okuldan çağırdılar giderim. Bir telefon uzaklığındayım. Beni ararlar giderim. Çoluk çocuk olayına dikkat etmek gerekir. Ama…
Hiçbir öğretmen beni arayıp; düşüncemi değiştirmeye çalışmadı… Zekamı ve kentsel tercihimi değiştirmeye çalışmadı. Hatta beni Kılıçdaroğlu hiç aramadı! Ararsa yüzde 35!
-geMici-
BATI-feneri ÇAKMAYA DEVAM EDİYOR…