29 Şubat 2016 Pazartesi

Kim bunlar?

Köprünün kendisi yok ama adı belli olmuş. Yersen… Adam milletvekili olalı 3 ay olmuş ama yılın milletvekili seçilmiş. Nasıl oluyorsa… Can Dündar ve Erdem gül’ün serbest kalmasına sevinmiş, “höst” dediler anında kıvırdı. Uzat uzatabildiğin kadar. Kendi oluşturdukları algının içinde boğulmak üzereler. Ve hala zırvalamaya devam ediyorlar…

Zırvalamalarına bir şey demiyorum da bunları haber yerine koyanların “gazeteci” olma ihtimali var mı? Boş verdim, bu zırvaları haber diye okuyan var mı? Bugün gazeteci diye ortalıkta dolananların birçoğu bu dönemle birlikte silinip gidecektir. Kavramların içi boşaltıldı ama gazetecilik mesleğin içi “yalanlarla” dolduruldu.

Mafya ile devlet arasındaki en temel ayrım hukuktur… Devlet de mafya gibi davranmaya başlarsa, elindeki gücü hoyratça halkına karşı kullanırsa arada “hukuk” farkı kalmamıştır. Hemen hemen her üniversitede açılan hukuk fakültelerini kapatın! Adalet sistemi içinde çalışan herkesi emekli edin! İmam Hatiplere önem verin!

AKP, kendi içindeki tek adamlık anlayışını memleketin yönetim biçimi yapmaya çalışıyor. Kendileri bundan memnunsa bence sorun yok. Bir gecede tüm il yönetimini görevden alıp ertesi gün yeni bir yönetim atanmasını kendilerine layık görüyorlarsa hakikaten bence sorun yok. Aslına bakarsan bu anlayışta bir partinin olup olmamasının da pek önemi yok. “Nasıl olsa tek adamla işler çözülüyor” bu kalabalığa gerek var mı?

AKP, Çanakkale’den kaç milletvekili çıkardı? Bir, iki? Hangisi? İki derseniz adını sorarım… Kitap adı gibi oldu: “Milletvekilinin adı yok!”

Osmanlı sevdalıları diyoruz ya aslında o sevda Tanzimat öncesi Osmanlı hülyası… Aslına bakarsanız böyle bir hülya da yok! Para ile çakışmayan hiçbir şey sözlüklerinde bulunmaz. Yaptıkları her şeyin yolu paraya çıkar… Duble olsun yolları… “Duble” kelimesi sadece yolda kullanırlar… Yolları da yapan “dubleler…”  

Takmadıkları AYM, hukuk sisteminin en zirvesi… Anayasayı rafa kaldıran, mahkemesini takmayan bir anlayışın meşruluğu var mıdır yok mudur? Kendi dikildiğin zemini yok sayarsan… 7 Haziran’dan sonra da Bahçeli meclisin bir yanını tanımayarak bulunduğu zemini inkar etmişti…

Bugünün bu siyasi anlayışı yüzünden toplumun bağları çözülmüştür. Birbirimize bağlayan duygusal nedenler çözülmüştür. Toplum gevşemiştir. Fiili olarak olmasa da bölünmüşlük budur.

Güzel ülkem, hırsızlıkların hukuksuzluğuna feda edildi… 90 yıllık enkaz yok ortada son 13 yılın enkazı var! İşte bunun kaldırılması gerekiyor…

Sonra; reklamlar…

-geMici-



BATI-feneri ÇAKMAYA DEVAM EDİYOR…     

25 Şubat 2016 Perşembe

Tut şunun ucunu…


Hepsi tuttu… CHP, MHP, HDP… Muhalefet el birliği ile başkanlık sisteminin önünü açmak için elinden geleni yaptı. Top artık kale önünde, kalede boş. Bakalım kim dokunacak da gol olacak!

Büyükten küçüğe doğru başlayalım…

CHP…

Bir parti düşünün, bir posterle tam elli gün uğraştı. Onlar posterle uğraşırken memleketin hali şimdi içinde bulunduğumuz halden farklı değildi. Poster vakası devam ederken eski genel başkanları çıktı, iktidardan övgü aldı… Bu arada iktidar, başkanlık sistemi için gerekli anayasal adımları attı…

“Başkan olamazsın” gibi laflar ediyorlarsa da fiiliyatta başkanlığın önünü açmak için daha ne yapılabilinirdi?

HDP…

Türkiye partisi olma yolunda ilerlerken 1Kasım’dan sonra bir tuhaf hal aldılar… Attıkları her adım “Seni başkan yaptıracağız”a döndü. En son Ankara bombacısı taziyet çadırı ile bu söylemin adeta altını çizdiler…

MHP…

7 Haziran seçimlerinden sonra gözleri bozulan ve “meclisin sol tarafını” göremeyen MHP 1 Kasım’dan sonra körleşti… Zaten yüzde 10 barajını parmak hesabıyla geçmiş bir parti teşkilatlarını kapatmaya başladı… “Biz illa baraj altında kalmak istiyoruz. Başkanlık sistemi de çok güzeldir.” Başka türlü nasıl denir? Aynen teşkilatlar kapatılarak denebilirdi, dediler…

Üç partinin de 1 Kasım’dan sonra hal ve gidişatları budur… AKP’nin bir şey yapmasına gerek kalmadı. Muhalefet, başkanlık sistemi için gerekeni zaten yapıyor. Bir de “milli muhalefet” isteniyordu…

Meclis Muhalefeti tamamdır arkadaşlar…

İktidarın gerçek muhalefeti uyguladığı dış politika, iç politika ve ekonomidir… Mayıs ayından sonra sıcakların da bastırmasıyla ne demek istediğim daha net anlaşılacaktır.

Eğer, Batı’ya kaçan göçmenler arasında Sur’dan kaçan aileler de varsa bu iş bitmiştir. Zaten bundan sonra konuşmamız gereken “bu yıkıntılar içinden yeni bir hayat çıkarabilir miyiz çıkaramaz mıyız?”dır.

Bunun için de kimseyi ötelemeden, öteleştirmeden vicdanlı insanların bir araya gelip hayatın ucundan tutmasıdır.

Çok geç…

-geMici-


BATI-feneri ÇAKMAYA DEVAM EDİYOR…   


22 Şubat 2016 Pazartesi

Benim için sorun yok…

Hakkımda bilinmesi gereken ne varsa “derin” de bilir. Zaten bu uygulamanın (Kişisel Verilerin Korunması Kanunu) bir başka benzerini lisede okurken yapmışlardı. Koca bir kartona, oturma planına göre fotoğraflarımızı yapıştırdılar. Altına da parmak izlerimizi aldılar, doğru istihbarata… Fişleme meselesi yeni değil yani. Bu devletin damarlarında var diyeceğim ama esas yöneticilerin damarlarında var…

İktidarı eline geçiren, iktidarını korumak için muhalefeti zapturapt altına almayı bir beceri zannediyor. İktidarını -güya- garantide tutacak. Yok öyle bir şey… Dünyanın hangi diktatörü sonsuza kadar iktidarını sürdürebilmiş? Var mı örnek? Yok!

Yurttaşların tüm özel bilgileri bir havuzda toplanacakmış… Mezhep, gen haritası, karı-kocanın cinsel yaşamına dair bilgiler, (acaba metresle olan münasebette girecek mi? Ayrıca kesin olarak olmalı, unutulmamalı.), çıplak fotoğraflar, aklınıza ne geliyorsa kişisel veri sayılacak ve dosyanızda olacak. Yani bu beylere “parmak izi” yetmiyor… Ayrıca Ankara bombacısına sadece parmak izinden ulaşmışlardı.

MİT, Jandarma, polis bu bilgilere istediği gibi erişim hakkı kazanacak. Zaten istihbarat bu bilgileri kullanamayacaksa niye dosyalansın? Kullanılmayan bilgi ne işe yarar de mi?
Devlet, yurttaşların psikolojik ve fiziki sağlığından hangi partiyi desteklediğine kadar özel bilgilerini alıp “fişleyecek…”  

İş bunlarla da kalmıyor… MİT’ten daha ileri, iktidara bağlı bir istihbarat örgütü kurulması öngörülüyor. Kurul yedi kişiden oluşacakmış, üçünü cumhurbaşkanı, dördünü bakanlar kurulu atayacakmış.

Hani başbakan yakın bir zamanda, konuşmasında bize sordu ya; “Güvenlik mi özgürlük mü?” diye. Cevabını da kendisi vermiş oldu. Madem kendin cevap verecektin niye sordun? Ha bu arada “güvenlik” ve “özgürlük” birbirini götüren iki seçenek değildir. Bu algıyı da kendince -çaktırmadan- oluşturmaya çalışıyor…

Özgürlükler güven oluşturur… Özgür insan kendini güvende hisseder! Yaptığı işi doğru yapmıyorsan, mesela hırsızsan, sahtekarsan, milletin a. koymayı kafana koyduysan, havadan nem kapmaya başlarsın… Kendini boşlukta hissedersin. Kendine güvenli bir zemin yaratmak için de böyle kılıflar yaratırsın!

Demokrasiyi birden kımıl zararlısı gibi görmeye başlarsın. Taraftarın değilse ya “vatan haini” dersin ya da devlet düşmanı ilan edersin! Darbe teşebbüsünden içeri atmak da çabası… Yanına bir de “silahlı örgüt” kakaladın mı oldu da bitti maşallah.

Zaten bu zamanlarda iddia makamı iddia etmiyor. Gerek bile duymuyor. Sana; “suçsuzluğunu ispatla” diyorlar. İstersen koçum…

Şimdi ben bunları yazdım ya, millette bir “fişlenme” krizi mi oluşacağını sanıyorsunuz? Yok öyle bir şey… İktidara bu konuda uyarayım. Toplumda duyarsızlık oluştuysa bunun üzerine iyi düşünün derim. Toplumsal basıncı bir yere kadar zapt edebilirsiniz…

Sonra?

Ateş, her yeri yakar…

-geMici-


BATI-feneri ÇAKMAYA DEVAM EDİYOR…      


17 Şubat 2016 Çarşamba

1970’li yıllar…

…güzeldi. Bu bir nostalji yazısı falan değil. Memleketin her yeri aynı koşulda yaşıyordu. Özel sektör vardı ama yüzde ellimiz –en az- Sümerbank ayakkabısı giyerdik.

Tekel, (adı üstünde) rakımızı, sigaramızı üretirdi. En kalitesi “uçlu sigarasıydı.” Filtreli sigaraya “uçlu” derdi ihtiyarlar.

Şeker, her yerde aynı kaliteydi. Şeker fabrikaları, şeker pancarı işlerdi. Dünyanın en kaliteli şekerini tüketiyorduk. Sonra televizyona biri çıktı. “Şeker, 500 dolara mal oluyor. Dışarıdan 150 dolara alırım” dedi. Memleketçe “Vay be ne zeki adam” dedik. Brezilyadan 150 dolara şeker kamışından üretilen şekeri memlekete soktular. Zehirlendiğimizi sonradan fark ettik!

Evet, tek kanallı siyah – beyaz bir televizyonumuz vardı. Siyasi iktidarın borazanıydı. Ama yazılı basın da güçlüydü. Dengeler bir şekilde kurulurdu.

PTT vardı… Postacı sadece fatura taşımaz, bayram tebrikleri, asker mektupları falan taşırdı. Telefon sıkıntı olurdu ama ihtiyacı da görürdü.

Elektrik faturaları geldiğinde hiç kimsenin aklına soyulduğu gelmezdi. Her kasabada hatta bazı köylerde bile sinema salonu olurdu. İnsanlar film seyreder sosyalleşirdi. Kahvede televizyon olurdu ve Arjantin dünya kupası gece saat 02’de bile seyredilirdi.

Muhammet Ali’nin maçları sabah ezanından az evveldi. Muhammed Ali 1. Raunda nakavt yapar, köy imamı da gönül rahatlığıyla sabah ezanı okumaya giderdi.

Köylerde öğretmen vardı. Eğitimin daha suyu çıkmamıştı. Köyde bir soru sorulacaksa öğretmene sorulurdu. İmam sadece saygı duyulan bir insandı. O da haddini bilir, fetva vermeye kalkışmazdı. Hele hele “çiklet oruç bozar mı hocam?” sorusu abesle iştigal sayılırdı.    

İnançlar üzerinden değil de felsefe üzerinden tartışmalar yapılırdı. Herkesin en az bir kez “Pazar Konseri” dinlemişliği olurdu. Üç ressam adı bilinirdi. Lise mezunu bırak yazar adı bilmeyi, en az iki roman okumuşluğu olurdu. Üniversite mezunlarına saygı duyulur, boşta gezmeleri ayıplanır, bir an önce üretimin çarklarına alınırdı.

Her  mahallede “Hulusi Kentmen” duygusunda bir komiser bulunur, bir çok şey adliyeye intikal etmeden çözülürdü.  

Yani memleketin dört bir yanı aynı koşuldaydı… Aynı duvar yazıları yazılırdı. Aynı sloganlar atılırdı. Aynı sendikalarda örgütlenilirdi. Aynı eylemlerde, yan yana, omuz omuza durulurdu…   

Tek farkımız Hakkari ve bazı doğu illerinde kışın yolların kapanmasıydı. Açıldığında bahar da gelmiş olurdu.

Önce 24 Ocak 1980’de kapitalizmi keşfettik. Sonra yeşertmek için 12 Eylül darbesini bulduk… Gerisi çorap söküğü gibi geldi…

Bir de baktık ki; emperyalizmin kucağındayız. Savaşın uçunda, bir ülkenin çöküşünde, parçalanmanın artık geri dönülmez noktasındayız…

Bizi buraya adım adım sürükleyen saygı değer politikacılara, aç gözlülükleriyle sömürüde sınır tanımayan saygın iş adamlarına, on gramlık akılları ve yarım yamalak bilgileriyle aydın sınıfında yer alan memleketimin ender entelektüellerine, ürettikleri eşsiz kıvrak notalarla bizi coşturan ve yerimizde oturtmayan o damıtılmış sesiyle Ankara Bağlarına kadar bizi sürükleyen sanatçılarımıza, son 14 yıldır tüm bunların üzerine tüy diken iktidara kendi adıma teşekkür ederim…

Bırakın ne yerse yesin…

-geMici-



BATI-feneri ÇAKMAYA DEVAM EDİYOR…  

15 Şubat 2016 Pazartesi

Dünya Haritasını şöyle bir alın elinize…

“İşsizlik düştü…” Savaş öncesi moral veriyorlar, komedi. “Ekonominin çarkları felaket iyi” demeye getiriyorlar. Bunu bir yere kaydedin…

Geçen yüzyılın başında İngiltere – Fransa arasındaki anlaşma bugünlerde son bulmuşa benziyor. Orta-Doğu haritası içinde bulunduğumuz yüzyılın başında, yani bugünlerde tekrar, sil baştan çiziliyor…   

Bu iş sadece İngiltere ve Fransa ile ol(a)mayacağı anlaşılmış vaziyette. Yeni aktörler devreye girdi… ABD, Rusya, Çin de üstüne düşeni -hakkaniyet esaslı-  ısrarla istiyor. Zaten bu konuda büyük bir müttefiklik hukuku kurulmuş durumda. Bizim caz yapmamız bundan… İşsizlik düşüyor, ekonomimiz iyi ama…

Arada Birilerinin Deneyip, tezgâhladığı IŞİD ne hikmetse –neredeyse- dünya koalisyonu karşısında hala varlığını sürdürüyor… Temizleme işlemi Sünni Müslüman hattına havale edilmiş sanki. Kim onlar? Sünni Araplar. Din tüccarları.

Birinci Dünya savaşında Osmanlıyı arkadan vurmuş ve Arap Yarımadasından bizi süren din kardeşlerimiz(!) Havaleyi kabul edenler, aynı zamanda IŞİD’i yaratanlar, hepsi bir arada… Kanıt olarak da Can Dündar ve Erdem Gül’ün iddia namesi rahatlıkla gösterilebilinir… 
   
Senaryo şöyle… Askerlikten pek anlamayan zaten tüm güvenliğini ABD’ye havale etmiş Körfez devletleri (Başlarında CIA onaylı faysalcıklar), bize ait olduğu iddia edilen İncirlik Üssüne savaş uçağı gönderirler…

Para var uçak var… Asker olmasa da olur, zaten onlar rahatlıkla buluna bilinir. Nereden? Türkiye’den… İşsizlik düşüp de tam da ekonomi şahlanırken nerden çıktı şimdi bu?

Uçakların bugüne kadar savaş kazandığı görülmüş şey değil. Karadan da birileri gitmesi lazım. 1984’ten beri bombaladığımız kandil hala üstüne düşüne yapmaya devam ediyor. Yani uçak işi yaş iş… Karadan birilerinin yürümesi lazım! İşte o biziz… Kamuoyu ikna edilmeli yüzde 49,5’i zaten ikna edilmiş, gerisi yolda düzülür misali YPG bahaneli obüs bombardımanı. Katakulli hazır… Düğmeye basılmış, haritayı önüne koymuş dünya koalisyonu ha bire yeni sınırları çiziktiriyor…

Bizimkilerin de o sınırları bildiğini sanmıyorum… Şam’daki Emevi camisi sınırlar içerisinde kalır mı kalmaz mı bilmem ama bundan sonra fotoğrafını bile göstereceklerini sanmıyorum. İstersiniz ama de mi? İstersiniz istersiniz… Birileri de “Diyarbakır Ulu Cami’nde namaz kılacağız” dese “oh oh ne güzel” demezsiniz.

Empati kurmak böyle bir şey… Yüzyıldır barış içinde yaşamak için ne kadar çabalasak da birilerine bu feci şekilde batıyor ve barışın içine etmeye çalışıyor. Ne zaman hak hukuk desek, insanca yaşamaktan bahsetsek karşımızda hamasi bir duvar dikiyorlar, gölgesinde savaş çığlıkları… En çok desteği de bu savaşta hayatını kaybedecek gençlerden görüyorlar…

“Bu ne yaman çelişki anne…”

-geMici-

gemici@yandex.com          

BATI-feneri ÇAKMAYA DEVAM EDİYOR…


12 Şubat 2016 Cuma

“Yarını” görürseniz…

Umutların yanındadır… Zaten elimizde kalan da odur… Bir umudumuz kaldı. Bir de “yarın.” Yarın hep olacak çünkü umut… 

Bazen umudun tükendiği noktaya yaklaşıyoruz ya, hani biraz karamsarlık rüzgârlarına bırakıyoruz ya kendimizi, yoruluyoruz… Gerek yok! “Umudu” hep yanımızda taşımak zorundayız…
“Bugün” kötü… “Şimdi” hep felaket… Haberlerden uzak duruyorum; çok “kırmızı…” Sürekli bağırış çağırış…  
Cemreler düşecek daha… 20 Şubat’ta havaya, havalar ısınmaya başlayacak. Soğuk hayatımızdan kaybolacak. 27 Şubat’ta suya, deniz mevsimini açmasanız da ısındığını fark edeceksiniz. Ve 6 Mart’ta toprağa…
Umut ısınmaya başlayacak. Renkler girecek hayatınıza… Yeşil çayırlar belirecek. Bademler çiçek açacak. (Umarım) Mart ayına yenik düşmezler. Sonra şeftali moru merayı dolduracak. O, morun nasıl bir gecede olduğuna şaşıracaksınız…
Ve bahar yağmurlarını sürükleyen bahar bulutları geçmeye başlayacak üstümüzden. Başımızı kaldırdığımızda beyaz, mavi göreceğiz…
Yeniden canlanırken hayat, umutlarımızı tazeleyecek. Yeniden başlayacağız hayata. Kabuslarımız silinecek!  
Ve başlayacağız yeniden…
Hayata az kaldı. Bunları da yenilecek halimiz yok. “İtirazın iki şartı.”
çok olmadığımız kesin / çok olan tarafta değiliz / çok olan tarafta olmayacağız / türkiye`de kürt olacağız / kürtlerde ermeni / ermenilerde süryani / gidip almanya`da türk olacağız / hollanda`da surinamlı / fransa`da cezayirli / iran`da azeri / amerika`da zifiri zenci olacağız / çoğalan zencide mutlaka kızılderili / israil`de filistinli / köpeğin karşısında kedi / kedinin karşısında kuş olacağız / kuşun karşısında börtü böcek / hakemler hep karşı takımı tutacak / ve biz hep yedi kişiyle tamamlayacağız maçı / çiçeklerden kamelya olacağız / az kolumuzun tarafında / solda olacağız / bu itirazın ilk şartı / solda da az olacağız / devrimi çoğaltırken çünkü / bir başka devrime hızla azalacağız
bu da itirazın ikinci şartı!!!”
Umut kazanır, kötü gider, kazanırız! Kaybetsek de kazanırız…Yarına dair umudumuz var!
-geMici-
BATI-feneri ÇAKMAYA DEVAM EDİYOR… 

8 Şubat 2016 Pazartesi

Muhalefet mi? Nasıl ama…

Parlak bir cümle gurubu yazacağım şimdi...

“Partimiz bütün vatandaşlarımızın özgür haber alma ve düşüncelerini yansıtma hakkını esas kabul eder. Çağımız demokrasilerinin vazgeçilmez koşullarından biri, özgür medyanın varlığıdır. Başta anayasa olmak üzere medyaya ilişkin tüm yasal çerçeve ele alınarak, medyanın ifade özgürlüğüne getirilen ve demokratik toplum düzeninin gerekleri ile bağdaşmayan yasak ve cezalar kaldırılacaktır. Yazılı ve görsel medyanın özgürlükleri, titizlikle korunacak ve tekelleşmeye fırsat tanınmayacaktır,”

Ben imza topluyorum. Yukarıda yazdığım yazıya imza koyar mısınız desem ne yaparsınız? Gözü kapalı imza atarsınız. Ben yazdığım için değil, olması gerekenin bu olduğu için imza verirsiniz. Ben sadece imza atmakla kalmam, bir de mühür basarım ki, daha kalıcı olsun…

İnternete girin. AKP programına tıklayın. “2.1 Temel Hak ve Özgürlükler” bölümünü açın ve okuyun. Dersiniz ki; “uçmuş bunlar. Bırak bunları yapmayı yarısını yapsalar memleket içine düştüğü sıkıntılarının bir bölümünü anında çözer.”

13 yıldır iktidardalar, bırakın yazdıklarını gerçekleştirmeyi mevcut durumu daha da geriye sürüklemişler. Adamların parti programı yerinde duruyor. Herkesin okumasını öneririm. Hatta özellikle muhalefet partilerinin… Çünkü;

…bir parti yapmayı taahhüt etmesine rağmen 13 yıldır bir adım atmamış. Muhalefet partileri de sormamış: “Yau arkadaş bunu bunu demişsiniz ama hiçbir şey yapmamışsınız. Buna siyasi ahlaksızlık denir. Gereğini neden yapmıyorsunuz?” diye sormaları için…

Hatta dört beş yıl önce aynı iktidar gazetecilerin yıpranma haklarını kaldırmışlardı. Sonra durup dururken tekrar bu hakları kendileri veriyormuş gibi tekrar yerine koydular.

Hep aynı taktik…

Aynı programın devamında; “Kadın, çocuk ve çalışma hayatına ilişkin hak ve özgürlük alanlarında uluslararası standartlar ülkemizde de eksiksiz uygulanacaktır,” gibi bir cümle daha var… 13 yılda 17 bin işçi inşaat kazalarında ölmüş… Kadın ve çocuklar kısmı için bir cümle bile yazmayı düşünmüyorum. Her şey sizlerin gözleri önünde oluyor…

Bütün bunlar yaşamımızın bir parçası olurken hala gerekli gereksiz kıldan tüyden fetva veren, densizliklerini sürdüren diyanet işleri başkanlığı kendisini “ulema” kurumu olarak görmeye başlaması biraz saçmalık olmuyor mu? Devlet memurusunuz alt tarafı… Dini bir sınıf konumuna koymayın kendinizi… Abuk sabuk cümle sarfiyatından başka bir şey değilsiniz. Hiç olmazsa aldığınız maaşı hak edin!

İnsanın niyeti ile yaptıkları bir olmayınca, bir şeylerin üzerini örtmeye çalıştıkça ben de bu satırları yazmaya devam edeceğim…

Muhalefet mi? Onlar birbirleriyle çok meşgul… Anayasa yapcekler… Adam kendi programına uymuyor, mevcut anayasayı takmıyor, muhalefet anayasa masasına oturuyor. 

Önce bunları sorsana…

Neydi o kelime? İstikşafi…

J

-geMici-


BATI-feneri ÇAKMAYA DEVAM EDİYOR…



5 Şubat 2016 Cuma

Herkes seyrediyor…


Türkiye’de çok ciddi şeyler oluyor top yekun seyrediyoruz. Bunu mecazi anlamda falan söylemedim. Resmen seyrediyoruz. Sanki bizi ilgilendirmiyor havasında seyrediyoruz…

Koskoca “Sur” ilçesi sanki Türkiye’nin bir yeri değilmiş havalarındayız. “Cizre” çok uzakmış da yanan ateş bize gelinceye kadar, o-ooo…

Ne oldu? Damarlarınızdan kan mı çekildi?

Evet, şehit haberlerine üzülelim. “Şehitler ölmez, vatan bölünmez.” Siyaseti son 32 yılda meşruiyetini yitirdi mi yitirmedi mi? Ben her gün gelen şehit haberlerinden, yetim kalan çocukları seyretmekten, garibanlığın zorunluluğundan, zoraki görev yapmak zorunda olup, “şehit haberlerine” malzeme yapılan genç askerlerden, polislerden –kendi adıma- özür diliyorum… Onları bu koşullarda görev yapmaya mahkum ettiğimiz için…

Son iki ayda kaç şehit var biliyor musunuz? Ben bilmiyorum…

Sur’da kaç vatandaşımızı yitirdiğimizi biliyor musunuz? Bunu da bilmiyorum…

Haberlerde “kahramanlık öyküleri” “hamaset nutukları” bol keseden vaatler, yalanlar palavralar…

12 Eylül Askeri Cuntasında görmediğimiz bir şiddet! Kim yapıyor bunu? Bakın AKP tüzüğünde ne yazıyor…

“4.3 - AK PARTİ; “insan” merkezli siyasi bir partidir. En üstün hizmetin, insana hizmet olduğuna inanır. İnsanın mutluluğu, huzuru, güveni ve sağlığı çalışmalarının hedefini teşkil eder. Bütün insanlarımızı, “Türkiye” coğrafyasında kurulu “Türkiye Cumhuriyeti Devleti” ismi altında büyük bir aile, diğer devletleri kendi sınırları içinde komşu aileler olarak kabul eder. Sulh içinde bir arada yaşamanın, insana verilen değerle mümkün olacağına inanır.
13 yıldır tek başına iktidar olan bir partinin geldiği son noktadır…

Seyrediyorlar, seyrediyoruz…

İktidar partisi seyrediyor! Kendi yarattığı kaosun, girdabın içinde sürükleniyor. Toptan seyrediyorlar… Ne yaptıkları konusunda bir fikirleri olduğunu sanmıyorum…

Ana Muhalefet seyrediyor… “Acaba ne olacak?” sorusundalar… HDP, o da seyrediyor… Daha ne olduğunu fark edebilmiş değil. MHP fena halde hasta… 2019 seçimlerine çıkıp çıkmayacağı belli değil ki yaşananları fark edebilsin…

Ben tüm bunları geçtim… Sokaklar hiç bu kadar sessiz olmamıştı. Hiç bu kadar sahipsiz olmamıştı. Yasak savmaktan ibaret birkaç küçük atraksiyon! Gelecek de bizi seyredecek mi acaba?

Ya da bir gelecek kaldı mı?

-geMici-



BATI-feneri ÇAKMAYA DEVAM EDİYOR… 

3 Şubat 2016 Çarşamba

Bırak Beyaz Kalsın…
























-geMici-


BATI-feneri ÇAKMAYA DEVAM EDİYOR…

Not: Kirletilirken barış, barışın kentinde bir sütun beyaz kalsın “barış” adına… Yazdık anlamadılar, susalım…