25 Eylül 2013 Çarşamba

Dostum…


Aslında Fatih Terim’li bir Galatasaray analizi yapabilirim… İçine de bol bol demokrasi paketi serpiştirebilirim… Beğenmezseniz birkaç parça hayat felsefesi, yanına da garnitür olarak birkaç parça iyi pişmiş ama fırında kuantum fiziği…

Sıfır!

Balıklı rakılı birkaç anı cümlesi mi bulsam acaba? Roka kokulu, ada menşeli… Bizim adadan olmalı. Birinci şart. Bahçeler yolundan geçerken alınmış… Denizin serpintileri değil ama denizin çiği düşmüş rokadan… Olmazsa kırağı… O, değil insanı çeliği un ufak eder. Öyle keskin bir soğuk rüzgar…

Göğsünden girer sırtından çıkar, sanki sen yokmuşsun gibi…

Sıfır!

Zamana konuşalım desen yılı bile hatırlamıyorum… 74, 75… Ortaokul, lise… İlkokul beş de vardı galiba… Darbe, ve onun yılları… Okur gibi yaptığımız yıllar.

Sıfır!

Okulumuz 1981 mezunu Nazım YUNAR arkadaşımız vefat etmiştir. Cenazesi bugün (25 eylül 2013 Çarşamba) BURSA Yunusevi Mahallesi Hüseyin Kanalıcı Camisinden ( İkindi Namazından sonra) kaldırılacaktır. Ailesinin acısını paylaşıyor , başsağlığı dileklerimizi iletiyoruz.

Sıfır!

Adadan ayrılırsın, haberin olmaz birbirinden ama yine de dünyanın bir kentinde, kasabasında, köyünde, dağ başında bir ada dostun vardır. Ve mutlaka o da seni düşünüyordur. Görüp görmemen önemli değil. Ortak kaderlerinizin paydasında bir başka duygunun bilincidir…

Bu her şeydir…

“Zaten bıldır görüşmüştük. İyiydi. Biliyorum hala o kentte yaşıyor…” deyip arşive kaldır hayatı...

Dostum, hep beraber görüşürüz bir gün. Kaldığımız yerden başlarız gülmeye…

TARİH: 25.09.2013

-geMici-



BATI-feneri ÇAKMAYA DEVAM EDİYOR…

23 Eylül 2013 Pazartesi

“Çarşı” soruyor…

“Maça 4 savcı neden geldi? Stada girişte neden üst araması yapılmadı? En ufak şeyde yayını kesen lig tv inatla yayını niye kesmedi?”

BJK frikik atacakken ÇARŞI sahaya girmez!

Cevaplar…

“……………………………”

Çarşı’ya top yekûn saldırıyorlar. Çarşı dimdik ayakta… 

“TOMA’yı POMA yapan çarşı 1453’ü de 1923 yapmasını bilir.”

ÇArşı 'dan mesaj var : "Sahaya atlayanları ömür boyu maçlardan men edin yoksa bu  HÜKÜMET GÜDÜMLÜ PROVOKATÖR ………………. biz paket ederiz"

1-Maça 4 savcı geldi!

2-Stada girişte üst araması yapılmadı!

3-Lig tv yayını kesmedi!

4- BJK frikik atacakken ÇARŞI sahaya girmez!

5- Çarşı tribünû üst orta kısımda sahaya inmesi için herkesin üstünden atlaması gerekiyor.

1453 Kartalları sahaya yakın yerde ……………… sahaya girdi. Ve hiç bir polis müdahale etmedi. İzleyenler rahat bir şekilde anlar olayı."

Anlaşılıyor ki, tezgah büyük ve daha önceden planlanmış. Tüm aktörler sahnede yerini almış. Figürasyon sahada. An kollanıyor. 90+2 de beklenen an gelmiş oluyor. Beşiktaş frikik kullanacak. Maçın gol dakikaları. Zaten BJK cim bom’u kendi sahasına kilitlemiş. Her an skor değişebilir…

GS’nin imdadına BJK’nın seyircisi yetişiyor. Maç tatil… Başka bir hesaplaşma karşılaşmasının provokatörleri sahada…

Çarşı zaten tribünlerin üstlerinde. Sahaya girmeleri için önündekileri ezmesi gerekir. Saha kıyısında konuşlananlar 1453 Kartalları…

Konuşmaya bile değmez.  Her şey ortada. En iyi cevabı Çarşı’ya karşı kurulan 1453Kartalları’nın sahipleri biliyor.

Statta 4 savcı vardı. Bakalım onlar nereye bakıyorlardı da olaydan ne çıkacak. En merak ettiğim de bu! Adaletin futbolun neresinde olduğunu da göreceğiz.   

“Çarşı, her şeye karşı!”

-geMici-

gemici@yandex.com

BATI-feneri ÇAKMAYA DEVAM EDİYOR...

Bu satırları yazan Galatasaray’lıdır. Ultraaslan’ı destreklemez ama “Çarşılıdır.” “Solaçıktır.” “Tekyumruk’tur.” “United İstanbul” taraftarıdır!  



20 Eylül 2013 Cuma

“Ak Günler” mi? Nasıl yani?

Bülent Ecevit 1974 yılında Kıbrıs “Barış” Harekatını onaylarken kafasında bir “Karaoğlan” olma planı yoktu. Uluslar arası hukuktan doğan ülke çıkarlarını korumak için Kıbrıs’a asker çıkartmak zorunda kaldı.
1950’lerin ikinci yarısında başlayan Kıbrıs sorunu (Aslına bakarsanız Kıbrıs hep sorundu) artık Kıbrıs Türkleri için yaşama hakkı tanımaz hale gelmişti. Yunanistan’daki askeri cunta Kıbrıs’ın tamamını kontrol edip iktidarını sürdürülebilir kılmak istiyordu. Tüm bunlara diğer uluslar arası hesapları da katınca 39 yıldır süren problemin ana hatlarını görürsünüz…
1974 zamanın CHP-MSP hükümeti için kaçınılmazdı. Kıbrıs sonrası Ecevit adı dağlara taşlara yazıldı. “Ak Günler” slaganıyla sosyal demokratların oyları tarihinde ilk defa yüzde 40’lara geldi…
Peki ortağı MSP ve lideri Necmettin Erbakan ne yapıyordu? O sadece daha sonra kurulan ve 1980 darbesine uzanan yolda anahtar parti olarak kadayıfın altını kızartıyordu.
Daha sonra kızartılanın 1980 darbesi olduğuna tanık olduk. Sonuçlarını hepimiz biliyoruz…
2014 yılına hazırlanırken –aradan 40 yıl geçmiş olacak, Kıbrıs çıkartmasının üzerinden- bir başka geç kalmış “……..oğlan” hazırlanıyor sanki… Slaganlar aynı. Hep aynı fakir edebiyatı falan filan… Yalnız artık kıbrısa çıkmak falan olmaz. Arada deniz var. Deniz kuvvetleri ortada yok. Silivri donanma üssü gibi…
Libya çok geride kaldı. Mısır olabilir ama o da olacak iş değil, dünya siyaseti buna izin vermez…
“Bir helikopter mi geçti ne?”
Fışkiyeli yerel seçimler yaklaşırken hala bir kahraman yaratıp mücahitleştirememenin sıkıntısını yaşayanlar osuruktan uluslar arası politikalarını ciddiye almayan ülkeleri ikna edemediler…
Dış politika osuruktan olunca ortada sadece pis bir koku kalıyor. Gerisi bilimin işi…
“Sınırı hizalayın bakalım…”
Üstüne üstlük “biz de bu kimyadan kurtulmak istiyoruz. Gelin alın” deyiverince ABD ve Batı “tamam bu bize şimdilik yeter.” dedikten sonra…
“Kaç santim geçti? İki kilometre mi?”
Türkiye mücahit yaratacağım derken uluslar arası arenade osuruktan dış politikanın sonucu olarak ortada kaldı. Hesapları belkşi iç politikada –sosyalist solun dağınıklığından dolayı- tutuyor ama dışarısı öyle değil…
Savaşı bu kadar kutsayıp da tam sınıra getirmişken şimdi bu yeni oyun da nereden çıktı şaşkınlığı içerisindeyken ha-ha da geçti…
“Düşürün…”
-geMici-

BATI-feneri ÇAKMAYA DEVAM EDİYOR…

16 Eylül 2013 Pazartesi

Başarının anahtarı…

Futbol Mehmet Demirkol’un deyimiyle basit bir oyun. Haklı… Sadece topu rakibin üç direği arasından geçireceksin. Gayet basit… Ama olmuyor işte. Bir çok antrenör farklı farklı sistemlerde takımlarını oynatıyor.

3,5,2

4,4,2

4,2,3,1 aklınıza ne gelirse…

Başarılı olan da var iki hafta sonra kovulan da… Bu yıl yeni bir taktik duyduk: “sosyalist sistem”
Hayırdır?

Beşiktaş’ın antrenörü Slaven Biliç açıklama yaptı: “Takımda sosyalist sistem uyguluyoruz…” “Vay anasını o nasıl bir taktik öyle” demek istedimse de beklemeyi tercih ettim. İlk dört haftaya bakınca “sosyalist sistem” Beşiktaş’a çok uymuş durumda. Dörtte dört yaptılar… Bu hafta sonu Galatasaray’la oynayacaklar… Sonuç ne olursa olsun, Beşiktaş’ın sosyalist sistemi oturmuş gibi… Ayrıca başarılı…

Yıllar önce kırlardan mı şehirlere, şehirlerden mi kırlara deyip duran Türk solu 31 Mayıstan sonra olaya “Parklardan” kavramını sokmuştu. Parklar da şehirlerin kırsalı J

Slaven Biliç sayesinde bir kavram daha girdi sosyalist literatüre “yeşil sahalar… (dan)” Anlayacağınız sosyalizme giden yolda bir yeşillik var… Bu kırsal da olabiliyor, parklar da, şimdi de yeşil sahalar…

Beşiktaş başarılı mı? Sonuna kadar… Ne oynuyor? Sosyalist sistem… Bu kadar… Kapitalizmi endüstriyel futbolu içinde sosyalist bir taktik! Futbolun bilinçli kitleselleşmesi.

Çarşı ile başlayan yürek kayması Slaven Biliç’le tam saha pres şekline dönüşmüş durumda…

Hayatın her alanı sosyalizmi haklı kılıyor… Futbol dahil!

-geMici-


BATI-feneri ÇAKMAYA DEVAM EDİYOR…  


13 Eylül 2013 Cuma

“ Türbanlılara saldırı” demagojisi sürüyor, Kolektifler yanıt veriyor


 
En üsttekinden en alttakine kadar, medyasından köy kahvesindeki dahil çocuklara saldırıyorlar… Çocukların sesi çıkmıyor. Ayıptır… Bu ülkenin en aydınlık geleceğine bu saldırı yapılmamalıdır.
Öğrenci Kolektifleri konuyla ilgili bir de “özür” açıklaması yayımlamıştı:
 
Ak Gençlik ve Fethullah Gülen cemaati’nden özür dileriz(!)
Özür dileriz, sizlerden binlerce kere özür dileriz!
Herkesin fikirlerini özgürce dile getirdiği ODTÜ’den sizleri kovduğumuz için özür dileriz!
Ethem’in katillerini aklayan hizmetin hakimlerini unutmayıp, belediye başkanınızın vurulduğu yere “polislerimize teşekkür ederiz” pankartı attığınızı yoksayıp, “daha fazla Ethem’in ölmesini” dilemenize mani olduğumuz için özür dileriz!
Ulvi özgürlük anlayışınızın hikmetini anlayamayıp, sıra arkadaşlarımızın hapislerde olduğunu düşünüp, onlara duyduğumuz özlemi suratınıza haykırıp, sahte özgürlük söylemleriyle sizlerin demokratik haklarınızı engellediğiniz için özür dileriz!
Gezi Parkı’na gelip bizlere zincir olan annelerimizi nasıl copladığınızı unutmayıp, yanınızda dövizler taşıyarak ve size hiçbir zarar vermeden özgürlüklerinizi engellediğimiz için özür dileriz!
Yurda ihtiyacı olan muhtaç aileleri kandırıp, beyin yıkama yurtlarında ve medeniyetten uzak evlerinizde örümcek beyinlerinizle, Anadolu’nun dört bir yanından gelen gençleri Amerikan hizmetindeki hareketinize katma özgürlüğünüzü engellediğiniz için özür dileriz.
Daha radikal olanlarınızın, aynı yurt ve ev yöntemleriyle bizleri El Kaide militanı olarak yetiştirip, bellerimize bombalar bağlayıp kendimizi havaya uçuracak kadar bağnazlaştırma özgürlüğünüzü engelledik, özür dileriz!
Ali İsmail’in kanı elinizden kurumadan, elinizde çivili sopalarla sokak ortalarında bizleri nasıl linç ettiğinizi hatırlayıp, daha fazla Ali İsmail ölmesin diye sizi kapı dışarı ettiğimiz için özür dileriz!
Abdocanlarımızın, Mehmetlerimizin, Medenilerimizin katillerini bulamayan iktidarınızı sorgulayıp bizi faili meşhur biçimde katletme özgürlüğünüze izin vermediğimiz için özür dileriz!
ODTÜ yurtlarında, onlarca güzel şey paylaştığımız yurtlarda fuhuş yaptığımızı iddia etme özgürlüğünüzü engelledik özür dileriz!
Bizleri Suriye’de ölmeye gönderecek savaş planlarınıza ikna etmek için üniversitelerimizde yuvalanmaya çalışmanıza ve bizi öldürtme özgürlüğünüzü engellediğimiz için özür dileriz!
Kurmaylarınız çıktıkları her yerde hakaret ederken sineye çekip “buna da şükür” demeyip, size kafa tuttuğumuz ve rahatça memleketin içine etme özgürlüğünüzü elinizden aldığımız için özür dileriz.
Yıllardır karalamak için elinizden geleni yaptığınız, ama bir türlü, bir ağacı kadar gözümüzde değer kazanamadığınız ODTÜ’de hiçbir şey olmamış gibi bizle demokrasicilik oynama özgürlüğünüzü engelledik, gerçekten çok özür dileriz!
Gözlerimizi çıkartıp bizi kör etme, sakat bırakma, hastanelik etme özgürlüklerinizin hepsine birden karşı çıkıp, can güvenliğimizi koruma gafletine düşerek, yarın bir gün bizi boğazlayacak olanları şimdiden okulumuzdan kovup, bizim çöplüğümüzde palazlanma özgürlüğünüzü elinizden aldığımız için çok özür dileriz!
Ellerinde palalarıyla sokaklarda bizi doğramaya kalkan canilere nasıl yargı kalkanıyla sahip çıktığınızı görüp, onurumuza yediremediğimiz ve hıncını bu uygulamaların mimarı olan partinizden ve cemaatinizden alarak, bizi kesip biçme özgürlüğünüzü elinizden aldığımız için özür dileriz!
Çoluk çocuk demeden etrafı gaza boğup, destan yazan polislerinizin kafayı sıyırdığını ve öfkeden kudurduğunu hatırlatarak, rahat rahat sokakta bize işkence etme özgürlüğünüzü engellediğimiz için özür dileriz!
Biz anlamıyoruz çünkü Suriye’ye füzeyle, Türkiye’ye gaz bombasıyla gelen o müthiş demokrasi ve özgürlüğünüzü! Kusura bakmayın, kafamız kalın galiba bizim. Özgürlük deyince; parklarda yapılan forumlar, rengarenk merdivenler, dayanışmayla örülen hayatlar, barış çığlıkları, kardeşlik ve eşitlik de geliyor aklımıza. Biz, sandıkta yenenin, yenilenlere zulmettiği gerçek özgürlük anlayışına uzak yetiştirilmiş, hocaefendinin tabiriyle kurtarılması gereken gençleriz.
Özgürlüğün erbabı liberal efendilerimiz sizlerden de özür dileriz! Biz sizin kadar da bilmiyoruz özgürlüğü.
Ama herkese kötü bir haberimiz var, biz sizin özgürlük diye tariflediğiniz şeyi anlamayacağız. Demokratik kullar olmak yerine, sizin özgürlüğünüze  düşman, demokrasiden anlamayan YURTTAŞ olmak istiyoruz.
Biz basit düşünüyoruz. “Özgürlük, bir başkasının özgürlüğünü kısıtladığınız zaman sonra erer” diye öğretti ilkokul hocalarımız. Sizin özgürlüğünüz, Ali İsmailleri döverek öldürdüğünüz gün bitti! Tersine ikna olmadığımız ve olmayacağımız için özür dileriz!
Çocukların açıklama bu!
-geMici-
BATI-feneri ÇAKMAYA DEVAM EDİYOR…

5 Eylül 2013 Perşembe

Mağdurlar ve gözyaşları…

Bir arkadaşımla konuşuyorduk… 12 Eylül’den bu yana geçen 33 yılda farkına varmadığım (kafam kalın) bir cümle kafama dank etti! “Biz 12 Eylül darbesinin mağduru değiliz. Tarafıyız!”

Son 11 yıldır yapılan ve bir türlü tahammül etmediğim, edemediğim, içime sinmeyen “mağduriyet” kavramı yerine oturmuş oldu.

Evet, biz 12 Eylül’ün bir tarafıyız… 12 Eylül bize karşı yapılmış askeri bir harekâttı. Sonuçları da ağır oldu. Ama mağdur falan değildik. Hiçbir zaman da olmadık! Sadece yenildik! Yenilginin sonucu olarak da gördüğümüz muamele ölüm, işkence, insani haklarımızın gaspı, cezaevleri, sürgünler oldu.

Mağduriyet edebiyatı üzerinden politika yapan siyaset kurumu “taraf” olduğumuzu unutturup, tüm politikacıların yaptığı gibi bunu oya ve çıkara dönüştürmesi engellemek zorundayız!
Biz, tarafız!    

Mağduriyeti kabul edersek, işte o gün tam anlamıyla yenilmişizdir. İşte o zaman ne benim yazı yazmamın bir anlamı var. Ne sizin yazılanları okumanızın bir anlamı… Sokaklarda yürümemizin, bir birimize selam vermemizin, yeniden kurmaya çalıştığımız hayatın bir anlamı kalır…

Yıkıntılarımızın üzerine yepyeni bir hayat kurabiliriz… Kuruyoruz da! Zamanla değişiyoruz… Ama bu değişim asla 33 yıl önceki temel ilkelerimiz dışında değil. Değişmemek, öğrenmemek salaklık!

Ben bugüne kadar hiçbir devrimci arkadaşımdan mağduriyet gözyaşı görmedim… Tabi ki gözyaşlarımızı döktük! Ama mağduriyetten dolayı değil!

Bir tarafa yazın: “Biz tarafız!”

Dün böyleydi, bugün de böyle…

-geMici-


BATI-feneri ÇAKMAYA DEVAM EDİYOR…

Egitime not: Okulların açılması yaklaştıkça beni de heyecan sarmaya başladı. Bu yıl 10. Sınıfa devam edeceğim. Sistem üzerine devam eden değişimler okulların açılışına yaklaştıkça artıyor…

SBS yerine getirilen yeni sistemde yapılacak sınavlarda 4 yanlış 1 doğruyu götürmeyecekmiş… Bence harika… Atma sırası öğrencide. Boş bırakma! Ya tutarsa…

Güzel sistem… Yılda bir sınav yapılacaktı şimdi yılda 12 sınav yapacaklar… Dershanelere gerek var mı yok mu? Bence 12 kez daha fazla dershaneye ihtiyaç olacak.

700 küsur bin öğrenci üniversiteye kayıt yaptırmış… Ne güzel! Lakin bunun 90 bini için devlet yurdu var! Kalanlar?

Bence şöyle yapalım… Her kente ikinci üniversiteyi açalım. Sınavları kaldıralım… İsteyen istediğine kayıt yaptırsın. Hem sokaklardan gençleri “oyalarız” hem de rantı ikiye katlarız. Güzel olmaz mı Türkiyem?



3 Eylül 2013 Salı

Şimdi tam dans etme kıvamınızdayız…

Tango kıvamında, Latin Amerika’dan… Bir harmandalı ağırlığında! Zeybek gibi! Sema zarifliğinde… Çayda çıra aydınlığında… Horon hızında! Ritim bizim! Yeni! Taze! Gezi…

Şimdi yaz sonu! “Bir başka mevsim” Eylül… Sıcak! Rüzgarın korumasındayız… Olmayan saçlarımızın uçuştuğu bir iyot rüzgarı. Esiyor… Rüzgar esiyorsa bizimdir… Bizden yani! Şaka olmaz! Rüzgar bu… Bizden yani! Çanakkaleliyim, lafını etmem…  

Tam da rezalet ve hainlik kıvamı… “Şimdi tam dans etme kıvamınızdayız…” dedik bir kere!
Hainliğin felsefesini yapmak gerekir…

Etik olarak baktığınızda göreceğiniz sadece öfkedir… Tamam, hep birlikte kızalım, lanetler yağdıralım… Hepsi bu kadar mı? Bitti mi yani? Kızdık, bitti… Bu kadar olamaz sanırım.

Daha fazlası olmalı…

Mesela ne olabilir?

Hayat zorlar ve siz yenilirsiniz…

Yenilgi o kadar çok fazla var ki, yenilgiyi “hain”lik olarak kullanmak hakikaten “hain”liğe hakaret olabilir. Bir düşünün… Ne kadar çok hayatta yenilgimiz var! Her yenilgide bir hain çıkaracaksak, dünya tarihi bir hainliktir…

Tabii, tüm yenilgileri hainliğe bağlamak da başka bir hainlik… Zafer kadar yenildi de var! Bizimkisi hep yenilgi olsa da… İtirazsız… Tevekkül yok…

Yenilgi bir hainlik mazereti değildir…

Çok yenildik…

Hayat çok ekonomiktir ama siz asla o ekonominin çarkların da bile değilsinizdir… Para yani… Satılmak yani!
Ne büyük bir hakaret!

Neden olmasın… Bunu ret edersek, neden “satılmışlar” diye bağırıyoruz ki? Bir “satılma” eylemi var demek ki… 
Açık Pazar ekonomisinin bir gerekliliği…

5.20 bir otomobil markasının özel bir serisi değil… Otomobile konulan bir şey…

Boyayın merdivenleri! Renklere tahammül edemeyenler, demokrasiyi grileştirirler… Gri bir renk midir? Birleşenleri değil de ondan yani…

Siyah toplam, beyaz çıkarım….

-gemici-



BATI-feneri ÇAKMAYA DEVAM EDİYOR…