28 Haziran 2015 Pazar

"Üstün ırk"

Faşizm tanımında var... "Deutschland über alles. "Tarih faşizmi pek yakından gördü. 

Milyonların ölümüne neden oldu. Sadece bire bir orduların çarpışmasında ölmedi bu insanlar... Toplama kamplarında yok edildiler. Çoluk çocuk, kadın erkek, genç yaşlı, suçlu suçsuz fark etmedi. Öldürdü!

Dünya böyle bir şiddete ve yok edişe tanık olmamıştı. Bırak sosyalizmi, kapitalizm bile kendi yarattığı bu şiddetten korktu. Dünya sermayesi sorumluydu - o zamanın- ama o bile ürkmüştü yarattığından...

Ve faşizm insanlığa karşı mahkum edildi. Nefret suçları af edilemezdi. En büyük suç olarak ilan edildi. Bugün de dünyanın neresine giderseniz gidin Faşizm ve faşist ideolojiye ait her türlü düşünce insanlık suçu sayılır!

Faşizmde kitle katliamı vardır!

Faşizmde kendinden olmayandan nefret etmek vardır!

Faşizmde tek düşünce, tek tip yaşam, tek tip insan vardır... Demokrasi falan akla gelmez! Hele hele "benim şöyle bir düşüncem var" demek rüyada bile yasaktır!

Faşizmde hayat biçimi tektir... Hiç kimse "ben böyle, şöyle yaşamak istiyorum" gibi saçmalama hakkı yoktur!

Faşizmin temelinde körü körüne inanç vardır! Soru sormak yasaktır! Hele hele lideri sorgulamak külliyen yasaktır! Bilim, sadece savaşa ve kanla zafer kazanmaya yönelik silahların yaratılmasında, üretilmesinde geçerlidir. Gerisi yalandır!

Faşizmde sanat yoktur! Estetik, güzellik, aşk, kendini iyi hissetme gibi saçma sapan duygulara asla yer yoktur! Gülmek bile yasaktır... Faşizmde sanat ezici, kaba bir figürdür! Kendini ezici, korkutan mimaride bulmuştur...

Faşizmde müzik sadece iktidara ve lidere ait kaba saba bir marştan ibarettir...

Faşizmde kelebeklerin uçması yasaktır! Ama yalan sıradan bir şeydir...

Faşizmde "özgür basın" yoktur! Onun yerine dezenformasyon vardır! Yani gerçeğin saptırılması ve gerçeğe ulaşmanın önünde bir çok "sahte haber" vardır! Kimse gerçeği göremez!

Faşizm mutlak şiddettir! Sokakta şiddettir! Evde şiddettir! Kentte şiddettir! Okulda şiddettir! fabrikada, iş yerinde şiddettir! Herkese şiddettir! Kimse kaçamaz! Şiddet, hayatın mutlak gerçeğidir!

Faşizmde hukuk yoktur! Hak hukuk aranamaz! Arayan anında bertaraf edilir... Boru değil, bunun adı faşizm...

Şimdi, bir kez daha düşünün...

HAZİRAN, faşizme karşı DİK DURMAK için vardır! Bunun  için yan yana durmak zorundayız!

Yarın çok geç...

-geMici-

gemici@yandex.com

BATI-feneri ÇAKMAYA DEVAM EDİYOR...    


25 Haziran 2015 Perşembe

Demokrasi havaları…

Sanki Çanakkale havası… Yağmurla karışık hafif rüzgarla bulut arasından güneşli… Ne yaz, ne bahar… Kış uzak gibi ama “fazla şımarmayın şimdi kar olup geliyorum” dercesine. Yaz ortasında sonbahar, 9/8’lik Fevzipaşa ezgisi…   

Aç televizyonu –istediğini- yeni meclisin ne kadar muhteşem olduğunun üzerine saatlerce methiyeler dinle. Fonda Orhan’dan “Akşam Güneşi…”

Temsiliyetin çokluğundan başlayan dengelerin tahterevallisine uzanan acayip yorumlar… Sanki 17 Ekim devrimine benzer bir şey olmuş da “benim” haberim olmamış… Bana da yazık!

Demokratik dönüşüm tamamlanmış, hukuk herkese eşit, vatandaşlık tanımı yapılmış, sınıflar arası uçurum kalkmış, hırsızlıkların hesabı sorulmuş, iç güvenlik yasası diye bir şey yokmuş, burjuvazi kendi varlığının farkına varmış, işçi sınıfı örgütlenmiş (kaldıysa yani), tarımsal yağma son bulmuş, çevre yağması felaketleri önlenmiş, siyasi suçlar diye bir kavram tarihe gömülmüş, Gezi Direnişinin hesabı sorulmuş… (Mu?) Sanki…

Aklı başında biri ya da birileri çıkıp da “Bir durun bakalım.” demeyi aklına getir(e)miyor. Herkes kendi rüyasını görmeye devam ediyor… Derin bir rüyadan uyanmak gibi de bir şey aklına –işine- gel(e)miyor… Ona da yazık!

158+132+80+80=550… Sanki çok bilinmeyenli “yüksek matematik” denklemi… % 60’a % 40… (Ben bu yüzde altmışı da pek anlamış değilim ya… Neyse!)

Yüzde altmışın yan yana duramayacağını anladık çok şükür. (Bu çok şükür yüzde altmışın yan yana gelmemesine değil, gel(e)memesini idrak etmemize)

“HDP’nin olduğu hiçbir oluşumun içinde olamayız” derken? Denklemin nasıl bir sonuç vereceğini de gördük! AKP+MHP… Bir şey daha öğrenmek üzereyiz… Matematiğin ne kadar kandırıcı olabileceğini… Şimdi değil belki ama sonbaharın son diliminde karşılaşacağımız bir “yeni” denklemin ipuçları…

Piyasadan kalktığında yokluğunu hissetmeyeceğimiz bir denklem sonucundan bahsetmeye çalışıyorum. Ona doğru doğru hızla giderken yan yana durmanın gerekliliği bir kez daha karşımızda somutlaşıyor.  

7 Haziran’dan sonra kutup güneşi (Ayı yok!) benzeri bir kızıllık ufukta göründü ve kayboldu… Şimdi bir kez daha düşüneceğiz, bir kez daha ne yapılması gerekliliğini tartışmayacağız. Yapılması gereken tek şey: DİK DURMAK! Zaten boyun eğmemiştik…

Yarın güzel bir gün olacak… Umutlarımızı, geleceğe dair beklentilerimizi –şimdilik- erteleyebiliriz! Geleceği birlikte kur(a)madıktan sonra değişen sadece 550’nin dağılımıdır… O da bizim dışımızda sadece bir rakamdır!

Şimdi sıra en başta yazmamız gerekende: Yarına dair…

-geMici-


BATI-feneri ÇAKMAYA DEVAM EDİYOR…


18 Haziran 2015 Perşembe

Dün dündür… Bugün ne değişti?


Hayatının yüzde seksenini Süleyman Demirel’le geçirmiş biri olarak benim de kendime göre bir fikrim var. Var ama ben, bugün bunlardan bahsetmeyeceğim. “Altı defa gitmiş yedi defa gelmiş” biri hakkında herkes konuşuyor. Konuşun…

Üç defa kurulmuş “MC” hükumetleri –biri gizli- hakkında “fikir” beyan eden şimdilik yok. Tarihe bakarken külliyatı unutup kitabın yanına “kurşun” kalemle düşülmüş bir iki “demokrasi” notunu “bize” ezberletmeye çalışanlara hatırlatırım… 1970 - 80 arasına sıkıştırılmış Türkiye tarihine tanıklık edenler hala yaşıyor…

Sondan geriye doğru bakmayı sistemize etmiş ama burnunun ucunu bile göremeyen “aydın” takımının her zaman yaptığı gibi “kızıma söylüyorum” tarzı geline dokundurma korkaklığını şimdi Süleyman Demirel üzerinden yapmaya çalışıyorlar…

Lafı dolandırmanın bir gereği yok. Rahmetli 9. Cumhurbaşkanımız Süleyman Demirel; Türkiye coğrafyasının, komprador burjuvazinin izin verdiği kadar demokrattı… İyi niyetini tartışmıyorum. Hoşgörüsünü de… Mizahın en çok kullandığı bir siyaset adamıydı… Aynı zamanda 24 Ocak kararlarının da altında Başbakan olarak imzası vardı.

Mizahta demokrat, demokrasinin işletilmesi konusunda demokrattı… Neye göre? Bugünkü faşizme göre… Hatta Süleyman Demirel’in demokratlığı tartışılmaz.

Hayata bir köy çocuğu olarak başlayıp Cumhurbaşkanlığına yükselmiş ve Cumhuriyetin ona sunduğu fırsatlarla kendini var etmiş bir devlet adamından da beklenen budur. Olması gereken zaten budur…

Bugün bizi yönetmeye çalışan Cumhuriyeti dönüştürmeyi kendine amaç edinmiş faşist düşüncenin varlığının tohumları ne zaman atıldığını tartışabiliriz… Cumhuriyetten önce mi sonra mı? Cumhuriyeti dönüştürüyoruz koçum…

Her şeye rağmen bugün hakim olan düşünceden en az on adım ileridedir. Ve daha demokrattır. Sistemin sürdürülmesi için elinden geleni yapmıştır. Yeni Osmanlıcılık gibi hayatın gerçekliğinden ve somut koşullarından uzaklaşmamıştır. 76 milyonu kendi bekası için ateşe atmayı düşünmemiştir. Sonuçta “dün dündür, bugün de bugündür…”  

Allah rahmet eylesin…

Bakmayın siz çaptan düşmüş “aydın” takımının koro halinde methiyeler düzmesine… Daha dün faşizmle yatağa girenler bugün yaptıkları hatanın önüne germeye çalıştıkları –ayıp örtecekler ya- perdenin ardından söylemeye çalıştıkları şarkının adı olsa olsa “………..” olur. (Bir zahmet noktalı yerleri de siz doldurun.)  

Bizim şarkımız Behiye Aksoy’dan;” Bir garip yolcuyum hayat yolunda…”

-geMici-



BATI-feneri ÇAKMAYA DEVAM EDİYOR…

15 Haziran 2015 Pazartesi

Haziran’ı ortaladık…

Maçlar bitti. Futbol olmayınca transfer haberleriyle yetiniyoruz. Futbol orucundayız… Sezonun açılmasına da epey var. E, bütün gün de Cim Bom Bom’un dördüncü yıldızını konuşacak değiliz.  Dördüncü yıldızı taktı, iş bitti! Beş yıl bekleyeceğiz ki yeni bir yıldız daha takalım. Zaman çabuk akıyor. Yarın uyanmışız, bir de bakmışız ki, beş yıl bitmiş… Ama önce 45 günü atlatalım…

Yangından mal kaçırdılar… Seçimin ertesi günü Türk Parası Koruma Kanununda bir değişiklik yapıldı. Çuvalla para çıkarmak artık serbest. Çuvalla paranız yoksa dert etmeye de değmez. Çuvalı bıraktık şöyle küçük bir keseye de razıyız…

Aceleleri var! Birileri çuvalları hazırladı, para çıkaracak demek ki… Herhalde bu değişikliği “Galatasaray’ın daha rahat transfer yapabilmesi için yapılmıştır” diye düşünüyorsanız “ciddi bir travma geçiriyorsunuz hemen acile başvurun” derim.

2 Milyondan fazla Suriyeli Türkiye’ye geldi. Gıkımız çıkmadı. Son birkaç gündür 4 bin Suriyeli can havliyle sınırımıza dayandı. Sınırı kapattık. IŞİD de peşlerinde… Çıkarılan bu zorluğu anlamak mümkün değil diyeceğim ama anlayan anlıyor. Maksat sınır komşumuzla arayı bozmamak mı?

Suriye den gelenler daha artacak gibi… Biz futbolcu transferi beklerken “halk transferi” yapıyoruz. IŞİD bir yandan öldürüyor, halk bir yandan kaçıyor. De ki IŞID tüm Suriye’yi aldı. Kimi yönetecek? Kimse kalmadı ki… Sonra yönetecek bir “halk” aramaya kalkarsa işimiz o zaman zor…

Yıllar önce “Yurtta barış, dünyada barış” ilkesiyle –öyle ya da böyle- dış politika idare edilirken bazı arkadaşlar bu dış politika siyasetini “suya sabuna dokunmayan pasif siyaset” olarak yorumluyorlardı. Alın size “Aktif” dış politika…

İç politika neyse dış politika da aynı… “Düşünce” iyi niyetli değil. Her yerde sürekli “karmaşa” politikası… Futbol yazarı Mehmet Demirkol, Türk futbolu için “kaos sistemi” diye bir tanımlama yapıyordu. İç, dış siyaseti de futbol gibi yönetmeye kalktılar. Dünya kupasına gidersek dördüncü yıldızı takarız artık. Takamazsak takan bulunur…

Küme düşersek, “bir alt lig de devam” eder “tekrar birinci lige çıkarız” demek gibi bir lüksümüz şimdilik yok. Bu işin alt ligi cehennemin dibi…

Kitap okumanın yerlerde süründüğü bir ülkede “Gül ile 12 Yıl”ı yine okusa okusa “biz” okuruz. AKP’lilerin kitap alacağını hiç sanmam. Öyle fuzuli meşgalelerle uğraşmazlar. Uğraşsalar zaten düşünce sistematikleri böyle olmaz… 

Haziran da bitecek, Temmuz da… Zaman biter, küme düşmeyin yeter! Allahını seven ileri vursun… Şu topu ceza sahasından uzaklaştırın!

-geMici-



BATI-feneri ÇAKMAYA DEVAM EDİYOR… 

10 Haziran 2015 Çarşamba

Sessizlik...

Çarşamba günü öğle saatlerine kadar ortalık oldukça sessizdi. Hatta memleketçe sormaya başlamıştık; "ne bu sessizlik?" diye... Sonra bomba düştü! "Baykal - Erdoğan görüşmesi..." (Hoş Diyarbakır'daki provokasyonu saymıyorum. Önemsemediğim için değil, beklediğim için... Seçim gecesi sosyal medyada da paylaşmıştım.)

Bir hükümet kurulacaksa bu kesinlikle AKP'siz olmak zorundadır.

Olmak zorundadır çünkü bugünkü Türkiye'nin tek sorumlusu AKP'dir! Hatta bugünkü Orta-Doğu'nun tek sorumlusudur. AKP'siz bir iktidarın sadece Türkiye'nin değil Orta-Doğu'nun da ihtiyacı vardır... Barış için vardır, demokrasi için vardır, hukuk için vardır, adalet için vardır, toplumsal barışımız için vardır, hakça paylaşım için vardır, geleceğimiz için vardır!

AKP'nin payandası olan her parti biter! Ortada bir ülke kalmayacağı için parti marti de kalmaz. Biz bunun için oy kullandık, bunun için oylara sahip çıktık!

Hemen ve acilen bir restorasyon hükümeti kurulmalı, işe başlamalı. Sonra eşit ve adil "erken seçimleri" yaparız...          

Memleketin sessizliğini özlemişiz... Her gece ötelenmekten, küfür yemekten öyle gına gelmiş ki, herkes bir anda rahatladı ve rehavete kapıldı. Oysa işin daha başındayız. "Bu daha başlangıç, mücadeleye devam."

Hoş daha yapılan bir şey de -ortalıkta- yok. Ona rağmen panik havası her yerde... E kolay değil 13 yılın keyfiliği bitti! Hukuksuzluğu frenlendi! Savaş naraları sustu! Provokasyonlar olacak. Dahası da olacaktır... Seçim öncesi tutumumuz, sakinliğimiz devam etmeli... Ve dikkatli olmalıyız. Fevriliğe gerek yok!

Cumhuriyet, şimdi Cumhuriyet olacaksa olacak. Yoksa... Defteri kapatabilirsiniz... Lübnan iç savaşı başladığında herkes ülkeyi terk etmeye başladığı günlerde Lübnan Havaalanına yazılan bir duvar yazısını hatırlıyorum: "En son terk eden ışıkları söndürmeyi unutmasın!"

Unutmayın! Lübnan iç savaşı öteleştirmenin somut örneğidir. Mezhep savaşının vücut bulmuş halidir. Dinler arası savaşın 20. yüzyıldaki yüzüdür. Bugün Suriye, Irak, Kuzey Afrika ve Arap Yarımadasında yaşanan da budur! Türkiye'nin içinde taşların yerine oturması bu coğrafyayı da kendine getirecektir. Barışı getirecektir...

Uygarlığın merkezi Anadolu'da birlikte barış içinde yaşamaya devam edebiliriz... Salı günü Kadıköy'de bir kilisenin kapısını yakan ve slogan atan IŞİD kopyaları Anadolu'nun binlerce yıllık uygarlığına düşmandır.

Birlikte, yan yana durmaya devam...

-geMici-

gemici@yandex.com


BATI-feneri ÇAKMAYA DEVAM EDİYOR... 

8 Haziran 2015 Pazartesi

“1209”

“Yılında…” diye başlamak da vardı ama bu bir tarih değil. Sandık numarası. Oy ve Ötesi’nin bir gönüllüsü olarak Çanakkale Lisesi’ndeydim. Bazı gönüllüler gelmeyince bina sorumluluğundan sandık sorumluluğuna kendimi atamış oldum.

Sandık kurulunda bir başkan ve dört üye vardı. İki de “müşahit” biri doğal olarak ben, diğer arkadaş da HDP adına gelmişti. Sabah yedide başlayan görevimiz akşam saat 19.00 gibi bitti. CHP’ye 118, AKP’ye 84, MHP’ye 54, HDP’ ye de 4 oy çıktı.

Gün boyu sandık başındaydık. Bu kadar seçime tanık oldum sandığa bu kadar sahip çıkıldığı bir seçimi hatırlamıyorum. Öğle yemeği ilk önce MHP’den geldi. Hemen ardından CHP atağa geçti. Onu AKP takip etti. İnsanın canı kuzu çevirme çekse de menüde yoktu. Menüye bakarak oy vermeye kalksanız tüm partiler sandığa gömülürdü.

Günün kazananı sandık başkanımızdı. 350 TL alıyormuş. İyi çalıştı ama… “Artık yapmam. Bu işi dorukta bırakıyorum” gibi laflar etse de bana” yan cebime de koyabilirsiniz” der gibi gelmedi değil... Sandık üyeleri de baya renkli simalardı. Özellikle “İlçe Seçim Başkanı 32 bin lira alıyor” iddiasında bulunan üye hiç birimizi ikna edemedi. Üstüne üstlük bunu “3 ay alıyor” iddiası hepimizi gülümsetti. Şaka gibi…

Ya alıyorsa… Yok canım, o kadar da değil…

Eğlenceli bir gündü…

Tamam, seçim bitti. Şimdi ne olacak? Bir kere tüm partilerden ortak açıklama geldi: “BİZ KAZANDIK!” Helal… Kaybeden yine “BİZİZ”

Adamın iktidarı gitmiş hala “biz kazandık” diyor. Biz derken? Bak şimdi doğru olabilir… Kaçak saraya karşı kendi çevresini kastediyor olabilir.

Çanakkale ön görümüz de tuttu! 2 CHP, 1 MHP kesin, diğer dördüncü milletvekili de “İstanbul”dan çıkar dedik. Tuttu… Yani Çanakkale bu dönem meclise 3 milletvekili göndermiş oldu. 4. Milletvekilini ilk seçimde geri alırız…

“Diktatörlük” yolunda Kuran sallayanlar şimdi dut mevsimi özelliklerini gösterecekler… Bülbüller de susuyormuş. Zaten seçimin en sessizi de Bülent abim. Kendileri 30 Mart sendromundan hala çıkamadığı için olacak hem susuyor hem de fışkiye işine girdi. Kendine yarattığı eğlenceyle oyalanıyor… Yakışır abime!

Meclise gideceklere de birkaç öneri…

Yasa çıkarmak için hükümete ihtiyaç yok! Yasayı “Meclis” yapar. Hükümet kurulsun kurulmasın… 3 Muhalefet partisinin birleştiği ana konularda hemen yasal değişiklikler yapılmalı. Hükümet öyle ya da böyle kurulur. Hükümetin kurulmasını beklememek gerekiyor…

Acil bir hukuk düzenlemesi, demokratik adımlar, eski dört bakanın yargılanma süreci, özgür basının yolunu açacak kanunlar, doğru düzgün bir seçim ve partiler yasası… Bunları yapmak için hükümete ihtiyaç yok!

Bunlar yapıldıktan sonra yapılacaksa bir erken seçim yapılabilir. Hem de en adilinden… Mis gibi de olur. Bakalım AKEPE diye bir şey kalacak mı? Medyasıyla, dezenformasyonlarıyla, sahte kamuoyu yoklamalarıyla, her gün yapılan açılışlarıyla aldıkları "oy" bu! Adil bir seçimde bakalım yüzde 10’u aşabilecekler mi? Barajı kaldıracağız ama ben yine de onların yüzdesine ve yüzlerine bakacağım…

Davutoğlu’nun yüzünü gördüm…

-geMici-


BATI-feneri ÇAKMAYA DEVAM EDİYOR…       


Not: Kaşdemir’in fıtratında seçilmek yokmuş mu diyeceğiz yoksa seçmen sandığa fıtrattı mı diyeceğiz? Cevabı da her şeyi bilen büyük siyasi şahsiyet Kaşdemir’e bırakıyorum… Ne bırakacağım… Her şey meydanda!

4 Haziran 2015 Perşembe

Seçim! Ertesi gün daha güzel…

Önce bir hatırlatma…

Davutoğlu'nun –taşıma ve ithal mitingcilere rağmen- 500 kişiyle Cumhuriyet Meydanında yaptığı son seçim mitinginin olduğu günün akşamı yapılması gereken Kent Konseyi kurulu biliyorsunuz ki ertelenmek zorunda kalmıştı. İşte o ertelenen kurul bugün (5 Haziran 2015) Çağlar Kaynak Basketbol Sahası'nda saat 19.00'da yapılıyor… Herkes davetli! 

Gelelim mevzuumuza… Pazar günü seçim var! (Sadece bir hatırlatma!) Oy kullanmayacaksanız bu ülkenin geleceğine dair laf söyleme hakkınız da yoktur. Mutlaka oyunuzu kullanmak zorundasınız… Oy kullanmayana “merhaba” da yok!

Pazar günü Türkiye için bir dönüm noktası olacak. Ya birlikte yaşama kültürünü sürdüreceğiz ya da “bu iş buraya kadar” diyeceğiz ve defteri kapayacağız!

Ya herkes karşısındakine tahammül gösterecek ve demokrat olmanın tüm kurallarını işletecek ya da şiddetin kutsandığı bir coğrafyanın merkezi olacağız!

Ya uygar dünyanın bir parçası olacağız ya da bin yıl geriye dönüp kendi iç kuralları olan bir hayatı sürdüreceğiz… Kadınlar kadınlığını bilecek, erkekler de keyfini sürecek… (Bana uyar J ) Sapkınlığın yaşam biçimi olduğu bir hayat sürer gideriz…

“Hukukun herkese bir gün lazım olduğunu” ve “bağımsız” olması gerektiğini dağlara taşlara yazacağız ya da herkes kendi hukukunu yaratacak.

Ya hakça paylaştığımız, insani koşullarda yaşadığımız bir Türkiye için oy kullanacağız ya da hırsızlara, katillere oy verip zavallılığımızı seyredeceğiz. Bize atılan, bahşiş edilenle yaşamayı öğreneceğiz…

Herkes kendi kılanında mı yaşayacak mesela Kürtler kendi gettolarına mı çekilecek? Mesela yeni azınlık mahalleleri mi oluşturacağız? Çerkez Mahallesi, Pomak mahallesi, Sunni mahallesi, Alevi Mahallesi, Alisiz Alevi mahallesi olarak birbirini görmekten tiksinen insanlar mı olacağız yoksa bu ayrıştırmaya son mu vereceğiz?

Bu Pazar bunlara karar vereceğiz…

13 yıldır ayrışma politikalarıyla çok yara alan toplumumuzu ya onaracağız ya da komşularımızın yüzüne bakamayacağız. Israrla parçalanmamızı isteyen, kindar bir nesil yaratarak iç savaşın tohumlarını atanlara dur demek için son şansımızı kullanacağız!

Sonra?

Bilmiyorum… Sadece Pazar günü için umutluyum! Bu kentten ısrarla “sıfır” çekeceklerine inanıyorum. İnanmak istiyorum! Bu kadar bu memleket için kötülükleri ardı ardına yapanlar, yalanı kutsayanların bu kentten milletvekili çıkarmalarını istemiyorum!

Çıkaramayacaklar… Bu bir temenni olarak kalmasın! İster “Bizimle yürü Türkiye olsun.” İster “Bizler Meclise” olsun ister “Oy verin gitsinler” olsun!

Ne olursa olsun ama Türkiye daha güzel ve umutlu bir Pazartesiye uyansın…

-geMici-
BATI-feneri ÇAKMAYA DEVAM EDİYOR…


2 Haziran 2015 Salı

Haziran dakikliği

Rüzgârlar başladı… Haziran’la birlikte “Poyraz” da başladı. Bu yıl diğer yıllara göre daha dakik geldi. 31 Mayıs akşamı lodosla yattık 1 Haziran sabahı “Poyraz”la kalktık.

Çanakkale’nin poyrazı olmazsa yaz çekilmez. Rüzgârların kenti Çanakkale tüm zenginliğini de bu rüzgarlara bağlıdır. Rüzgâr olmasaydı Truva olmazdı. Birbirimize bu rüzgârları vermesek “Çanakkale Çocuğu” olmazdı.

Varlığımızda, rengimizde, zenginliğimizde, kültürümüzde, suyumuzda, "hayata" kattığımız suda hep bu rüzgarlar vardır…

Pazar günü seçim sandıklarına gideceğiz. Oylarımızı rüzgara bırakmayacağız. Rüzgarlarla savrulup gitmesine izin vermeyeceğiz. Oradan oraya savrulan bir kağıt parçasına dönmesine izin vermeyeceğiz. Oylarımıza bu kez sahip çıkacağız; bu bir…

Kısa yoldan “üç kuruşluk” rüzgarlara inanmayacağız… Geleceğin tüm fırtınalarını, şiddetini, basıncını bertaraf etmek için sandığa giren ve sayılan tüm oylarımızı gelecek yeni güzel günlere çevireceğiz. Hakça paylaştığımız ekşi mayalı ekmek gibi toplumsal refahı da paylaşacağız...

Rüzgarımız karanlığı dağıtmalı! Geleceği daha aydınlık, daha insani, hukukun hissedildiği ve de yaşamak istediğimiz güzel günlere dönüştürmeli. Faşizmi savurup tarihin karanlık bir köşesine atmalı… İşte böyle bir "Poyraz" estirmeliyiz seçim günü.

Estirmeliyiz ki, yazın o şiddet dolu sıcağından korunalım… Çocuklarımızın kavrulup gitmesinin önüne geçelim. Tehdit dolu üfürükten fısıltıların sonu gelsin ki, duymak istemediğimiz kötülükleri bir daha yaşamayalım…

Yalancı rüzgârların doğru olmadığını artık öğrendik… Hırsız rüzgarların harmanda savurduğumuz buğdayı çalmasını bu kez engelleyebiliriz…

Hava hareketlerinin temel sürücüsü, atmosfer basıncının bölgeler arasında farklı değerlerde bulunmasıdır. Rüzgâr, “alçak basınçla” “yüksek basınç” bölgesi arasında yer değiştiren hava akımıdır. Daima yüksek basınç alanından alçak basınç alanına doğru hareket eder. 

Bu sefer Çanakkale akacak ve kazanacak… Bu yıl öyle bir rüzgâr esecek… 1 Haziran’da başlayan rüzgârlar bunun habercisi… 13 yıldır beklediğimiz rüzgârları bu Pazar seçim sandığının başında göreceksiniz. O rüzgârlar, attığınız oyla birlikte her şeyi süpürüp götürecek…

Ve felaketler hatırlanmayacak! Hepsini zamanla unutacağız… Poyrazın serin eli bu felç edici yaz sıcaklarında bize değdikçe birlikte olduğumuza sevineceğiz. Hep geleceğe dair düşlerimiz olacak…

Umut bittiyse Haziran başlar, Haziran’la birlikte Çanakkale rüzgârları… Ve tüm kötüler kaybolur…

-geMici-


BATI-feneri ÇAKMAYA DEVAM EDİYOR…