27 Mayıs 2013 Pazartesi

Saat 21.59… Gece tedariklerinizi hazır edin!



Eskiden tekel bayileri vardı. Şimdi her ev tekel bayisine dönüşecek. Böylece ülke ekonomisi ev stoklarıyla birlikte ciddi bir atılım yapacak ve ekonomideki sirkülasyon artacaktır. Ekonomideki bu atılım memleketimizin refah düzeyinin yükselmesine ciddi katkı sağlayacaktır. Çok iyi planlanmış ve uygulamaya sokulmuş bir ekonomik karar.

Sıcak para akışı devlet kesesine girecek, bu para bize kısa zaman sonra yol, termik santral (dolayısıyla elektrik) olarak geri dönecektir. Bu yol, elektriğe ek bir şey daha vardı? Ha, su… Su da önemli tabi…

Siyanürle kirlettiğimiz suyu arıtıp kullanacağız… Gördüğünüz gibi alınan içki kararının ciddi yararları var. Ön yargılı olmamak lazım. Şimdi birçok gereksiz cümle sarfiyatı yapılacak. Ne gereği var… Her şey bu kadar açık ve net…

Benim bu kararda itirazım işin saate bağlanmış olması. Memleketin bir ucuyla diğer ucu arasında ciddi bir saat farkı var. Şimdi en doğuda saat 22 olduğunda hayat neredeyse bitmiş oluyor. Batıda ise hava yeni kararmış ve hayat yeni başlamış olacak. Bu da coğrafi olarak bir haksızlık yaratacak. E, dünya yuvarlak. Biz de düz olmasını isterdik. Bu saat işi biraz haksızlık yaratacak. Benim önerim daha gerçekçi bir zaman kuralı yaratmak bu haksızlığı gidermektir. Mesela ne olabilir?

Bu işi saate bağlamayalım… Yatsı ezanıyla içki satışı yasağı başlasın. Böylelikle coğrafi haksızlığında önüne geçmiş oluruz. Sabah ezanıyla da yasaklar biter. Karmaşa da son bulur. TBMM bu işe acilen el atmalı.

“Sistem değişikliğine gittiğimizden dolayı bir süre kapalıyız”

Gece ondan sonra alkol satışı yasak! Zaten belli yaşın altına satmak yasaktı! Yaş sınırı anlaşılan “dindar nesil” yetiştirmek için yeterli olmadı. 2002 yılında Beyoğlu’nda AKP ilçe teşkilatı meyhane meyhane gezip; “Herkesin yaşam biçimi kendine. Biz içkiye karşı değiliz. Oyunuzu bize verin” mealinde seçim turları yaparlardı. Tüm bu şirinlikler mazide kalmış görünüyor...   

Yaşı kemale ermiş biri için devletimizin beni düşünüp beni ısrarla alkolden uzak tutma niyetini anlıyorum ama ben artık onun için “kayıp kuşak” sayılırım… Gençlere zaten alkol satışı yasak.

Tüm bu toplamdan çıkan sonuç gençleri alkolden uzak tutmak gerekçesi pek aklıma yatış değil.

Ben yine de yatmış gibi mi yapayım? Nasıl düşünmemi istiyorsanız öyle düşüneyim… Emrederesiniz!

-geMici-


BATI-feneri ÇAKMAYA DEVAM EDİYOR… 

24 Mayıs 2013 Cuma

Birçok cinayet var!


Bir insanı öldürmenin birçok yöntemi vardır. Edgar Allan Poe; “Evet, cinayet kötü bir şeydir. Etiği bir yana bırakın. İyi planlanmış bir cinayetin estetiğini kim inkar edebilir.” diyerek edebiyatın önemli bir dalına atıfta bulunur… Edgar Allan Poe’yu burada noktayalım, döneceğiz…

Stalin’in de bu konuda bir cümlesi var: “Bir insanın ölümü trajedidir. Bir milyon insanın ölmesi sadece bir istatistiktir.” Evet, bir insanı ya da bir milyon insanı ortadan kaldırmanın birçok yöntemi var… 

İnsanın belliğini, kişisel tarihini yok etmenin iki yönteminden biri onu “öldürmektir.” Diğeri ise onun hayatındaki, ilişkide olduğu değerleri yok etmektir… Öldürmek kestirme yol. Diğeri hem suç unsuru taşımıyor hem de kimseye çaktırmadan yavaş yavaş yapabiliyorsunuz…
Örnek(ler)…

Gökçeada Atatürk Öğretmen Lisesi (Bir yerine “Anadolu” eklediler ama benim için hala budur.) yıkılıyor. Raporlar yıkılmasını gerektiriyor. Bir itirazım yok. Bilimi ret edecek değilim. Peki, yıkıldı. Sonra? Hepsi bu mu? Sanırım bu! Yerine muhtemelen beş yıldızlı bir tatil cenneti(!) kurulacaktır. Bizim lise tarihe gömülecektir. Oradan mezun binlerce kişinin aidiyet duygusunun üzerine tüy dikilecektir. Silinip gidecektir…

Hani deniyor ya kökleşmiş kurumların sayısı artıkça toplumsal yapı da oturmaya başlayacaktır… Çık, yaramaz bize. Her an tetikte, adrenalinle yaşamak varken. Hem stres bize iyi geliyor. 

Bu sadece bizim okul için geçerli değil… Kentlere bizi bağlayan önemli yapıların yok edilip yerlerine farklı işlevlerde yeniden üretilmesi kapitalizmin sıradan eylemlerinden biri. Emek Sineması farklı mı? Aynı mantık… “İstanbul Film Festivali burada başladı” diyebileceğimiz artık bir yapı, mekan yok.

Yaşlı adam torunuyla bir caddeden geçerken “bak çocuğum ninenle biz burada evlendik” diyebileceği bir evlendirme dairesi hangi kentte var? Peki, bu bile yoksa kentlilik duygusu nasıl gelişebilir?

İlk sevgilinizle gittiğiniz sinema, pastane hangi kentte kaldı? Sizin için önemli mekanların ayakta olduğu kentler yaratabildik mi? Yaratamıyoruz…

Ali Sami Yen stadı yıkılıp gitti… Taksim Meydanına çeki düzen veriliyor… İpek sineması yok! Çanakkale Emek sineması yok! Ağıdağı yok! Kazdağları yok! Biz varmış gibi yapıyoruz…

Sizin de birçok yoklarınız mutlaka vardır… Bir düşünün… Bir gün torunlarınızla bir yerden yürürken sizi yaşadığınız mekana bağlayacak kaç tane mekan gösterebileceksiniz?

Yaşadığınız kentte bir tur atın… Onunla duygusal iletişim kurmaya çalışın. Çok zor değil. Başarabilirsin…

Edgar Allan Poe baştaki lafı etmiştir ama bu işin sadece edebiyatını yapmıştır. Edgar Allan Poe aynı zamanda izciliğin de kurucusu ve fikir adamıdır…

-geMici-


BATI-feneri ÇAKMAYA DEVAM EDİYOR…

20 Mayıs 2013 Pazartesi

Tarih yazmak, bozmak, düzenlemek, yeniden yazmak!


Önce bugünün tarihini yazalım: 21 Mayıs 2013… İki gün önce 19 Mayıs’tı… 19 Mayıs bizim gençliğimizde ikinci sömestre sonu sayılırdı. Ondan sonra okul fiilen devam etse de kafada biterdi.

Nisan ortalarında başlayan “19 Mayıs hareketleri” eğitimi Mayıs ayının başlamasıyla sahaya yansır; önce sınıf sınıf, zaman azaldıkça da okulca yapılan provalarla geçerdi. Biz öğrenciler için hem dalga geçme hem de ders kaytarma için iyi bir zamandı.

Hamasi nutuklar, kule kurmalar, sportif hareketler bildik şeyler yani… Tarihin bir parçası gibiydik. Diğer yandan da bıktırıcı bir durumdu. Ortaokul sıralarından başlayıp lise sonuna kadar uzanan altı yıllık bir tekrar… İyi miydi? Yoksa bir şeyi sulandırmanın başka bir yöntemi miydi tartışılır…

Peki, şimdi durum ne?  

Kanallar arasında dolaşıyorum… TRT’nin kanallarından birine tosluyorum. Tarih 19 Mayıs. Kurtuluş Savaşı’nın başlangıcı sayılan tarih… Abdülhamit üzerine kısa bir belgesel… Padişahlığı döneminde yapılanlar anlatılıyor. (Bence hiçbir sakıncası yok.) Ardı ardına yaptıkları sıralanırken Cumhuriyet döneminde yapılanların aşağı yukarı tamamı sıralanıyor… (Buraya kadar da bir sakıncası yok!) Son paragrafa gelince yerinden fırlıyorum…

Son bölümde ne diyor TRT? “Abdülhamit yaptığı askeri yatırımlarla kurtuluş savaşının kazanılmasına büyük katkıda bulunmuştur…”  Öğrenmiş olduğum tarihi tespit karşısında duvara tosluyorum… Abdülhamit’in tarihi öngörüsü karşısında tüm bildiklerimi, öğrendiklerim birbirine karışıyor...

Abdülhamit, Cumhuriyet döneminde yapılan tüm modern dönüşümlerin temelini atıyor sonra “Ben ne yaptım? Koskoca Osmanlıyı batırmak üzereyim. Biraz da askeri yatırım yapayım. Maazallah memleket işgal falan edilir. Mustafa Kemal diye biri çıkar. Samsuna Bandırma vapuru ile gider. Orada bir cephe kurar. Memleket örgütlenir. Tarihte bir ilk olan emperyalizme karşı bir kurtuluş savaşı vermeye kalkarlar. Bakarlar ki askeri malzeme yok. Başarısız olurlar.” Diye mi düşündü acaba?

Tarihi öngörü, tarihi analiz bu kadar net yapıla bilinir…

TRT sayesinde tarihin yeniden nasıl yazıldığına tanık olmak memleket evlatları için ne kadar şık oldu. Bilgi dolduk!

Tarih böyle bir şey… Resmi tarih, sözlü tarih, trt tarihi gibi tasniflene bilinir… Çoktan seçmeli tarihe hoş geldiniz!

20. yüzyıl liderlerin tarihidir… Tarih, başrole onları konumlandırır… Bugüne kadar onaylamadım ama böyle. Belki de 20. Yüzyılın koşullarından. Oysa tüm mücadeleleri halklar kazanmıştır. Halkları harekete geçiren liderlerin baskınlığından, belki konjonktürden kaynaklanmıştır. Bilmiyorum ama 20. Yüzyılda “resmi” tarihlerin tümü aşağı yukarı “lider tarihidir.” Böyledir… Zaten resmi tarihe inanıp inanmamak da kişiseldir. Herkes kendi tarihini yazar, yaşar ve çeker gider…

Cumhuriyet tarihindeki hamaset ayıklanmalıdır. Kutsanmışlıktan kurtarılıp gerçeklerle örülmelidir. Kurtuluş savaşı gerçeklerini ayıklıyoruz ayaklarıyla bir başka “kişisel tarih” örülmemelidir. Örülemez!

Nokta!

İnanamıyorum, neyi savunur hale geldik! 

Kim yazıyor "leyn" bu metinleri?

-geMici-


BATI-feneri ÇAKMAYA DEVAM EDİYOR…

(Gittikçe futboldan uzaklaşıyorum. Çok sevdiğim patates kızarması, buz gibi bira ve tvde maç keyfim bozuluyor… Futbol rezaleti devam ediyor. Liglerin bitmesine sevineceğim neredeyse. Ah, bir de başlamasa…Dardanel’e 2. Lig’de başarılar…)

17 Mayıs 2013 Cuma

Bu ne ya? …



Tatarlar Camiden cenaze kaldırıyoruz… Bahçede bir avuç insan… Hocanın felsefe yapacağı tuttu… Kafasına göre takılıyor… Korku cümlelerini ardı ardına sıralıyor… Bir çuval laftan geriye içi boş bir balon kalıyor. Yağlandırılmış, propagandalaştırılmış onca laf havada… İpe sapa gelmez saçmalıklardan yemek tariflerine uzanan, oradan döndürülüp öbür dünya nimetlerini hatırlatan konuşma… Ve finalde “her ölümlü bir gün bunu tadacak…”
Sanki hoca söylemese ölmeyeceğiz. “Şimdi şu meftayı kaldırılıp da 80 yıllık yaşamını anlat desek 15 dakikada anlatır.” Diyor… “Ama öbür taraf o,oo…” Sanki cennetten arsa pazarlıyor…
Kullaştırma propagandası had safhada… İnsan acısını doğru düzgün yaşayabilecekken hoca limon sıkıyor hayata! Benim inancımı sorgulamak hocaya mı düştü? Elinde bir inanç tartısı ya da metresi mi var? Ölçü birimi ne? Ayrıca bu hakkı sana kim verdi?
Bu kentte herkes haddini bilecek! Herkes kendine düşeni yapacak. Propaganda işi hocanın işi değil. Cenaze namazını kıldır, helal ettir ama asla ve asla propaganda yapma! İşine bak!
Zaten bu hadsizlik yüzünden önünü gelen hadsizce konuşuyor. ÇEDci müdürün haddi belli mi? Değil… Fütursuz… Hoca haddini biliyor mu? O da bilmiyor…
Suskunluğumuz bir yaşam tercihidir!
…Bu, böyle bilinsin! Bakmayın siz “cümle” söylemediğimize… Bu unuttuğumuz kelimelerden değil… Suskun kalma tercihimiz.
Bir hızlı tarih akıyor, içinde tanımlanabilecek yalanlar… Biliyoruz, fark ediyoruz, görüyoruz, tanık oluyoruz! Çocuklarımıza bırakabileceğimiz bir şey değil aslında yaşananlar. Daha çok torunlara ve onların çocuklarına…
Makarnalık, Arnavutluk, Delilik, Kazmalık, 21’lilik, Tenekelik, Denizlik, Müzisyenlik, kitapçılık, Topallık bir ortak özelliğimiz değil, tam tersine kişiselleştirilmiş birer benlik… Aslına bakarsanız hayatın azizliği… Ret edişin tüm özelliği… Rasyonalizm dışında başka bir şey… “Ben de vardım” demenin şekillendirilemez inadı!
Kalıplara sokma inadınıza alttan bakalım dedim… Badem, tamam da bıyık mantığında dururum!
Arada cenazelerde bir araya gelmeye, gel(e)memeye endeksli hayatlara imza atmaya başladık. Doğrusu ile yanlışı arasında 1,5 yıl var… 1,5 yıl demek 18 ay demek…
Birileri minibüs satın alıyor. Plaka işlemleri dahil her şey tamam… Lakin minibüsler trafiğe bir yıl sonra bir kereliğine eyleme çıkıyor… Tam bir yıl boyunca bir garajda görev bekliyor… Bir kere dışarıya çıkıyor, patlıyor!
Bir yıl önce eylem işin hazırlık başlamış… Altı ayda bunun ön araştırması, hazırlığı falan vardır. Demek eylem en az 1,5-2 yıl öncesine dayanıyor…
Siz hiçbir örgüt biliyor musunuz ki; iki yıl öncesinden plan yapıp eyleme geçsin? Ben bilmiyorum… Yalanların da bir haddi olmalı!
26 yıldır ortada da olmayan örgütü hedef tahtasına dikmek kolay… Hadi bakalım 2 yıl öncesinden bu işi planlayıp uygulamaya koyacak kaç tane güçlü devlet var?
Doğru sorularla gerçeğe ulaşabiliriz…
-geMici-
BATI-feneri ÇAKMAYA DEVAM EDİYOR…

13 Mayıs 2013 Pazartesi

Gittiği yere kadar…



 Aklıma iyice yattı… “Kapitalizmi yenmeden dağları kurtaramayacağız…” Salı günü Serçiler'de ÇED vardı! İşbirlikçi müdür tam zamanında yerini aldı. Üç otobüs İzmirli fedai eşliğinde koruması sağlamdı. (Her zaman böyle olmaz!)

Evet, koza maden üç otobüs bindirilmiş kıtalarla ÇED toplantısına geldi. Bizim jandarma da baktı! Bu bakma tam dediğim gibi bakmaydı, seyretmeydi...  Sanki korunması gereken altıncılarmış gibi baktı.

ÇED toplantısında bu üç otobüs yabancının işi neydi? Onların oraya girmesini kim sağladı? Kim izin verdi? Her elini kolunu sallaya sallaya gelen oraya girebilir mi? Madem girebilir, Kirazlı ÇED’inde jandarma neden Çanakkalelileri sokmadı? Yok, onlar maden şirketinin çalışanıysa gidelim SGK’ya kadrosunda bu fedailer ne olarak çalışıyorlarmış öğrenelim… Yok günlük yevmiye ile çalışıyorlarsa bile günlük sigortaları yatmış mı? Peki orada ne iş yaptılar? Mantar mı topladılar… Onların oraya ne iş yapmaya geldiğini anlamak için çok zeki olmak gerekir mi? Sıradan bir vatandaş bile anlayabilir mi? Peki, sıradan bir vatandaş anlayabilirse, jandarmanın anlaması için ne yapmak gerekir?

Jandarma bir taraf olacaksa bu taraf Çanakkale tarafıdır! İzmirli bindirilmiş, satılmış kıtalar değildir! Altıncı şirketler değildir! Müdürü sildik! O tarafını açık seçik belirledi! “Ben güçlüden, sermayeden, termikten, altıncıdan, siyanürden tarafım” dedi. Bunu da her fırsatta kanıtladı. Buna rağmen de hala makamında oturabiliyorsa, onu orada tutan kim varsa tarafı aynıdır! Bir an önce görevden alınmalıdır! İlle istihdam edilecekse gitsin termik santralde çalışsın! Ayrıca altıncılar iş dağıtıyor… Bütçesi de iyidir.

Onun hala bu makamda oturması “halk düşmanlığından” başka bir şey değildir. Suyumuza, havamıza göz dikenlerin yanında olmak aynen bu demektir… Bunun kıvırması mıvırması olmaz!

ÇED toplantısına giden çevreciler bir avuç. Kozanın korumaları üç otobüs! Yuh size! Olur olur… Bakacağız! Bunu da çözeriz…

Altıncılar lokma dağıttılar… Köylüler pek mutluydu! Başlarına gelen felaketten haberleri yok! Her şeyi faydaya çevirmeye çalışıyorlardı. Köylülük işte budur! Feodalizm tam da budur! Ağlayıp yakınıyorlar ya yalan! Bir zil takıp oynamadıkları kaldı! Zehirlenmeye başladıklarında ne yapacaklar göreceğiz! Bakalım yıllardır yaşadıkları toprakları terk etmeye başladıklarında ne yapacaklar… Utanmadan fıstık çamı pazarlığı yaptılar…

İl Genel Meclisine bir önerim var… Kirazlı havzasındaki tüm köylerin adı değiştirilsin… Benim birkaç önerim var… Mesela Serçiler'in adı “Lokmacılar” olsun! Diğerlerine de coğrafi konumuna göre “Aşağı Lokmacılar”, “Yukarı Lokmacılar” pekala olabilir. Şık ve çok uygun olur! İlk toplantıda bu işi halledin. Hem Sayın Vali de giderayak önemli bir mevzuyu da halletmiş olur…

Son günlerde pek yoruldu! Özveriyle çalıştı… hatta Memur Sen’in pankartlarıyla bile yakınen ilgilenmiş… Duyarlılık böyle olur… Tabi haliyle yoruluyor insan! Yoğun bir dönemi geçirdik…

Zaten Çanakkale dediğin nedir ki? Yüz bin nüfuslu kasaba irisi bir kent… Mühim değil! Gözden çıkartılabilinir… Her tarafını kazın, her tarafını termikleyin! Olsun bitsin! 

En son kenti terk eden ışıkları söndürmeyi unutmasın! Muslukları da kontrol edin! 

Ben Eskişehir'e yerleşiyorum…

-geMici-

gemici@yandex.com

BATI-feneri ÇAKMAYA DEVAM EDİYOR…

6 Mayıs 2013 Pazartesi

Çatır çutur ÇED



Sahtekarlığın, kurnazlığın, satılmışlığın tarihi yazılıyor. Öyle gizli kapaklı falan değil. Herkesin gözü önünde. Utanma, sıkılma falan yok! Damar çatlamış. Öyle bir tarih akıyor gözlerimizin önünden. Hesapsız, kitapsız… Hep böyle akacakmış gibi. Yapılanların hesabı, öbür tarafa havale edilmiş gibi… Yok, öyle bir şey… Komedinin de bittiği bir yer var!

Karabiga’da yaşananların özeti…

Karabiga’da ÇED toplantısının yapılacağı düğün salonuna davetli Karabigalılar gelmiş. Salonun kapısını tutmuşlar. Alarkonun temsilcileri ortada yok. ÇED toplantısı yapılamamış. Sonra? Sahneye müdür çıkıyor… Çevre ve Şehircilik müdürü Namık Güver… Tutanak tutulacak! ÇED toplantısı yapılamamış… Müdür tutanak yerine kafasına göre ÇED toplantısını Alarkonun adamları olmadan yapıp bitiriyor… Karabiga’nın idam fermanını imzalıyor. Karabiga’yı provoke ediyor. İnsanları kışkırtıyor. Karabigayı yok sayıyor…

Sanki her şey normal… Pişkinlikle yaptığını savunmaya çalışıyor… Hukuksuzluğu savunuyor! Yetkisini kötüye kullanmaktan çekinmiyor. Çevrenin tarafı olacağı yerde Alarkonun, termiğin tarafı oluyor.

Her şey bu kadar basit ve net! Ne yazılabilir ki?

3 Mayıs cuma günü yaşananlar tarihe “kara Cuma” diye geçecektir…

Bu olay sadece Karabiga’nın sorunu değildir. Tüm bölgenin sorunudur. 7 Mayıs’ta da (bugün) altın ÇED’i var… Atikhisar baraj gölü havzasına siyanür atık barajı kurmaya çalışıyorlar. Suyumuza göz dikmiş durumdalar. Yine ÇED yapılacak! Ne gereği var! Müdür makamında yazsın, imzalasın, bitsin! Serçelere kadar gelip de gereksiz yere yorulmasın! “One Man Show”a gerek yok! 

Zaten hükümet ÇED raporunu kaldırmak için gerekli girişimlerde bulunuyor. Tasarı hazırlanıyor.
Mehmet (Doğan) abimle karşılaşıyoruz… “Kapitalizmi yenmeden dağları kurtaramazsınız.” diyor… Yazın bunu bir yere!

-geMici-


BATI-feneri ÇAKMAYA DEVAM EDİYOR… 

2 Mayıs 2013 Perşembe

Her yer Taksim, Her yer 1 Mayıs!



Mayısın ilk günü… Sabah uyandım. (Ben sabahları uyanırım J ) Harika bir gün… Televizyonu açtım. Barış ve huzur içinde işçileri gazlayıp, sulayan İstanbul polisi çoktan 1 Mayıs kutlamalarına başlamış…  Oldukça coşkululardı.  Ekrandan öyle gözüküyordu. Dünya emniyet güçlerinin on yılda tüketecekleri biber gazını daha öğlen olmadan tüketmişlerdi. Barış dediğin biraz dumanlı olur…

Dilan direniyor… 17 yaşında başından biber gazıyla vuruldu. Hastanede…  Polis müdürü ısrarla biber gazıyla vurulmadığını söylüyor ama medya çağında hiçbir şey kameralardan saklanamıyor. Görüntüler polis müdürünü yalanlıyor.

Polise biber gazı yetiştiremiyorlar.  Sarfiyat yüksek. Sıkıldığı yerde etkili değil sadece… Çanakkale’de de, Karabük’te de, memleketin tüm 1 Mayıs alanlarında yankılanıyor şiddet! Alanlarda ortak slogan : “Her yer Taksim, her yer 1 Mayıs!”

“İşte” diyor tarihin tanıkları “işte barış” bu!”  İşçisiyle AKP hükumeti barış yapıyor! AKP iktidarı memuruyla barış yapıyor… Sulandırılmış yalanların, kızarmayan yüzlerin barışı… Çoluk çocuk demeden saldırılan kim? İşçi, emekçi, memur… Ne istiyorlar? Taksim alanına gidip bayramlarını kutlamak! Suçun ne? “İşçi olmak! Örgütlü işçi olmak!”      

Geçen sene Taksim Meydanında kutlama oldu kimsenin burnu kanamadı. Çünkü ortalarda polis yoktu! Dün tüm sokak başlarında polis vardı durum ortada! Hükümet barışı bilerek dinamitliyor. Bir gün önce meydanda avm falan olmayacak diyen bir belediye başkanı var, bir gün sonra Taksim’e avm de yapacaz, her şey de olacak diyen bir hükümet! İşçinin oradan silinmesi lazım. Hesap da işçi yok!

1977’in acılarıyla, direne direne kazanılmış haklara hiçe saymaya yeltenen hükümet yeni kapıda denizi doldurarak miting meydanı inşa ediyor çılgın projelere ek olaraktan… En zeki onlar…

Bu 1 Mayıs da tarihi yerini alıyor, düşüşün başlangıcı olarak! Düşüş hızlandıkça daha da hırslanıyorlar. Demokrasinin kurallarını değiştirmeye çalışıyorlar. Her şeyi ellerine yüzlerine bulaştırmış durumdalar.

Bozcaada mezarlığında 1 Mayıs 1977’de Taksim Kazancı yokuşunda kaybettiğimiz 36 kişiden biri olan Kıymet Kocamış’ın mezarı var. Mezar taşında hani AKM’ye asılan bir işçi figürü vardır, zincirlerini kıran… İşte mermere o figürü kazımışlar… O mezardan tüm ülkeye yayılmış tam 36’tane var! AKP iktidarı yeni mezarlar yaratmaya çalışıyor. Hatta ısrar ediyor…

İşçiler Taksim’e çıksalardı bu kadar zayiat olmazdı. Kimsenin burnu kanamazdı. Şimdi ne oldu? Onlarca yaralı, hırpalanmış yüzlerce insan… Sonuç? Kocaman bir düşüş… Barışa yalanlarla övgü…  Hala iddia ettikleri aynı… “Orası inşaat sahası... Tehlikeli…”  

Hiçbir tehlike bu iktidar kadar olamaz! 1 Mayıs’ta yaralananlar inşaat sahasında mı yaralandılar?

Boş versenize… Seçim yaklaşıyor… Bir daha bir daha düşünün…

Tüm iktidarlar Taksim üzerine tasarrufta bulunmaya kalkarlar ama hiç biri başaramadı. Şimdi de başarısız olacaklar! Ağaçları kesip kışla görünümlü AVM yapacaklar…

Olur, yaparsınız(!)

-geMici-

BATI-feneri ÇAKMAYA DEVAM EDİYORLAR…

1 Mayıs akşam üstü, gün batımında Bozcaada Ayazma’daydım… Ben, oğlum, Ümit Evergen… Şans bu ya Ata Demirer ve arkadaşları da vardı. Birkaç cümle konuşuldu. Ata Demirer’in bir Türkiye tanımı vardı: “Sörvayvır da yaşar gibiyiz. Sörvayvır Türkiye…” Heyecan dorukta. Adrenalinle büyüyoruz…