20 Kasım 2013 Çarşamba

Sessizlik…

 
Her gün bir şey oluyor gibi ama olmuyor… Akşam tv’lerdeki tartışma konularına bak, sanki program tekrarı…
Konuşulan konular;
“Barış sürecinde bundan sonra ne olacak?” Şivan Perver ve Ajda Pekkan birlikte söylesinler. Erdoğam ve Barzani 21 kenti dolaşsınlar. “Dershaneler bir gün kapatılsın bir gün açılsın.” Gezi parkından alışkınız…“Genel Af…” Afsız da bir seçim geçse sakalımı körliyecem…
Bir de ara gündemler var… Kronikleşmiş, unutulmaya yüz tutmuş, arada sırada zaman doldurmak için ortaya atılıp, saat bazlı tartışma konuları…
Ergenekon, balyoz  gibi v.s. davaları, hayata müdahale mevzuları,  akla geldikçe hırpalanan ODTÜ talebeleri, Suriye iç savaşı, Melih Gökçek sorunsalı, kız-erkek sendromu, şike davası…
Bütün mevzu, tüm konuşulanlar bunlar…
Oysa sağlık sisteminden bahseden yok! Eğitim sisteminin laçkalığından, emek sermaye çelişkisinden tık yok. Kapitalizmin yeni evrimleşme sürecindeki dünya ölçekli politikalarından, çevre etkili yatırımların hızla artışından, kirlenen, ölen, zehirlenen topraktan kimse bahsetmiyor…  Bırak bahsetmeyi farkında olan yok!
Termik santralleri kurun… Çevresel etkilerini nasıl olsa açlık ve susuzlukla farkına varacağız. Kapitalizmin sürekli kar üzerine kurulmuş ekonomik ilişkilerinin bir köşesinde de üretim ve tüketim ilişkileri olduğunu bilmeden de yaşanabilir pekala… Peki, bu ilişkiler nereye kadar sürdürülebilir olabilir? Ya da tarihin hangi zamanına kadar?
Sermayenin değişen yapısı altında, bundan sonra kim ağırlık ezilebilir acaba? Ezen belli ama “kim” sorusu nesnelleşememiş durumda… Netliğini yitiriyor… Kayboluyor. El, görünmezleşiyor… Gözlerimizin önünde silinip gidiyor. Aslında daha belirgin ama o kadar irileşmiş ki, ne olduğunu çözemiyoruz…
Bir o kadar da uzaklaşıyoruz dayanışmadan… Uzaklaştıkça yalnızlaşıyoruz… Deprem sonrası gibi “kimse var mı?” cümlesini duyacağımızı zannediyoruz ama o ses “felakete” yok.
Şimdiden bir araya gelmiş, insanlar olmalıyız…Karanlıktan korkabiliriz… Çaresiz durumda olduğumuz duygusunu giymiş olabiliriz…
Tüm bunlar aslında yok! Bir yanılsamanın içindeyiz hepsi bu! Ne yalnızız ne de çaresiz… Sadece körleşmenin etkileri. Hepsi de geçici…
Şimdi duyulan koca bir sessizlik!
-geMici-
BATI-feneri ÇAKMAYA DEVAM EDİYOR… 

15 Kasım 2013 Cuma

Metro…


Biraz ahkam kesmekte bir sakınca yok. Nasıl olsa önüne gelen trafik sıkışıklığına bir çözüm üretiyor. Çözümler tamam da…

İşte bu “da” ekinden sonra sorun çiftetelliye dönüşüyor. Kıvır…

Dünyada trafiği en kötü ikinci kenti İstanbul… Araştırmayı ben yaptırmadım. Ben de yapmadım… Öyle yazıp çiziyorlar. Gerekçe de hazır: Metro işine geç başladık… Tespit de bu! 

Tespiti yapınca çözüm de kolaylaşıyor… Ha bire metro yapılıyor… İşte; “bilmem ne arası ile bilmem ne etabı bitti. Siz bir de bu etaba ekli diğer etabı da bitirdiğimizde görün…” Trafiği bitirmeye ant içmiş yönetici iddialarını sürdürüyor… “Bu işi biz çözeriz…”

“Ne o kapitalizmi ehlileştirecek misin?” diye soran yok! Tabi benim gibi biri de olayı hemen “kapitalist” sisteme bağlaması  normal. Siz kaile almayın!

Tabi İstanbul ikinci olunca bu işin bir de birincisi olmalı diye düşünüyor insan… Elinde olmadan yani… Birincisi de Moskova’ymış…  Moskova trafik sıkışıklığında dünyanın en birinci kenti…

Peki, dünyanın en eski ve en büyük metrolarından biri hangi kentte? Moskova’da!

Acayip bir şey…

Eskiden yani SSCB yani Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği varken Moskova’ya gidip gelen kim varsa Moskova’nın metrosunu anlata anlata bitiremezlerdi. Nereden biliyorsun dersen medyadan derim. Gidip görmek mümkün olmadı. Bu saatten sonra da gideceğimi sanmam…
SSCB dağıldıktan sonra Moskova Metrosu kapatıldı mı? Bildiğim kadarıyla devam ediyor… Ama yine de dünyanın trafiği en sıkışık, karmaşık, çekilmez trafiğine sahip.

İstanbul’da trafiği çözmek için ha bire metro yapıyor…

İstanbul’da araç kullanan arkadaşlara soralım bakalım; Marmararay açıldıktan sonra trafik hafiften de olsa bir azalma oldu mu?

İstanbul, trafik sıkışıklığında bir basamak da aşağı inmediğine göre… Biraz erken mi konuştum? Ben tüm hatların bitmesini de beklerim…

Ha, tüm bunlara bir de dünyanın ikinci değil birinci sırasında pahalı yakıt kullandığımızı da ekleyin! Cabası yani… Benden olsun dedim… J

Sakın metroya karşı çıktığımı sanmayın. Metro yapılmalı. Her kentte olmalı. Kent içi ulaşımın daha konforlu, daha kolay olmalı. Hiç itirazım yok!

“Trafik sıkışıklığı” sorununun çözümü olarak “metro” gösterilmesi hem metroya hem bizim akıl sağlığımıza hakaret...

Metro ile trafik sorunu çözülemezse suçlu metro mu olacak?

Şimdi soruya bir kez daha dönelim…

“Ne o kapitalizmi ehlileştirecek misin?”  

Ben olsam toptan değiştiririm…

-geMici-



BATI-feneri ÇAKMAYA DEVAM EDİYOR… 

14 Kasım 2013 Perşembe

Hava kurşun gibi ağır…

 
Burası Kurşunlu Köyü… Köyün tepesini attırmış maden şirketi. Nasıl attırmasın… Tepelerini kazıyorlar. Ağaçları kesiyorlar. Kesilmesi gerekeni zaten kesmişler… Eşelemişler tepeyi.
İlk yağmurda köye yağmur yerine maden yağacak. Köylü ne yapsın? Sesini duyurmaya çalışıyor. Çanakkale Çevre Platformu tam destek veriyor. Tam kadro oradaydılar. Çevre gönüllüleri de otobüslerle maden alanına dayanmışlar…
Çadırlar kurulmuş hayatı savunma nöbetindeler… Sadece yaşanan, saldırıya uğrayan Kurşunlu Köyü ya da köylüleri değil ki…
Hayatın her alanında… “Hava kurşun gibi ağır…”
Hayatın her alanında saldırı devam ederken, direnç de artıyor. Köylüsünden işçisine, beyaz yakalısından mavi gömleklisine… Gençler bu hareketlerin dinamiği. Onlar da hedef tahtasında… Evde, yurtta, apartta…
İşçinin kıdem tazminatında…
Yeni anayasa yapılacak ya acaba ondan mı mevcut anayasanın maddeleri işletilmiyor. “Yenisi yapılacağından eskisinin hükmü yoktur” bir ilan falan mı yayınlandı da ben görmedim. Olabilir…
Bir şeyler oluyor… Farkına varmadığımız şeyler. Aklımızın yetmediği, hissettiğimiz. Hissiyatlı günlerden geçerken kışa dayandık. Sonrası yine bahar…
İstanbul’u alan Türkiye’yi alır teorisinden olacak tüm gözler partilerin İstanbul adaylarına çevrilmiş durumda. Tam bu noktada Melih Gökçek teorisi geliyor… “Baronlar araba filoları kiralayıp İstanbul’un trafiğini kitleyecekler…” Sonra? İnsanlar dertlenecek ve oylar CHP’ye gidecek… E,eee? AKP kaybedecek demeye getiriyor…
Kim leyn bu baronlar? Fazla kurtlar vadisi jargonu…
Herkes İstanbul derken Çanakkale gibi kentler göz ardı ediliyor… Hükümetin Çanakkale tutumu belli… Adayı da üç aşağı beş yukarı belli… Sonuç?
Sandıkta…
Bunca çevre saldırısı, hayata müdahaleden sonra hala Çanakkale’yi dert ediyorsak sorun siyasete yön verdiğini sananlarda sanırım. Kronikleşen toplumsal krizi yönetemeyenlerde. Politikalar geliştiremeyenlerde…
Peki bunlar ne olacak? Kırpıp kırpıp yıldız yapacak halimiz de yok!
Diren Çanakkale uymuyor… Dayan Çanakkale!
-geMici-
BATI-feneri ÇAKMAYA DEVAM EDİYOR…

7 Kasım 2013 Perşembe

Leoparın kuyruğu...

"Kardeşim çık aradan... Ankara'yı dinliyorum... Gözlerim kapalı..."
"Sen de kimsin?" 
"Barak... Sen de kimsin?"
"Biz yeterince dinledik... Tavsiye etmem... Cameron, David Cameron..."
"Yine Bond ayaklarına yatıyor..."

"Şimdi bu evlerde erkek - kız kalıyorlar..."
"yapma yau? Kim bunlar?"
"Bunlara genç diyorlar... Bize uzak bir zaman..."
"Şimdi zaman mevzuna takılmayın. Biz muhafazakar ve demokratik bir partiyiz..."
"Parti dediniz de parti de veriyorlar... Ha-han da burada yazıyor..."
"O ne?"
"Rapor..."
"Kim yapmış?
"Tosun..." 

"Yau biz Merkel'i dinlemiyor muyduk?" 
"Çok sıkıcı... Hep aynı şeyi tekrarlayıp duruyor. İlle de yerli otomobil diyor"

"Bu apart mevzusunu anlamadım..."
"Tercüme hatası... Abartıyorlar..."

"Arkadan saldırdı..."
"nasıl saldırdı?"
"Bas baya... Arkadan!"
"Görmeden saldırdı..."
"E-eee....?"
Dayı oğlu da bastı tetiğe..."
"Son pardus..."

"Derisini bakanlığa asalım..."
"satalım, çok para eder..."

"Kızlar gece de kalıyorlar mıymış..."
"Bilmiyoruz... Israrla yan yana duruyorlarmış..."
"Bunlar gezide de öyle durdular..."

"Bir film vardı? Adı neydi?"
"Leopar..."
"daha uzun..."
"Uzun leopar..."
"Çık değil..."
"Kısa ve kalın..."

"Cameron..." 
"Efendim abi..."
"Ne leoparı?"
"kar leoparı olabilir abi?"
"Dişi mi erkek mi?"
"Son erkek... Pardon son pardus..." 
"Oğlum o işletim sistemi değil mi?"
"İşletiyorlar bizi..."
"Bak şimdi aklıma geldi..."
"Ne geldi?"

"Leoparın kuyruğunu tutma. Tutarsan da bırakma."

-geMici-

gemici@yandex.com

BATI-feneri ÇAKMAYA DEVAM EDİYOR...

NOT: Bülent abi ne oldu logo işi. Bir türlü açıklanmadı... Merakla bekliyorum. Israrla beni seçmeye çalışma ben katılmadım... :)

Hayrola be oldu?



Hüseyin Avni Bostsalı'nın Cumhuriyet Bayramı Resepsiyonunda verdiği demece göre... Şimdi bu da kim diye soracaksınız... Siz sormadan ben yazayım; Türkiye Cumhuriyeti Kahire Büyük Elçisi... Önemli bir adam yani. Hele bir de son aylarda AKP Hükümeti'nin Mısır konusundaki hassasiyetini düşünürseniz büyükelçinin önemi daha da hassasiyet kazanıyor.
 
İşte Mısır Büyük Elçimiz yaptığı açıklamada Tahrir olaylarını bir devrim olarak kabul ediyor.“Tahrir Devrimi’nin hedefleri tüm dünya tarafından ve Mısır halkının 7’den 70’e tüm fertleri tarafından destekleniyor, Mısır halkının isteklerinin yerine geleceğine inanıyoruz” 
 
Tüm Mısır halkı tarafından kabul ediliyormuş... Dün Mahkeme karşısına çıkan Mursi de darbeyi acaba "devrim" olarak kabul ediyor mu? Meydanları dolduran "Müslüman Kardeşler başka bir ülkeye ihraç ürünü olarak mı gönderildi? Ne oldu Rabiatül Adeviye meydanını dolduran kitlelere? 
 
"Biz biliyor ve inanıyoruz ki 25 Ocak 2011'de başlayan Mısır devrimi, Mısır ve bölgede demokrasi, adalet ve hürriyetin habercisidir" 
 
Hayrola?
 
Mısır Büyük Elçisi kafasına göre takılıp da kişisel görüşlerini mi yoksa Türkiye Cumhuriyeti'nin görüşlerini mi zikrediyor? Eğer kendi görüşlerini dile getiriyorsa sorun başka bir yerde demektir. Sayın Büyük Elçi kafasına göre takılıyor demektir ki bu daha da tehlikeli bir "dış politikamız" olduğunu gösterir. Gösterir ve acilen -onaylarsınız ya da onaylamazsınız- hemen merkeze çağrılıp yeni bir elçi atanmalıdır. Türkiye Cumhuriyeti'nin temel dış politikalarını elçiler belirleyemez!
 
Eğer hükümetin dış politikada, özellikle Mısır politikasında bir değişim söz konusuysa, yani bugüne kadar derbecilere derbeci demekten vaz geçildiyse bunu da bilmek bizim hakkınız. Eğer bugün darbecilere darbeci denmekten vaz geçilecekse 12 Eylül generallerine ve gündemde yer alan Balyoz, Ergenekon, 28 Şubat ve benzeri darbelere de pek yakında darbe denmekten vaz geçileceğinin sinyalidir.    
 
Oysa 25 Ağustosta Başbakanımız yaptığı konuşmada; "Mısır’daki olaylar karşısında susmak, çok ağır bir vebalin altına girmektir. Özellikle bilim insanlarının, üniversitelerin bu hadiseler karşısında daha gür bir ses çıkarmalarını beklerdim, ama bu olmamıştır. Zira bugün susulur ise yarın konuşmaya, itiraz etmeye kimsenin hakkı olamaz. Bugün darbeye darbe diyemeyenin yarın bir hastalık veya bu hastalık bütün vücuda sirayet ettiğinde, darbeye darbe demesi hiç bir anlam ve ağırlık ifade edemez” demişti...
 
Zaman akıyor... Kelam uçuyor. Yazı kalıyor... Yeter ki buza yazmayın! Yeter ki ıssızlığa konuşmayın! Modern dünya kaydediyor...
 
-geMici-
 
 
BATI-feneri ÇAKMAYA DEVAM EDİYOR...
 
NOT: Aziz Yıldırım kazandı! 3 Temmuz sürecini kongre üyeleri tarafından yerle bir edildi. Her alanda söz sahibi olmak isteyen "erk" Fenerbahçe Cumhuriyeti tarafından yerle bir edildi. Tüm "Solaçık" ve Fener taraftarlarını bir Galatasaraylı olarak coşkuyla kutluyorum... Tebrikler... Pazar günü maç sonucu ne olursa olsun "solaçık, çarşı, tekyumruk" kazanacak... 

2 Kasım 2013 Cumartesi

Hayat başka bir şey…


Bazen sinir bozucu olabilir… Bazen çok katlanabilir… Bazen çekilmez… Ama “hayat” sadece bir tanedir… Ve “Cübbeliye” katılmıyorsanız yaşadığınız sizsiniz… J

Orhan Veli, Kanyaktan bahsediyor… Olsa da içsek. İçemezsiniz… YOK! Neden içemiyoruz acaba?
İçemezsiniz… Çünkü “kanyak”ın merkezi Çanakkale’ydi… Yok ettiler… Kapadılar…

Kapanan sadece bir kanyak fabrikası değildi… Binlerce dönüm bağ kütüğünün köklenmesiydi…
Bir üzüm cinsinin yok etmekti! KARASAKIZ…. Şimdi yok!

Fabrikayı tekrar yapsanız da KARASAKIZ yok!

Öldü…

Kurşun sıktılar…

Hala aynı yalan… “Biz kimin hayat biçimine müdahale ettik?” diye… Etmiyorlar, yok ediyorlar!
Faşizm, çoğunluktur. Çoğulcudur….

Sanki bu iki kavram farklıymış gibi davranıyorlar… Belki farklı ama aynı anlamda kullanılıyorsa demokrasi nasıl bir Sürey’ya?

Şimdi kötü…

Farklı yerlerde olmanın acısını içselleştiriyoruz…

Film değil, şiir de değil… Yol almak! Yolculuk!

“Boğziçi” İstanbul… Orhan Veli… Çanakkale?

Deli, Sermet, Arnavut, Müzisyen, Teneke, 21, Sinema, Kazma, Balta, Kitapçı, Başkan, Niyazi, Yazko, Fotokopi….

Unutulan birkaç kişi… Hepsi bir yazıya sığar…

Kahretsin!

Vietnam’da ördekler, mobiletler bir de “Mihriban” vardı…

Mihriban, Faşist…. Diğer sevgili Sosyalist! Yok böyle bir şey…. Yatarsın ve seversin! Yarsız! Renksiz…

Karasakıza dönelim mi? Olmayana… Olması istenmeyene… Şimdi Belediye adayı “millet-vekili” Hangi kara, hangi sakız, hangi beyazlık?

Utanırım… Binlerce dönüm karasakız adına…

Bence aday göstereceklerse adı “KANYAK” olsun… “Mehmet” dediğin renksiz! Biraz da sahtekar “bordo” olsa, yetecek. Olamıyorlar…

Türbanlı “karasakız” diye de bir şey yok!

-geMici-


BATI-feneri ÇAKMAYA DEVAM EDİYOR...