29 Eylül 2014 Pazartesi

Hep de “devrim” yazacak değiliz ya…

Bu gemici tayfası büyük yetenektir… Özellikle yeme içme konularında, üstlerine yoktur. Yaşamayı iyi bilirler. Dayım da onlardan biri. Yaşamı denizlerde geçmiş, Deniz Nakliyat’tan emekli… Parça parça sattılar. Ne gemi kaldı, ne tersane… Arması bir dünya markasıydı. Markayı da sattılar mı acaba?

Deniz’de yemek işi çok özeldir. Teknede kim yetenekliyse yemeği de o yapar, genellikle… Diğerleri de aşçı yamaklığı... Dayım da yılların “deniz aşçısıdır.”

Öyle bol malzemeyle yemek yapmak kolay. Gün gelir teknede her şeyden ufak bir miktar kalır. Önemli olan onlardan özel tatlar çıkartmaktır. Deneye deneye öğrenirsin… Neyin neyle nasıl bir araya geleceğini kendin kendine, deneye deneye öğrenirsin. Sonra bir bakmışsın özel bir tat üstadı olmuşsun… Yıllar sonra emekli olup karaya vurduğunda  alışkanlıkların gelişerek devam eder…

Şimdi vereceğim tarif de birkaç gün önce “Vahit’in Turizm Tesisleri”nde ilk defa denediğimiz “Kaşarlı Palamut” tarifi… Yapması kolay, tadı birinci sınıf…

Palamudu fileto olarak temizletin. Orta kemiği, kafayı ve kuyruğu kedinize ayırın. Filetoları evde tek tek yıkayın ve birkaç kılçık kaldıysa temizleyin. Her filetoyu 3-4 parçaya bölün ve borcama ya da tepsiye dizin…

Bir tavada biber, domates, bolca sarımsak, maydanoz, kekikle sos hazırlayın… Kendi suyunda halvet olsun. Baharata gerek yok. Mümkünse yağ olarak gerçek tere yağ kullanın yoksa zeytinyağı…

Bu sosu borcama dizdiğiniz palamutların üstüne dökün, fırına koyun… 15 dakika sonra rendelediğiniz kaşar peynirlerini serpin. 5 dakika daha fırında kalsın. Sonra çıkartın ve ısı yeme kıvamına gelsin. Hepsi bu!

Nasıl yiyeceğinizi söylemiyorum… Hani balık mideye inmiş, beklemiş, sağına soluna bakmış rakıdan eser yok. “Beni hangi h.yv.n yedi acaba?” demiş ya…

Yemekten kalkmadan bir arkadaşınızı arayın. Hayatın ne güzel olduğundan falan bahsedin. Gelecekten, umutlarınızdan, çocuklardan, torunlardan, börtü böcekten… Arkadaşınız sizin mutluluğunuza, hayat sevincinize bir anlam veremeyebilir. Olsun… “Yaşam arada sırada gülümsüyor” gibi saçmalamaya devam edin ama en sonunda tarifi ona da verin. O da nasıl olsa bir başkasını arar…

Dünyanın en yeteneksiz yumurta kıranı olsanız bile bunu yapabilirsiniz… J

Mevsim, palamut mevsimi…

-geMici-


BATI-feneri ÇAKMAYA DEVAM EDİYOR…


     


Acayip sessizlik…

Gökçeada Atatürk Öğretmen Okulu (Lisesi, Anadolu Lisesi) Ekskavatörlerle yıkıldı. Pardon yerle bir edildi. Yerine “eğitim kampusu” yapılacağı söyleniyor. Söyleniyor diyorum çünkü okulun da kapatılmayacağı söylenmişti.

Olan oldu, okul yıkıldı… 1965 yılında hizmete giren “Gökçeada Atatürk Öğretmen Okulu” artık yok!

Beni ilgilendiren kısmı, okul tarihe gömülürken adalıların derin sessizlik içinde kalmaları. İlle de itiraz etmelerini beklemedim. Ama en azından “yau siz ne yapıyorsunuz” manasında bir basın açıklaması yapmalarını bekledim açıkçası… Bu açıklama “iyi oldu” babında da olabilirdi.

Okulda uzun süre öğretmenlik yapan ve Gökçeada Atatürk Öğretmen Lisesi’nden emekli olup, geçen dönem Gökçeada Belediye Meclisinde görev yapan öğretmenimizden bile ses çıkmaması acayip bir şey…

59 yıl adayla iç içe olan okulumuzun yaşı şu anda adada ikamet eden adalılarından birçoğundan hatta yüzde doksanından daha adalıydı. Herhalde sayın ada halkı “bizden daha eski olan, bizden daha adalı olan birine tahammülümüz yok” diye düşünmüş olamazlar…

Daha eski olan giderse sonradan adalı olanlar “biz adalıyız” deme hakkı mı doğuyor acaba? Böyle düşünmüş olamazlar sanırım… Hayır, canım… Yok tabi böyle bir şey… Bu tamamen yazarın uydurması…

Denizin tam ortasında, fırtınanın tam göbeğinde, kendi aydınlanma çağının yaratan okulum şimdi yok! Ada şimdi daha mı güzel, daha mı ferah, daha mı…

Bilmiyorum… Ada hep uzaktı. Şimdi daha da uzaklaştı gibi geliyor…

Okulun 10 bin kitaplı kütüphanesi her iktidar değişiminde depodaki kitaplarla yer değiştirirdi. Bu da acayip bir şeydi. Demek ki iki takım 10 bin kitap varmış… Her iktidar değiştiğinde zavallı kütüphanenin kitapları toptan değiştiğine göre… Fark etmez! Kitap kitaptır… Adanın o yalnızlığında, fırtınanın ortasında çakan deniz feneri gibiydi…

Saat gece yarısını vurduğunda sönen elektriklere inat gece parlardı okulum… Adanın sönük 45 volt sarı ve kendini aydınlatmayan sokak lambalarının ardında florasanlarla donatılmış dersliklerin aydınlığı sadece zamansal bir tesadüf… Onlar olmasa da aydınlanma çağının bilge ışıkları gibi yüzlerce gülen göz vardı…

Gökçeada Atatürk Öğretmen Okulu (Lisesi, Anadolu Lisesi) şimdi yok… Ada tarihinde hep olacak. Bir de kapatanların, yıkanların, rantından yararlananların adları bir köşeye not edilecek ki tarih oluşsun! Geleceğe yazılan binlerce bilgi arasında, bakarsınız ileride birilerinin dikkatini çeker… 

Adanın gerçek tarihi ortaya çıkar ada sessizliğine rağmen…

-geMici-


BATI-feneri ÇAKMAYA DEVAM EDİYOR…
  



21 Eylül 2014 Pazar

Yık gitsin!

Önce beni sildiler... Hayır silemediler! Bak, yazıyorum... :)

Okulumu yıktılar... Sadece betonu yok ettiler... Gökçeada Atatürk Öğretmen (okulu) Lisesi -aynen- aynı yerinde duruyor... Yok ettikleri sadece beton! Bizi yok etmeleri mümkün değil! 

Ama intikam almaları olasılık dahilinde... Olan da bu!

Aldıkları intikam da benden değil, yanlış anlamayın...

Bilimden intikam alıyorlar... Darvin'den! Hegel'den! Marks'tan! Engels'ten! Einstein'den! Akşemsettin'den! Batlamyus'tan! Cahit Arf'tan! Galileo'dan! Mendevle'den ve hepsinden...

Sanattan intikam alıyorlar... Resmin felsefesinden, "Mutluluğun resmini yapabilir misin"den, bir fırça darbesiyle hayat yaratanlardan... Sürrealizmin gerçekliğinden, Güernica'nın gücünden, Mona Liza'nın gülüşünden, Rambrand'tan, Van Gogh'tan...

Edebiyattan intikam alıyorlar... Tutunamayanlar'dan, Savaş ve Barış'tan, Ve durgun akardı Don'dan, Palto'dan, Dublinliler'den, Büyük Grev'den, Julis Fuçik'ten, Hayvanlar Çiftliği'nden, Sineklerin Tanrısı'dan, Çanlar Kimin İçin Çalıyor'dan, Demir Ökçe'den, Gazap Üzümleri'nden...

Müzikten intikam alıyorlar... Mozart'tan, Pink Floyd'tan, Queen'den, Beatles'tan, Dede Efendi'den, Münir Nurettin'den, Ali Asker'den, Grup Yorum'dan, Kızıl Irmak'tan, Yeni türkü'den...

Kısaca...

İnsanlık tarihinden!

En çok da şiirden... Nazım'dan, Orhan'dan, Aragon'dan, Sabri Kuşkonmaz'dan, Turgut Uyar'dan, Edip Cansever'den, Behçet Necatigil'den...

Devrimcilerden korkuyorlar... Mahir'den, Deniz'den, Yusuf'tan Hüseyin'den, Cevahir'den, Che'den, Fidel'den, Soner'den, Olof Palme'den, Erdal Eren'den, Gezi şehitlerinden, Sivas şehitlerinden...

Ve binlercesinden!

Biz, hepsiyiz... İnsanlık tarihiyiz....

Köy Enstitülerini Nabi Avcı kapadı!

Biz hala varız! Bizi yok etmek o kadar da kolay değil... Rakının kokusundan da tırsarlar... Bu da not olsun...

-geMici-

gemici@yandex.com


BATI-feneri ÇAKMAYA DEVAM EDİYOR...

18 Eylül 2014 Perşembe

Marksizm nerede ve nasıl öğrenilir?

Hayatın içinde… Çelişkilerin ve çıkmazların göbeğinde öğrenilir! Hayat öğretir! Yaşamsal bir tercihtir. Okullarda öğrenemezsin. Zaten öğretmezler!

Benim okuduğum yıllarda “Felsefe Grubu” diye bir ders vardı. Felsefenin “f”sinden anlamayan Bayram adında saçma sapan biri gelirdi. Bir paragraflık “Marksizm” tanımını atlayarak kendince derin bir eylem yapmanın mutluluğunu yaşardı. Bütün felsefesi de bu kadardı.

Bugün, özgürlük mözgürlük, liberalizm falan diyoruz ya değişen bir şey yok! Oğlum liseye gidiyor… Kitaplarına göz attım göremedim. Zaten olmasını da beklemiyordum.

Felsefe; bilimlerin bir adım önündedir… Hep böyle denir ya… Çünkü bir düşünce sistematiğin yoksa bilimle de ilgin olmaz. Ama yine de felsefenin bir tanesinin ortalarda alenen dolaşması pek istenen bir şey değil. 

Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi karar verdi: “zaman geçirmeden öğrencilerin zorunlu din ve ahlak kültürü derslerinden muaf tutulmalarını da sağlayacak yeni bir sisteme geçmesini” istedi.

Başbakan Davutoğlu açıklama yaptı… “Hiçbir insana dini gerekçelere baskı uygulanmaz. Nasıl ben Marksist değilsem ama Marksizmi bilmek iktisat okunurken de uluslararası ülkeler okurken de bir zaruretse bir atestin dahi belli bir vasatta din kültürü sahibi olması zarurettir.”

Demek ki; Marksizmi öğrenmek için ille de “ekonomi” okumak gerektiriyor. Yoksa “emek sermaye” çelişkisini öğrenmek mümkün değil. Başbakan haklı… Kendileri de “Ekonomi” ve “Siyaset Bilimi ve Uluslar arası ilişkiler” okuduğu için biliyor. Bir zaruret yani…

Marks; durup dururken; “aklıma bir fikir geldi. Şöyle bir kalın kitap yazayım. Adı da Kapital olsun” falan demedi. Engels’le birlikte önce felsefeyi ortaya koydular. “Diyalektik” ve “Tarihsel Materyalizm”i…

Ortaya çıkan felsefe; bilimin temel düşünce sistematiğini temeliydi. Bilimin, bu temeller üzerine çalıştığını ortaya koydular. Sonra Marks işi “emek sermaye” çelişkisine kadar götürerek “Kapital”i yazdı.

Çünkü yaşadığı çağda sefalet, yokluk gırtlağa kadardı. Aslına bakarsanız bugünden de pek farkı yoktu. Neyse…

Marks, Amerika da bir devrim bekledi, Rusya’da Bolşevik devrimi geldi. Oysa Amerika’da işçi sınıfı daha güçlüydü. Bugün de en örgütlü işçi sınıfı ABD’dedir. Ama orada sendikalardan korkulmaz. Bunun birçok nedeni vardır. Okuyun öğrenin.

Bizde örgütlü bir işçi sınıfı istenmez! Çünkü o zaman taşeron olmaz! Emek sömürüsü bu kadar kör gözün gözünü oyarcasına olmaz! Asansörlerde işçiler ölmez! Kömür ocaklarında katliamlar yaşanmaz! Sermaye ile emek arasında ki çelişki bu kadar derin olmaz!

Bütün bunlar mevcut iken, olması gerekenin olmamasını açıklamak, Sayın Davutoğlu’nun açıklamalarında ki zarurettir…

-geMici-


BATI-feneri ÇAKMAYA DEVAM EDİYOR…



11 Eylül 2014 Perşembe

Biz ölürüz ama yenisi yok...


Hepsi bu!

En iyi bildiğimiz şey...

Şimdi yeni bir hayatın, yeni bir kurgusunu yapmak zorundayız. Hangi hayat derseniz? Yaşamak istediğiniz...

Merkez ortaokulunun adı "İmam Hatip" oldu. Cevatpaşa mahallesi istemedi ama oldu. Benim önerim daha iyi... Cumhuriyet "İmam Hatip İlkokulu." Gayet iyi olur... Şık olur, manidar olur... Hadi bunu da yapalım!

İstiklal için de bir önerim mevcut! "İstiklal İmam Hatip..." Amannnn... Ortaokul, ilkokul ne fark eder. İmam Hatip olsun yeter...

Diğer okullar için de önerim benzer şeyler...

Sorun, bu kentin bunları içselleştirip içselleştirmemesi... Yutarlarsa işlem tamam! Denemeden göremeyiz!

Sonra sıra savcılara gelmeli... Biliyorsunuz, bütün savcıların başında "cumhuriyet" yazar... Onlar sadece cumhuriyetin savcısıdır. İddialarını sadece "cumhuriyet" adına açarlar... Gereksiz bir durum! Bence değişsin! Değişiklik olur... Hava değişimi olarak düşünün.

Olmayan cumhuriyet adına dava açmalarının bir anlamı yok bence... Daha manalı bir durum olmalı. Mesela... Ne olabilir? "İmam Hatip Savcıları..." Sadece bir sıfat değişimi. Hepsi bu! Kısa ve net! 
Niye uzatıyoruz ki hayatı!

Hiç olmazsa neden "ceza" yediğimi anlamış olurum... İyi olmaz mı Türkiye...

-geMici-


gemici@yandex.com

BATI-feneri ÇAKMAYA DEVAM EDİYOR...

8 Eylül 2014 Pazartesi

Yeni bin yılın yeni anlayışı…

CHP, kurultay yaptı…

AKP, kurultay yaptı…

Hiçbir şey değişmedi! AKP’nin yeni başkanı ve başbakan CHP kurultay’ı için; “CHP kurultayının da kendilerine hayırlar getirmesini temenni ediyorum.Kurultaylar arasında yapılacak kıyaslamalar farklı ipuçları verecektir. Bunu vatandaşlarımız değerlendirecektir. AK Parti kadroları imzalarının arkasında nasıl durduklarını gösterdiler. Kongremizde delegelerimiz arasında nasıl bir dayanışma olduğu da gösterildi” imasında bulundu. 

Atamayla gelmiş bir başbakanın söyleyebilecekleri sadece bu kadardır. Daha ilerisi ol(a)maz. Hiç kimsenin sonuçlarını bilmediği “eğilim yoklaması” sonucu; bir önceki başbakan tarafından açıklanan isim “Davutoğlu” Hepsi bu! İkinci bir sesin çıkması zaten mümkün değildi… AKP demokrasisi de bu kadar olur.

Yerel, genel seçimler öncesi “eğilim yoklamaları” yapan AKP bunu demokrasi zannediyor. Sonuçları bilen var mı? Torbalar toplanıp genel merkeze gidiyor… Bir heyecan bir heyecan… Açıklanan isimlere göre demokrasi… Hiç şüpheniz olmasın 2015 Haziran seçimlerinde de aynı şey yaşanacaktır.

Gelelim CHP’ye… Her iki adayın da konuşmasını dinledim. İnce, parti içi sorunları kendince ortaya koydu. Kılıçdaroğlu’nun yaptığı konuşma “yumruk” konuşmasıydı. Bir de “rakı masası memleket sorunsalına” gönderme yaptı. Hepsi bu! Sadece mazot 1 TL olacak demedi. Onu da deseydi memleket sorunlarına ne kadar vakıf olduğunu anlamış olacaktık!

AKP ve CHP kongrelerinin ortak noktası lider anlayışlarındaydı.

Oysa liderler çağı 20. Yüzyılın anlayışıydı. Fidel Castro, Winston Churchill,  Eisenhower, Charles de Gaulle, Bush, Mihail Gorbaçov, Adolf Hitler, Josip Broz Tito, Vladimir Lenin, Muammer Kaddafi, Benito Mussolini, Josef Stalin, Çan Kay Şek, Ecevit, Demirel, Erbakan, Türkeş v.s…

Tek adama dayalı kocaman bir yüzyıl…

İçinde bulunduğumuz yüzyıl, partinin liderle yer değiştirdiği bir yüzyıl… Lider artık lider değil… Ortak aklın öne çıktığı çoğunlukçu değil, çoğulcu bir anlayış… Farklılıkların çatlak ses olarak değil de zenginleştirici bir unsur olarak kabul edilen bir anlayış… Bunların hangisi var AKP’de? Mümkün olsa “sandığın” bile olmadığı bir rejim anlayışının hakim olduğu bir partide demokrasi aramak adamı gündüz vakti Diyojen’e dönüştürür… Fenere bakar kalırsın.

CHP, hiç olmazsa karşı ses yükseliyor… İki adayla seçim yapılabiliyor… Bunu bile içlerine sindirememiş bir anlayışın hala iktidar olması Kenan Evren’i kutsamamızı gerektiriyor… Çünkü, demokrasinin bol geldiğini ilk zikreden Türk düşünürü kendileriydi… Bunların kadayıfçı ağa babaları da değişimin kanlı mı kansız mı olacağını söyleyen bir demokrasi(!) havarisiydi! 300 kilo altın da durumu kurtarmaya yetmedi!

Subcomandante Marcos, 20. Yüzyıl biterken “Komutan partidir. Ben komutan yardımcısıyım” diyerek değişen lider anlayışını da somutlaştırmıştır…

Evet, farklılıkların özgürce konuşulduğu, birlikte kararların alındığı ve tüm hedeflere varılıncaya kadar omuz omuza mücadelenin ön saflarında yer alındığı bir parti ve lider anlayışı hangi partide vücut buldu şimdiye kadar?

Görürseniz bana da haber verin… Gün ışığında Diyojenler…

-geMici-



BATI-feneri ÇAKMAYA DEVAM EDİYOR…  

Balkondan balkona demokrasi

 
“Eğer Yargıtay Baro Başkanını çağırıp orada konuşturacak olursa ben katılmam.”
Katılmadı! CB katılmayınca, hükümet de katılmadı.
Katılmama gerekçesi olarak da yurtdışı gezsiler ve bakanlar kurulu toplantısı ileri sürüldü. Kabul edilebilir bir gerekçe… Ama daha sonra adalet bakanı Bekir Bozdağ’ın bir kanun çıkaracaklarını ve bu kanunla bundan sonra adli yıl açılışları yapılmayacağını söyledi. Böyle bir cümle açıklıyorsanız gezi ve bakanlar kurulu toplantısı havada kalıyor…
71 yıldır sürengelen adli yıl açılış töreni CB ve hükümet tarafından boykot edilmiş oldu. Boykot’un yasal bir demokratik hak olduğu tescillenmiş oldu. Bu hak sadece CB ve hükümetin kullanabileceği bir hak olamaz. Her vatandaşın kullanabileceği bir hak…
Balkondan “ben herkesin Cumhurbaşkanıyım” derken, “Metin Feyzioğlu hariç” diye bir cümle şahsen ben duymadım. Kaldı ki, Metin Feyzioğlu Barolar birliği başkanıdır. Yargının asli unsurlarından biri olan savunmayı temsil eder. Savunma da kutsal bir haktır! Tabi bu cümlenin bir anlamı kaldıysa…
Türkiye yeniden seçim atmosferine girmiş durumda… Evet seçimler 2015’in Haziranında. Daha dokuz ay var… Durum hiç de dokuz ay varmış gibi durmuyor. Demokrasiye yeni bir biçim verilirken 2015 Haziran seçimlerinin önemi de artıyor…
Alkış şampiyonu Selahattin Demirtaş, CHP sola kayarsa seçimlerde yeni bir blok oluşturulabilir açıklaması geldi…
“Sol…” Hangi sol? Nasıl bir sol? Yön duygumuzun kaybolduğu bir ortamda “sol” ne tarafa düşer usta?
Solda ortak mücadele imkanlarının değerlendirilmesi amacıyla çok geniş katılımlı bir toplantı gerçekleştirildi. Aydın, yazar, akademisyen ve siyasetçilerin katıldığı toplantı ODTÜ Vişnelik'te yapıldı. Türkiye'nin giderek dincileştirildiği ve AKP rejiminin otoriterliğine karşı ortak mücadele zeminin arandığı toplantıda, dünya ve bölgedeki durumda değerlendirildi.
Sosyalist sol da boş durmuyor… Yeni bir umut yaratmak için yeni bir çıkış arıyor…
AKP iktidarı ve "yeni rejim"e karşı birlikte mücadele etme olanaklarını araştırmak üzere; 30 Ağustos 2014 tarihinde Ankara ODTÜ Vişnelik tesislerinde bir araya geldi.
Toplantı sonrası, "Türkiye sağa kaydıkça bir karabasana dönüşen gelişmeler hakkında düşüncelerimizi paylaşmak, üzerimize düşen sorumlulukları yerine getirmek, olanaklarımızı birleştirmek ve fikir birliği sağladığımız zeminlerde; aklımızı, gücümüzü ve enerjimizi bir araya getirmek için toplantıların sürdürülmesi konusunda eğilim birliği sağlandı" denildi.
Toplantıya; Abdurrahman Atalay, Alper Taş, Aysun Gezen, Aydemir Güler, Aydın Çubukcu, Barış İnce, Beyazıt İlhan, Bilge Seçkin Çetinkaya, Burhan Sönmez, Burak Yücel, Bülent Forta, Can Atalay, Cemal Polat, Deniz Yıldırım, Doğan Tılıç, Doğan Çetinkaya, Emin Koramaz, Emirhan Oğuz, Eriş Bilaloğlu, Erkan Baş, Evren Haspolat, Fatih Yaşlı, Gökhan Günaydın, Haluk Yurtsever, Hakan Gülseven, Hakan Öztürk, Hayri Kozanoğlu, Hüseyin Aygün, İbrahim Aydın, İbrahim Varlı, İsmail Hakkı Tombul, İlhan Cihaner, Kaya Güvenç, Korkut Boratav, Masis Kürçügil, Melih Pekdemir, Mehmet Yetiş, Merdan Yanardağ, Metin Çulhaoğlu, Metin Ebetürk, Necmi Erdoğan, Oğuzhan Müftüoğlu, Osman Öztürk, Oya Ersoy, Önder İşleyen, Özgür Şen, Özgür Karaduman, Serpil Güvenç, Selçuk Candansayar, Sibel Uzun, Tarık Şengül, Turan Eser, Turgut Öker, Zafer Aydın katıldı…
Toplantıya Sungur Savran, Fikret Başkaya, Gün Zileli ve Gamze Yücesan Özdemir mesaj gönderdi. Aziz Konukman, Barış Atay, Can Dündar, Canan Kaftancıoğlu, Çetin Uygur, Evren Hoşgör, Güven Gürkan Öztan, İsmail Saymaz, Taner Timur, Tülin Öngen ise mazeretleri nedeniyle toplantıya katılamadı.
Yarın yeni bir dünya kurulur bugünden daha güzel…
-geMici-
BATI-feneri ÇAKMAYA DEVAM EDİYOR…  

4 Eylül 2014 Perşembe

Düşünün!

 
Ülkenizi bir diktatör yönetiyor... Babadan oğulla geçen bir iktidar var. Üstüne üstlük ülkende bir de savaş çıkartılmış. kimin çıkarttığı belli değil... (Belli de belli değil) Kim kime dum duma bir ortamda ayakta kalmaya çalışıyorsunuz. Doğduğunuz topraklardan mecburi olarak göç edip, bir yerlere sığınıyorsunuz...
İş yok! Para yok! Ev yok! Çoluk çocuk perişan ve ne zaman düzeleceği belli değil... Sığınmacı olarak bir başka ülkede yaşamaya çalışıyorsunuz... Nasıl bir ruh halinde olurdunuz?
1,5 milyon Suriyeli de aynen bu durumdadır... İç savaştan kaçan insanlar Türkiye'nin hemen hemen her kentine dağılmış durumda. Zaten ekonominin durumu belli... Ekonomi demişken yüzde beşlik, onluk dilimi kastetmiyorum... Onların dışında kalan geniş halk yığınlarından bahsediyorum! Diğerlerinin dümeni iyi...
Lakin kentleri dolduran geniş halk kitlelerinin durumu hiç de parlak değil... Kırsalın da durumu kentlerden beter. İşsizlik zaten bir kronik sorun. Bir de buna 1,5 milyon sığınmacıyı ekleyin! Sorun, ikiye katlanmış durumda...
Artık Suriyeli - Yerli gerginliğinin nedenlerini itiraf etmek zorundayız. Çocukların kavgaları Suriyeli avına neden oluyorsa bir kez daha düşünmek zorundayız!
Bu sorun giderek daha çok gündemi meşgul edecektir. Kapılarımızı ardına kadar açtık. İnsanları ölüme terk edecek değildik ama sonuç böyle de olmamalıydı. İç savaş 3 yıldır sürüyor... Daha ne kadar sürecek? Ben bilmiyorum... Kime sorsak acaba?
Sorun katlanarak artacaktır. Soruna sahip çıkıp, çözüm yolları üretmek yine "sosyalist sola" kaldı... Bütün sorunlarda olduğu gibi! Onlar sorun yaratıyor, biz çözmeye çalışıyoruz... Etimiz, budumuz neyse...
Sayın sermayedarlar... Saygıdeğer kapitalistler... Siz başka bir gemide mi yol alıyorsunuz? Bu sorun en çok sizi ilgilendiriyor! Bakalım daha ne kadar seyirci kalacaksınız!
Tamam... Bu sorun hiç olmamalıydı. Arap Baharı koca bir yalandı. Uluslar arası sermayenin yeni bir dizayn çalışmasıydı vs... vs... Bütün bu tespitleri yapmak önümüzdeki sorunu çözmüyor! Görmemezlikten gelmemize bir neden değil...
Çanakkale bu sorundan çok mu uzak sanıyorsunuz? Siz sanmaya devam edin!
-geMici-
gemici@yandex.com
BATI-feneri ÇAKMAYA DEVAM EDİYOR...