31 Ağustos 2015 Pazartesi

Bugün günlerden "Barış..."

Barışı nasıl anlıyorsak...  Barışın kentinden BARIŞ'a bin selam! Barışı tüketip her şeyi savaşa yüklemiş bir anlayışın doruklarında yaşıyoruz ve yalancıktan da olsa içi boşaltılmış "barışa" methiyeler düzüyoruz...

Barışın yalnızca bir tek anlamı varken nasıl oluyor da beş harften oluşan bu zavallı kelimeye binlerce anlam yükleyebiliyoruz. Dünyanın neresine giderseniz gidin "Barış" dediğinizde anlaşılan anlam sadece bir tane olurken...

Önünüze çıkan on kişiye barış deyin ve duyacağınız çeşitliliğe siz de şaşırın...

Peace, Paz, Frieden, Page, Bakea, Cbet, Mir, Ukuthula... Hepsi aynı anlama geliyor... Barış? Herkesin barışı kendine... Ya vardır ya da yoktur! Aması falan da yoktur... O, bizim keşfimizdir...

Haber alma hakkı anayasal bir haktır...

"Ortada bir anayasa mı var da anayasal haktan bahsediyorsun" diyebilirsiniz. Ben sadece işin yasal zeminini yazmak istedim. Şöyle de diyebilirim: Haber alma hakkı insani bir haktır... Sadece haber alma hakkı değil, doğru haber alma bir haktır!

Seçime giderken ortada dolaşan bir çok dezenformasyon yapılacak. "Yalan haber" sanki olağan bir şeymiş gibi ortalıkta dolaşacak. Aynı "Kabataş" haberleri gibi... "Camide içki içtiler" gibi... Ve akla hayale gelmemiş binlerce masa başı haber gibi... İnsanların kafaları karışacak... Nasıl ki 7 Haziran seçimlerine giderken haber bombardımanına tutulduysak aynı bombardıman daha da şiddetli şekilde gelecek.

Yetmeyecek...

Sağda solda kalmış bir kaç "muhalif" gazete, televizyon, radyo, internet sitesi de kapatılacak... Bunları yaşayarak göreceğiz... Sonra gazeteciler de ayıklanıp içeriye atılacak. Bir kulp bulup içeri atacaklar ama gazetecilik suçundan değil... Bir kulp nasıl olsa bulunur. Böyle ülkeye böyle kulp deyip unutacağız olanları...

İki ay sonra sandık başına gideceğiz... Tabi iktidar bu hızla erimeye devam ederse siz seçimi bir kaç yıllığına unutun derim... Nasıl olsa geçici bir seçim hükümeti mevcut. Nasıl olsa altı aydır geçici hükümetle bir şekilde yönetiliyoruz... Bir engel var mı?

"Başbakan, muhalefet partilerine çağrı yaptık gelmediler" derken herhalde şaka falan yapıyordu. Öyle bir şaka yaptı ki, partileri bile muhatap almayarak direk kendinin seçtiği milletvekillerine bakanlık teklif etti. Partiler yok saydı. "Çağrı yaptık gelmediler" demek ne demek?

Ben anlamadım... Çizerek tane tane anlatılırsa anlayabilme kapasitem mevcut olduğunu sanıyorum... Pek emin değilim aslında. Ortam, anlaşılması zor... Aynı dili kullanmıyoruz sanki... Aynı "Barış" gibi...

Farklı hayatları ne yazık ki, aynı zamanda ve aynı ülkede yaşıyoruz...

-geMici-

gemici@yandex.com


BATI-feneri ÇAKMAYA DEVAM EDİYOR...

29 Ağustos 2015 Cumartesi

Sevgili ihtiyar heyeti ve saygıdeğer muhtar…

(Kangırlı Köyünde konuşuyorum ya ondan yani…) Hani torba yasa dedikleri ve içinden ne çıkacağını bilmediğimiz, hatta çıkaranların da pek bilmediği ve ilgilenmediği kanunlar var ya işte onlardan bahsedeceğim. İşte o torbalardan bir tanesi de yerel yönetimler üzerineydi. “Tamam, biz köy muhtarı ve ihtiyar heyetiyiz. Bize ne bundan” diyebilirsiniz. Ama kazın ayağı öyle değil. 

 İşte o torba yasalarla birlikte çıkan yerel yönetimler yasasına göre 1 Nisan 2019’dan sonra hem varsınız hem yoksunuz…
Biraz fizik kanunlarına aykırı olsa da durum aynen böyle… Varsınız; hala Kangırlı Köyü muhtarı ve ihtiyar heyeti seçilecek. Yoksunuz; Köy Tüzel Kişiliği ortadan kalkıyor…
Şimdi, “bize ne bundan” da diyebilirsiniz. Bazen ben de “bana ne bundan”diyorum… Köy Tüzel Kişiliği ortadan kalkınca Muhtar Mehmet mahalle muhtarı, siz yüce heyetiniz de mahalle heyetine dönüşüp etkisiz eleman durumuna düşüyorsunuz. Hafifliyorsunuz yani...
Sadece hafiflemekle kalmıyor, Köy Tüzel Kişiliğine bağlı mal varlıkları da sıfırlanıp toptan hafifliyorsunuz… Gözünüz aydın!   
“Ne yani köye ait tarlalar, taşınmazlar buharlaşıyor mu?” dediğinizi duyar gibiyim. Hayır, sadece el değiştiriyor. Koskoca tarlayı ya da dükkanı sırtlanıp götürecek değiller ya… Götürmüyorlar ama size de bırakmıyorlar. Bütün bu mal varlıklarının kontrolü valiliklere devrediliyor.
Yani 1 Nisan 2019’dan sonra Kangırlı’nın mal varlıkları bir nevi buharlaşıyor… Gözünüz aydın! Korkmayın yalnız değilsiniz. Türkiye’deki yaklaşık 35-40 bin köyün durumu da sizden farklı değil… İşte buna sevinebilirsiniz… Bir kere yalnız değilsiniz. Ayrıca tarla dediğin, taşınmaz dediğin dünya malı. Dünya malı dünyada…
Hani sahilde bir 10 dönüm tarlamız var ya… Köyün ortak malı… Balıkçıların kullandığı, yazın çoluk çocuk denize gittiğimiz, iğdelerin altında serinlediğimiz işte o da 1 Nisan 2019’dan sonra Kangırlı’nın değil…
Tüm tasarruf valiliğe geçiyor… Valilik istediğini yapar. İster 49 yıllığına birine kiralar, ister başka bir şey yapar. Muhtar ve köy heyeti de bakar. Yanında da Kangırlı köylüleri. Lakin şanslısınız denize hala Taşlıyokuş’tan seyredebileceksiniz. Ne mutlu size…
Zaten denizde balık mı kaldı da balıkçılık yapacaksınız… Tekneleri de Ahmet Obasına” çekersizin… Koskoca Fatih koskoca tekneleri karadan yürütmedi mi? Sandalları omuzlar, götürürsünüz…
Kara Ahmet –yer kaldıysa- “Kerim Pınarı”na götürebilir…
Yani vaziyet budur… Şimdi oturup düşünme sırası muhtar ve heyette… “Biz böyle daha mutluyuz” diyorsanız sorun yok! Sevgili Kangırlılar… Karar ve yetki sizde. 1 Kasım tarihi, 1Nisan 2019’dan önce…
Şimdi bol bol düşünün…
-geMici-
BATI-feneri ÇAKMAYA DEVAM EDİYOR…  
NOT: Mustafa abi damarları sıfırlamışsın, geçmiş olsun… Kızartmalardan sakın taviz verme. Doktor, seni hedeflerinden saptırmasın. Öğünlerine dikkat et, sektirme… Dedeme, amcalarıma, halalarıma selam söylemeyi de unutma… Seni seviyoruz. İmza: amcaoğlun “ben”

27 Ağustos 2015 Perşembe

8 Haziran umutlarını kim tüketti?

Hatırlayın… Sabah uyandığımızda her şey farklıydı… Türkiye’nin yeni umutları yeşermişti. Birlikte daha güçlü olmanın yolu açılmıştı. 13 yıldır biriken sorunlara çözüm üretilebilecek bir noktaya geldiğimizi sanıyorduk… 

Karanlıkta kalan birçok şey –kısmen de olsa- ortaya döküleceği umutlarını yaşıyorduk. Korku, baskı duyguları dağılmıştı. Herkesin üstüne bir rehavet çöreklenmişti. Şimdi sıra % 60’ın gereğinin yapılmasındaydı…

6 Haziran ile 8 Haziran arasında dünyalar kadar fark vardı…

Hazirandan 22 gün tükendi. Temmuzdan 31 gün tükendi. Ağustostan 23 gün tükendi. 76 gün tüketildi… Yok sayıldı. 24 Ağustos’ta 1 Kasım erken seçim takvimi partilere YSK’tarafından gönderildi.  

Ortada ne 7 Haziran seçim sonuçları kaldı ne de 8 Haziran sabahının umutları…

2 Kasım sabahı nasıl bir Türkiye olacağını –şimdilik- kimse bilmiyor. Birçok öngörüde bulunabiliriz. Sonuçların aşağı yukarı aynı olabileceğinden, seçimlerin olmayacağına kadar birçok şey… Hatta bu öngörülerimizi destekleyen birçok gerekçe de gösterebiliriz…

Ama hiç biri dökülen gözyaşlarımızı, acılarımızı üzüntülerimizi, öfkemizi, dipsiz duygularımız, kaybettiğimiz canlarımızın kokusunu hafifletmeyecek…

Yazılan her harf, her kelime, cümle artık kocaman bir yalandır… Haberlerde abuk sabuk yorumlardan yoruldum. “Başkan seçseydiniz bunlar olmazdı” diyen siyasetçilerden bıktım.

Her konuşmasını kendine yontan siyasetçilerin yüzlerinden düşen yalanlardan bıktım. İktidar koltuklarına seçimle gelmiş ama seçimle gitmemek için ellerinden geleni yapan anlayıştan ve ona sürekli koltuk değnekliği yapan siyasi anlayışlardan artık usandım. Duymak bile istemiyorum…

Ayrıştırma, öteleştirme, bölme, kin, şiddet siyasetinden bıktım. Ve bunların hepsi “vatan, millet” adına yapılması yalanından nutkum sıyrıldı.

Bizim birçok sorunumuz var… Anayasa, demokrasi, yolsuzluk, hukuk, eşitlik, işsizlik… Ama en önemlisi bir arada yaşayabilme kültürümüzü yeniden güçlendirmek. Bunu yitirdiğimizi, parmaklarımızın arasından kayıp gittiğini görüyorum… Sürekli birbirimizden uzaklaşıyoruz. Birbirimize dokunma mesafesini kaybedersek, bir daha yan yana gelmemiz olanaksızlaşır…

Hep yarın geç diyoruz ya, umarım bugün geç kalmamışızdır… Bu duygularla 1 Kasıma doğru düşüş hızında gidiyoruz…   

Biz, umutsuz olma hakkı elinden 12 Eylül’de alınmış bir kuşak olarak duruşumuzu, direncimizi yitiremeyiz… “Bir görevimiz daha var, karanlığa direnmek!” derken tam da bu günleri anlatmaya çalışmışız meğer… Daha uzak bir gelecek düşünmüştüm aslında…

-geMici-

gemici@yandex.com

BATI-feneri ÇAKMAYA DEVAM EDİYOR…

21 Ağustos 2015 Cuma

Haydi çocuklar uykuya

Her şeyi düşünmüştük ama seçim sonuçlarının çalınacağı kimsenin aklına gelmemişti. Oy ve Ötesi gibi sivil toplum örgütleri oylara en az partiler kadar sahip çıkmıştı. Seçmenin yüzde 95 iradesi ilk defa meclise yansımıştı. Sonuç: Hırsızlık! Evet, 7 Haziran seçim sonuçları resmen çalınmıştır. 7 Haziran seçimleri ve sonuçları kocaman bir yalan olmuştur… Seçmen iradesi yok sayılmıştır… 

 41 gün boyunca hükümet kuramayan AKP görevi Cumhurbaşkanına iade etmiş, Cumhurbaşkanı da “Beş Tepenin adresini bilmeyenlerle vakit kaybedemem.” Bu ülke Cumhurbaşkanına, Cumhurbaşkanlığı görevini beş yıllığına vermiştir. Yoksa tabusunu mu verdik?
En çok milletvekiline sahip parti hükümeti kur(a)madıysa, en çok oy alan ikinci partiye hükümet kurma görevi verilmesi gerekmez mi? İlle en çok milletvekili çıkaran parti, mutlaka iktidar olacak diye bir kural yok. Ya da en çok milletvekili çıkaran parti hükümette olacak diye de bir kural yok! Ama muhalefete “yetki vermem” neden? “Beştepe’nin yolunu bilmiyorlar…”
Bu tür gerekçeler devlet ciddiyetiyle bağdaşıyorsa bence sorun yok…  
Şimdi yeni bir seçime gidiyoruz… (Ben inanmasam da seçime gidiyoruz gibi bir görüntü şimdilik mevcut) Tarih de hazır: 1 Kasım… (Yüksek Seçim Kurulu bu tarihi zikretti.)
Diyelim seçim oldu… Sonuçlar aşağı yukarı aynı çıktı. Ne olacak? Bir daha seçim mi olacak? AKP’de bir yükselme mi var? AKP’yi bilmem ama dolarda yükselme AKP’den daha fazla: 3 TL… Aşağı inmez yukarısını bilmem…
Bence AKP’yi tek başına iktidar yapacak farklı seçim formülleri aranmalı…
Benim birkaç önerim var…
Öneri 1: Seçimi ÖYSM yapsın. Soruları açıklamasın. Sonuçları da hakkaniyetle yukarıya göndersin. Bir ara açıklasınlar…
Öneri 2: Seçimler yapılsın. Sandıklar Ankara’da açılıp sayılsın. Bir ara memlekete de –gerek görülürse- sonuçları açıklasınlar.
Öneri 3: Muhalefete milletvekili sayı kotası konsun. Kaç muhalefet partisi seçime girerse girsin toplam milletvekili sayıları 150’yi geçemesin. Hür irademizle kullandığımız oylar hedefini bulsun. Seçim sonuçları memnuniyetle karşılansın… Muhalefet partileri aldıkları oy oranına göre 150 milletvekilini pay pay yapsın.
Benden bu kadar… Muhtemelen benden daha zekisiniz. Sizden de birkaç öneri mutlaka çıkacaktır…
Yapılacak seçimlerden sonra bu mevzuya bir kez daha dönmek üzere şimdilik “Ankara’nın bağları” klasiğine geri dönüyorum…
-geMici-
gemici@yandex.com
BATI-feneri ÇAKMAYA DEVAM EDİYOR…

13 Ağustos 2015 Perşembe

Bu hafta sonu yeni bir başlangıç…

Koalisyon kurulacakmış da son dakika olmamış falan filan… 7 Haziranda seçim olmuşmuş ama Kasımda da bir daha olacakmış… Etin kilosunu nüfusun yüzde seksen beşi bilmiyormuş. Zaten kasabın önünden geçmeyen birinin etin kilosuyla ne alakası olur. Memleketin problemi bitmez… Ama;

Ama bu hafta ligler başlıyor…

Size ne terörden, ölenden kalandan? En zirveden “kelle” nitelemesi geldikten sonra “görevleri” yüklemesiyle de desteklenmedi mi? Hemen nasıl unuttunuz? Sonra Bülent kardeş balık hafızalı olduğumuzu hatırladı herhalde ki utanmadan “şehit” lafını ağzına alabildi… Truva festivaline laf etme fırsatı yakaladı…

Olsun bu hafta ligler başlıyor…

Lig sona ererken, cim bom 4. Yıldızı taktı takacağı günler yani… Daha 7 Haziran seçimi olmamıştı. MHP atıp tutuyordu… “şöyle de yapacaz, böyle de yapacaz” falan filan yani... Sonra yaptıklarını gördük… Memleketçe hem de! Ayrıntılar için bakınız “google.” Allahtan google baba var. Bizim hafızalar silinebilir, unutabilir ama google unutmuyor…

Ligler biterken hakikaten bir iktidar vardı. Seçim oldu, iktidar kaybetti ama hala iktidar… Biz bu seçimi niye yaptık? Ben hala seçimin yapılıp yapılmadığı konusunda da şüpheliyim ya, neyse…

Lig başlıyor ama meclis hala tatilde… Terörün araştırılmasını gerek görmeyen yüce meclisimizin değerli üyeleri  –iyi bilirler-  akşam haberlerinde “şehit” edebiyatı yapmayı da ihmal etmiyorlar… Suratta bir renk değişikliği de yok… De mi Bülent kardeş? Sen anlat baya iyi oluyor…

Bülent abimiz vardı bir de kardeş geldi, iyi mi? Zavallı Çanakkale ne çekerse bu ikiliden çekiyor, çekecek… Buna da son verecek olan yine kentin kendisi. Ayrıca iyi anlaşırlar!  
Allahtan lig başlıyor…

Bunca sıkıntının, cefanın, rezaletin, hırsızlığın yanında bir de lig başlamadığını düşünsenize?

Rahat rahat rahatlıya bileceğiz… Biz, televizyonun başından sıyıracağız, o hedefi bulur nasıl olsa… Birilerinin kulağı çınlayacak, anlayacak! “Yine memlekette bizi anıyorlar” falan diyecek…

Bizim, o sahada ter döken emekçilerle ne alıp veremediğimiz olur… Umarım kulak çınlamasından uyuyamazlar! Maçın 17. Dakikasında! Helal…

Lig başlıyor… Temiz bir lig olsun! 90+ da da olsa fileleri havalandıracağız ki, pislik kokusu dışarıya çıksın… Bundan sonra hep hücum! Defansa çekileni sahadan alırım…

Getirin kramponlarımı…

-geMici-



BATI-feneri ÇAKMAYA DEVAM EDİYOR…

10 Ağustos 2015 Pazartesi

“Birlikte yaşıyoruz…”

Evet, 1000 yıldır bu topraklarda birlikte yaşıyoruz… Sonra bir şeyler oldu. Tarih “birlikte yaşıyoruz”u ufalamaya, öğütmeye, kırmaya başladı… Hep birileri hedef tahtasına kondu. Çünkü sistem kendisini “var etmek” uğruna birilerini harcamak zorundaydı…

Varlığımız, garibanlığımız sistemin varlığına armağan olmalıydı, öyle de oldu!

Bin yıllık isyanlarda “Aydınlı Türk köylüleri, Sakızlı Rum gemiciler, Yahudi esnafları, on bin mülhid yoldaşı Börklüce Mustafanın, düşman ormanına on bin balta gibi daldı. Bayrakları al, yeşil, kalkanları kakma, tolgası tunç, saflar pâre pâre edildi ama, boşanan yağmur içinde gün inerken akşama, on binler iki bin kaldı.”

Tarih sadece bundan ibaretti!

Birileri “Birlikte yaşıyoruz” dedikçe iktidar hep birlikte yaşadıklarımızın bazılarını hep hedefe koydu. Sırayla… Sırası gelen oturdu o hedef tahtasına…

Irkların farklılığı, inançların farklılığı ya da aynılılığı sorun değildi. Bu gün düşman “bensem” yarın “komşum” oldu. Ertesi gün hiç tanımadığım başka birileri… Yeter ki, iktidarları devam etsin…

Düşman(!), iç-dış mihraklar(!) hep vardı. Benden önce de vardı, ben varken de vardı, ben yokken de artık var olmasın diye çıkarıyorsam sesimi, haklılığımdan ya da tarihten bıktığımdan değil. “Gerçekten yetti artık…” diye… 1000 yıldır süren iktidarın artık tükenmesi gerektiği için… Yeni bir binyılda barış içinde yaşamak istediğim için…

Gerçekten birlikte yaşayabiliriz… Sevmesek de birbirimizi saygı duyarak yaşayabiliriz. Birbirimizi öteleştirmeden yaşayabiliriz. İpe sapa gelmez gerekçelerle ortaya çıkan öfkemizi dizginleyebiliriz. Hem de hemen şimdi… Yarın artık yok… Yarın çok uzak...

19. yüzyılın anlayışıyla 20 yüzyılı yaşamaktan yorulmuş bir coğrafyada her şey karanlığa doğru akıyor… Belirsizliğin içinde el yordamıyla bir şeyler yapmaya çalışıyoruz. Neredeyse saat başı değişen düşmanlarla(!) mücadele etmekten yorgunuz…

Yalanlara yeni yalanlar katarak ne anlama geldiğini bilmediğimiz uzun bir cümlenin aklımızı paramparça ettiğini fark edemiyoruz.

Kısaca gün bitiyor…

Gece uzun…

“Birlikte yaşıyoruz”

Biz buna mecburuz…   

-geMici-


BATI-feneri ÇAKMAYA DEVAM EDİYOR…