27 Aralık 2012 Perşembe

Güle güle Teneke!

Çanakkale’yi severim…  Bu kentte yaşadım. Bu kentte büyüdüm. Bu kentte dostlarım var. Biriktirdiğim kişisel tarihim var. Bu kentte biçimlendim. Kısacası bu tezgahın bir ürünüyüm. Kızmalarım, sevinçlerim, gülmelerim hep bu kentin bir parçasıdır. Sanki Konstantin Kavafis’in şiirindeymişim duygusuna kapılırım… “Kent”
'Bir başka ülkeye, bir başka denize giderim' dedin. / 'Bundan daha iyi bir başka şehir bulunur elbet. / Her çabam kaderin olumsuz yargısıyla karşı karşıya / -bir ceset gibi- gömülü kalbim / Aklım daha ne kadar kalacak bu çorak ülkede? / Yüzümü nereye çevirsem, nereye baksam / kara yıkıntılarını görüyorum ömrümün / boşuna bunca yılı tükettiğim ülkede' / Yeni bir ülke bulamazsın, başka bir deniz bulamazsın / bu şehir arkandan gelecektir. / Sen gene aynı sokaklarda / dolaşacaksın. Aynı mahallede koşacaksın; / aynı evlerde kır düşecek saçlarına. / Dönüp dolaşıp bu şehre geleceksin sonunda. Başka bir şey umma- / Ömrünü nasıl tükettiysen burada, bu köşecikte, / öyle tükettin demektir / bütün yeryüzünde'
Yalnız bir şeyine hala alışamadım. Bunca yıldır alışamadım. Avuç içi kadar kentte birbirimizin ölümlerinden haberimiz olmuyor. Dostlar birbirini haberdar etmiyor…
Haberim olmadı Teneke! Yoksa seni taşımaz mıydım? Fener kahvesinde söz vermiştim biliyorsun; “hepinizi gömecem” diye. Olmadı! Bir daha ki sefere diyecem ama ikincisi…?
Teneke bu kenttin önemli tarihlerinden, tanıklarından biriydi. (Bana göre) Burada doğmuş, burada yaşamış ve şimdi burada gömülü…
Abim bir sanatseverdi. İpek sinemasının gişesinde bilet kesmiş bir sinemasever. Öyle politikadan falan da anlamazdı. Anlayanları da görüyoruz… Yeminliydi, elini kağıda sürmezdi. Şimdi bol bol yapıştır Teneke!   
22 Aralık’ta ölmüş, 23 Aralıkta defnetmişler… Bütün bunları tarihe not düşmek için yazıyorum. Nüfus kağıdında Vedat Çalım yazıyor. Benim belleğimde “Tenekeli Vedat” aramızdaki adı kısaca: “Teneke!” güle güle…
ODTÜ
Son bir haftadır ODTÜ konuşuyoruz… Açıklamalar ardı ardına… Başbakan sert yapınca rektörler yarışa girdi. “Başbakanımız haklı” diye… Açıklama yapmalarında bir sakınca yok! Ne kadarlık “bilim insanı” olduklarını cümle aleme gösteriyorlar. Sıkıntın yok! Sıkıntı bu destek açıklamalarını başında bulundukları üniversite adına yapmaları… Galatasaray Üniversitesi Öğretim üyeleri rektörlerinin açıklamasına karşı, karşı bir açıklama yaptılar… Rektör ortada kaldı. Haddini gördü!
Olay ne? ODTÜ’lü öğrenciler protesto etmiş… Hepsi bu! Sonuna kadar demokratik haklarını kullanmışlar! Şiddeti gösteren, provoke eden yine polis… Öğrenciler de karşılık veriyor. Hepsi bu! Ellerinden gelse ODTÜ’yü kapatacaklar…
Az buçuk okuyanlar bilir… Bu ülkede üniversite okuyan herkes mutlaka –en az- bir protesto eylemine katılmıştır. Bizim kuşağımız böyleydi. 68 kuşağı ile zirve yapan öğrenci olayları dünyanın değişmesini sağlamıştır. Soğuk savaşın belinin kırılması böyle başlamıştır.
12 Eylül’le başlayan depolitizasyon bir başka baskı biçimiyle bugün de devam ediyor. İşin özeti budur! Benim merak ettiğim şu: “Bir gün gelecek hepimiz “Teneke” gibi öbür tarafa gideceğiz… Kaçınılmaz son! Arkamızda bırakacağımız sindirilmiş, bastırılmış, korkaklaştırılmış, siyasetten uzaklaştırılmış zavallı gençlik bu ülkeyi nasıl idare edecek! Belki de istenilen bu!
Leman
Leman dergisi son üç haftadır Kaz Dağlarını sayfalarına taşıyor. Bu dağların sadece Çanakkale’nin değil bütün coğrafyanın dağları olduğunun altını çiziyor. Altıncıların karşına dikiliyor! İyi adamların saflarında yerini alıyor… Tuncay Akgün’e çok teşekkürler… Teşekkürler Mesud, Teşekkürler Doğan, Teşekkürler Erhan, Teşekkürler Leman’cı dostlar…
Kaz Dağları sadece kent gündeminde kalmamalı… Tüm ülkeye yayılmalı. Leman Dergisi de bu konuda üstüne düşeni yapıyor. Daha da yapacaklardır. Bir de Kaz Dağları mevzusunu LEMANcıların gözünden görün derim. Alın bir LEMAN…
Gündem yoğundu… Onun için üç yazıyı birleştirdim… Zaten bu ülkenin gündemi çoğul… Hangi birini yazmalı bilmiyorum. Haftada iki gün yetmez oldu!
Bunca sorun içerisinde 2012 yılını tüketiyoruz… 49 yıl tükettiğim gibi 2013’ü de 50. kez tüketeceğim… Umarım bir daha 2012’yi yaşamak zorunda kalmayız. Büyük ikramiyeden de fena şekilde umutluyum. Amortiye razıysanız bilet alın derim. Bu yıl yırtacağım…
-geMici-
BATI-feneri ÇAKMAYA DEVAM EDİYOR…        

22 Aralık 2012 Cumartesi

Alüminyumun faydaları, Epikloridinin vazgeçilmezliği…



Her evde alüminyum olmalı. Zaten de vardır… Çünkü çok gerekli. Bir kere sahanda yumurta yapacaksan alüminyum sahan mutlaka olmalı. Şöyle zeytinyağını kızdırıp içine iki tane köy yumurtası kıracaksın, göz göz olacak… (Memleket zeytin memleketi olunca karadenizliler gibi donmuş yağ kullanmayı pek sevmeyiz.) Sarısının fazla pişmesini beklemeden ateşten alacaksın. Üstüne hafif tuz, karabiber, kırmızı biber serpip köy ekmeğini tam ortasına bandıracaksın ki yaşadığının bir anlamı olsun.

Sonra bu alüminyum sahanın aile içi sorunları çözmede de çok yardımcı olduğu dilden dile söylenir. Sadece sahan mı? Tenceresi var, tavası var… Yani pek gerekli bir madendir. Her evde olması elzemdir.

Bu gerekliliğin vazgeçilmezliğin farkına altıncılar da fark etmiş olacak ki, yaptıkları sondajlarla yer altı sularının birbirine karışmasını sağlayıp yöre sularındaki alüminyum oranının artmasını sağlamışlar… Bunu ben söylemiyorum. Çanakkale Valiliği Halk sağlığı Müdürlüğü söylüyor…

Muratlar Köyü içme suyu analiz edilmiş… Nerede edilmiş? T.C. sağlık Bakanlığı Türkiye Halk Sağlığı Kurumu Bursa İl Halk sağlığı Kurumu’nda… Sonuç? Sonuç ne olacak… 200 birim olması gereken Alüminyum 2511 birime fırlamış. Yani, Muratlar Köyündeki alüminyum Göktürk-2 uydusunun da üstünde bir yörüngeye oturmuş durumda.

Tamam alüminyumun faydalarını yukarıda saydık ama bu kadar alüminyum Alzheimer hastalığının nedeni olabiliyor. Biraz fazlası riski iki katına çıkarıyor. 12 katından fazlası acaba ne yapıyor merak ettim… Onu da açıklayacak birileri mutlaka olacaktır diye umuyorum…

Gelelim Epikloridine… Aynı raporda bu arkadaş için normal değer olarak 0,10 verilmiş. Var olan miktar için de sadece UYGUN DEĞİL deyip kestirilip atılmış. İyi mi? Peki sağlığımıza nasıl etki ediyor?

Çok güzel etki ediyor… Burun boşluğu ve mide kanserine yol açarmış… Genotoksittir (ne demekse) Grup 2A kanserojendir…

Rapor bu… Rapor çözüm de sunuyor. …”su kaynağı, deposu ve şebekesinde gerekli temizlik ve dezenfeksiyonun yapılması, dezenfeksiyonun devamlılığı için otomatik klor dozaj pompası ile düzenli klorlamanın yapılması, sistemde olması muhtemel bakım, onarım, ıslah ve yenileme gibi bir dizi düzeltici önlemlerin alınması ve su kalitesinin belli periyotlarla izlenmesinin devamlılığı hususunda gereğini bilgilerinize rica ederim…”

Altın sondalarını yapanı hemen mahkemeye çıkarıp, altıncıları memleketten hemen kovun diyemiyor… Onun yerine suyu klorlamaya devam edin diyor. Sanki bugüne kadar bunlar yapılmıyormuş gibi… Dün olmayan sorunların bugün ortaya çıkınca bunun nedeni kazdağlarıymış gibi… Sanki bunda altıncıların parmağı yokmuş gibi… Bu dağlara bu kadar epikloridin nereden geldi sorusunu sormadan…

Ben söyleyeyim… Sondalarda kullandıkları maddelerden birisi de bu; Epikloridin! Tesadüfe bakın ki Kangırlı köyünde bu madde yok! (Şimdilik yani…) Ağı dağının eteklerindeki Muratlar Köyünde var! O kadar eminim ki Söğütalan köyünün suyunda da bol miktarda vardır… Diğer köylerde de çok yakında görülecektir…

Hoş geldin Kanser! Hoş geldin Alzheimer! Ve diğerlerine de hazır olun hoş geldin demeye…

Altıncılara güle güle demenin zamanı çoktan geçti!

-geMici-


BATI-feneri ÇAKMAYA DEVAM EDİYOR…

Bugün son gün: 21 Aralık 2012

 
Maya geyiğine göre belki de bu yazıyı okuyamayacaksınız. Okuyamayacağınız yazıyı ben niye yazıyorum anlamış değilim. Yine de gazetecilik sorumluluğu altında yazıyorum. Gazete kesin basılacak da, dağıtılıp dağıtılmayacağı konusunda soru işaretlerim var. Dünya batarken gazete dağıtıcısının sosyal sorumluluk çerçevesinde ısrarla gazete dağıtmaya çalışması fazla iyi niyetlilik olur. Dağıtıcı da haklı ama…
 
Bugün dünya batıyor (muş)… Madem son gün yapmak isteyip de yapamadıklarımı, yazmak isteyip de yazamadıklarımı rahatlıkla yazabilir, yapabilirim… Ben yazabiliyorsam, yapabiliyorsam siz de yapabilirsiniz… Hadi içimizde kalmasın son bir gayretle herşey gerçekleşsin! Şimdi yanlış anlarlar herşey hukuk sınırlarında olsun. Son gün falan derken başımız belaya girmesin. Uyalım imama…
 
Milli piyangodan büyük ikramiye çıkmasını beklemeyin. Bu duruma göre çekiliş yapılmayacaktır. Siz de kendi çekilişinizi yapın. Akıllı olsanız, Maya’lara inansaydınız bir kredi çeker parayı leylaya basardınız. Biraz geç kalmış oldunuz! Yazık ettiniz fırsatı!
 
Bu dünyanın batışı borçlular için iyi alacaklılar için üzücü olduğu kesin. Evliler için en mutlu günlerinden, ne yazık ki sonuncusu. Bir tür kurtuluş günü… Bugüne nikah günü alan çiftlerin bir yarısı için mutsuz diğer yarısı için de yırtma günü! Hadi bakalım hangi yarı mutsuz hangi yarı yırttı?
Bizim Şenol’a; “dünya batıyormuş” dedim. “Bana ne leyn. Dünya yansa yorganım yok içinde” dedi. Hakikaten! Hiç bizlik bir durum değil bu. Hatta bizi zerre kadar enterese etmiyor. İşin gereksiz tarafında debeleniyoruz. Asıl mutsuz(!) azınlığın durumu… Sen koçlar gibi çalış, otoban köprü ihalesini al, bedavaya köprü geçmeyi düşle, sonuç?
 
Bir de bugüne kadar boşu boşuna uğraşıp gerçekleşmesine birkaç santim kala her şey yok olup giderken “tüh bu da nasıl olur?” diyenleri düşünsenize. Onların durumu daha vahim. Adamcağız uğraşmış didinmiş ama ortalıkta dünya yok. Şimdi bu muhterem ne yapsın de mi ya…
 
Kahretsin tam da yat limanı mevzusunda tüm fikrim değişmişken bu da olacak iş değil. Şaban abinin imza toplaması beni feci şekilde ikna etmişti, sağlık olsun be Engin abi. Kısmetse diğer tarafa kurarız. Hem orasının da üstü açıkmış acilen kapatılması gerekir. Şık da olacaktır… Projeleri oraya taşıyalım derim… Desteğim tam!
 
Altıncılar için kederliyim… Kaz dağlarında bu işi kotarırlar da sıkıysa diğer tarafta bu işi kotarsınlar da görelim… Orada öyle satın alabilecekleri biri yok. İnanın bana onu da deneyeceklerdir. Hatta ısrarla “sosyal sorumluluk” projesi falan diyeceklerdir ama yediremeyecekleri. Yani öyle umuyorum…
 
Şimdi ister misiniz dünya batmasın! Bir de benim durumumu düşünün… Bunca geyikten sonra… Bak şimdi!
 
BATI-feneri ÇAKMAYA DEVAM EDİYOR…
 
(Son not. Böyle bir günde ilk not olacak hali yok ya... : Tamam bildiğimiz dünya bugün final maçına çıkıyor. Peki, ama 21 Aralığın ne tarafında? Sizim Ati’ye göre 21 Aralığa ilk giren ülke Pasifik'teki Samoa adası. Samoa adası battı battı! Baktık ki batmadı. Problem çok! Yola devam… Acaba hangisi iyi?)

-geMici-

gemici@yandex.com

BATI-feneri ÇAKMAYA DEVAM EDİYOR...

13 Aralık 2012 Perşembe

12.12.2012



Başbakan 112 tesisi açtı. Salı günü yazdım; Orman ve Su İşleri Bakanlığının televizyonlara verdiği “kamu spotu” görünümlü icraat reklamlarıyla duyurduğu toplu açılışı vardı. Başbakan açılışları yapmadan bir de konuşma yaptı. Konuşmasının bir yerinde, bir gerçeğin de altını çizdi… “Türkiye sanıldığı gibi su zengini bir ülke değildir.”

Başbakanın bu sözleri altına imzamı atarım… Söylediklerini sonuna kadar destekliyorum.
Ortada böyle bir gerçek varken, Kaz dağlarındaki dolanan altıncıların ne işi var? Kaz dağlarının su kapasitesi belli… Var olan su kapasitesi bölgenin içme ve tarımda kullanabileceği kadar. Fazladan bir damla su yok. Su zengini değiliz. Başbakan da bunun altını çiziyor. Bilim insanlarının  bölge insanının iddialarını destekliyor.

Diğer yandan damlama sistemiyle altın damıtacağını iddia eden uluslar arası altın hırsızları ve –az da olsa- yerli ve ulusal işbirlikçileri… Israrla Kaz dağlarının altını üstüne getirmeye kararlılar. Nasıl? Ancak bize yeten suyu kullanarak. Bir ton kayaca üç ton siyanürlü su sıkarak…
“Sizin barajları kullanmayacağız, barajların üstüne baraj yapacağız” diyerek ana su havzalarımıza göz dikerek…

Sanki sudan tasarruf edeceklermiş gibi “bu işeri damlama sistemiyle yapacağız” yalanlarını söyleyerek… Sanki damlama sistemi kullanınca kullanacakları su miktarı azalacakmış gibi… Yok öyle bir şey…

Bu kadar yalanın olduğu bir yerde başbakan gerçeği tüm ülkeye tane tane söylüyor: “Türkiye sanıldığı gibi su zengini bir ülke değildir…” Var mı bundan ötesi? Bence yok! Zaten başka türlüsü de olamaz!

Şimdi elimizde somut bir gerçek var! Su fakiri olduğumuz gerçeği… zaten bu biliniyordu. Şimdi siyasi irade de aynı şeyi söylüyor. Bu noktadan sonra hala altıncılara izin verilirse ya merkezi iktidarın söylediklerini yerel de bürokratlar takmıyor anlamına gelir ya da siyasi irade söyledikleriyle yaptıkları birbirini tutmuyor anlamına gelir… Her iki durum da güven sarsıcıdır ve kabul edilemez.

Başbakanın bu açıklamasından sonra altıncılara izin verecek, destek verecek herkes bir kez daha oturup düşünmek zorundadır. Geldiğimiz nokta tam da budur. Bence bundan sonra CED toplantılarına “TÜRKİYE SANILDIĞI GİBİ SU ZENGİNİ BİR ÜLKE DEĞİLDİR! BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN” pankartlarıyla donatılmalıdır.

Siyasi iradeyi de arkamıza aldığımıza göre Kazdağları savaşını kazanmış sayılırız. Umarım yani… Tabi tüm bunlar bizi rehavete düşürmemeli. Sadece elimiz biraz daha güçlendi. Karşımızdakiler uluslar arası hırsızlar… Dünyayı yönettiklerini sanıyorlar… sadece mücadele bir aşama daha ileriye taşındığını düşünüyorum hepsi bu. Ne de olsa başbakan da bizim gibi düşünüyor… Kent olarak mutlu mu olsak acaba?

Bekleyip göreceğiz… Pardon mücadele edip kazanacağız! Mecburuz…

-geMici-


BATI-feneri ÇAKMAYA DEVAM EDİYOR…

(NOT: Üniversite Kazdağları için hazırlanmış rapor yerine yeni rapor hazırlıyormuş… Başbakanın bu açıklamasından sonra raporun nasıl olacağını pek merak ediyorum. Onu da göreceğiz…)     

10 Aralık 2012 Pazartesi

Muhteşem özgürlük



Mecliste yeni yasa tasarısı hazırlanıyormuş… Yasaya göre dizilere çeki düzen geliyormuş. Yasayı hazırlayanlar başbakanımızın “Muhteşem Yüzyıl” açıklamasından ilham almışlar. Güzel de yapmışlar…

Peki, bu diziden bu kadar muzdaripseniz izlemezsiniz olur biter. Neden seyrediyorsunuz ki? Seyretmeme özgürlüğünüz var, seyretme özgürlüğünüz olduğu gibi… Televizyonun uzaktan kumandası var. Basarsınız bir tuşa, farklı kanalla geçer, olmadı bir başka kanala, olmadı diğerine. Uzaktan kumanda elinizde. Belki de en özgür olduğunuz yer. Benim özgürlüğüme neden müdahil olmaya çalışıyorsunuz. Hem de ısrarla! Siz mi karar vereceksiniz bizim ne seyredip seyretmeyeceğimize.

Bırakın bunları… Memleketin daha ciddi yasalara hatta anayasaya ihtiyacı var.   
Ayrıca yasayı çıkaranlara sormak gerekir, sizi seçenler de bu diziyi seyrediyor. Tabanınızın özgür iradeyle seyrettiği ya da seyretmediği diziyi hangi özgürlük kıstasına sokup da engellemeye çalışıyorsunuz? Ben baştan sona bir kere seyretmedim. Enfazla 3 dakika dayanabiliyorum. Sey-ret-mi-yo-rum…

Aklıma başka şeyler geliyor… Bu yanda “Muhteşem Yüzyıl” arka planda bitmeyen doğu savaşı, fitili ateşlenen Suriye Savaşı, Kaz dağlarının altını, Silivri adaleti, doların hakimiyeti, çöküşün izleri, ihalelerin birikimi, deniz fenerinin muhteşem yükselişi, patriyotların ateşi, Ankara'nın metrobüsü, Taksimin altı üstü camisi... Onu da siz bulun…

Öğrencilere özgürlük getirip kılık kıyafeti “özgür” bıraktınız ya… Urfalı bir gurup bu özgürlüğü biraz daha ileriye taşımaya karar vermiş ve eyleme başlamışlar. Yeni özgürlük hedefi peçe… Urfalı arkadaşlar kız öğrencilerin peçeyle okula gitmesini talep ediyorlarmış. Ben de baştan öğrencilere verilen bu özgürlüğü desteklemiştim… Demek ki, 20. Yüzyılın faşist yönetim anlayışından kurtulmanın yolu peçeymiş… İşte bunu çözememiştik. 

Televizyonlarda yeni bir “kamu spotu” yayınlanıyor. (Hükümet reklamının adı kamu spotu oldu, benim paramla medyaya kıyak… İyi iş! Neyse…) 12.12.12 Yani, 2012 yılının 12. ayının 12.gününü simgeliyor. Reklam veren, pardon kamu spotunu veren Orman ve Su İşleri Bakanlığı… Ne diyor bakanlık? Bu tarihte 112 tesisin ortak açılışını başbakanımız yapacak diyor…

Yani, bakanlık durmamış… Gece gündüz çalışmış… 112 tesis hazırlamış… E, bunları da kamunun hizmetine sunmak gerekir. Eskimeden kullanalım. Anlaşılan reklam 12 Aralığa kadar dönecek. Ondan sonra da açtık reklamı yayınlanacak... Şüpheniz olmasın “Güle Güle Kullan Türkiye” reklamı başlayacaktır.    

Orman ve Su İşleri Bakanlığının gece gündüz çalışıp da yaptığı 112 eserle sınırlı değil… Bakın Çanakkale’ye neler yaptılar. Yüzde 56’sı ormanlarka kaplı güzel memleketim Çanakkale’nin Orman Bölge Müdürlüğünü kapatarak, koskoca müdürlüğü kuşa pardon şefliğe çevirdiler. AKP milletvekillerinden tıs yok! AKP il, ilçe başkanlıklarından tıs yok. Çanakkale havaalanında bekleyen yangın söndürme uçaklarına "kalk" emrini Balıkesir Orman Bölge Müdürlüğünden geliyor... Uçaklar nerede? Dağa kaçtılar... Dağ nerede? Yandı bitti kül oldu! Şaka gibi... 

Sonra düşündüm gerçekten haklılar… Geleceği görüyorlarmış. Kör olan bizmişik. Orman ve Su İşleri (Bırak bu işleri bakanlığı) bakımından iller arasında 2. Olan Çanakkale 10 yıl içerisinde 81. yapacaklarmış da şimdiden tetbir almışlar. Müdürlüğü, şefliğe çevirmişler… Dağda bu kadar altıncıya izin verince doğal olarak müdürlük bize bol gelir. Halimize altıncılar da acımış olacak ki, ağaç dikme seferberliği başlatmışlar. Altınınsesi gazetesinde fidan dikerken “sosyal sorumluluk projesi” fotoları falan filan işler... Organize...

Yaptıkları yapacaklarının teminatı…

-geMici-

BATI-feneri ÇAKMAYA DEVAM EDİYOR…

5 Aralık 2012 Çarşamba

“Nereden buldun?”



Yasa bu! Boru değil yani… Yasa yasa! Zavallı memura sıra gelince devlet sağ elini yumup, işaret parmağını zavallı çalışanının yüzüne doğru ileri geri sallayarak soruyor: “Nereden buldun?” Memurda verilecek cevap kalmamış… Zaten verilecek bir yanıt da yok! Öyle dese başka, böyle dese başka… Aldığı belli, harcadığı belli… Soru dünden belli…

Gücü gücü yetene… Devletin işi bu! Sormak! Araştırmak! Buraya kadar doğru diyelim… (Hoş ben bu mevzuyu sonuna kadar tartışırım. Gücün baskıcı zorbalığını konuşurum. İş bu değil) Benim sorum biraz daha farklı…

“Nereden bulamadın?” Bu soruyu soran yok! Yuh! Sosyal devletin “sosu” sadece sos olarak kullanılınca bu nazik soru da akla gelmiyor.

Örneğin 4+4 artış hızıyla doğal olarak bir şey bulmak da mümkün olmuyor. (Bak şimdi aklıma geldi! Bu “4” rakamı iktidar için pek önem taşıyor. Akıllarına bir şey gelince hemen 4 ile başlatıyorlar. Sanki sihirli rakam!) Akıllarına bir şey gelmeyince başlama noktasının sınırı yok!

Bakalım bu soruyu kimlere sorabiliriz… Kusura bakmayın önce basın emekçilerine sormak isterim. “Nereden bulamadınız arkadaşlar?” Anadan yok, babadan da olmayınca olmuyor işte! Zaten işi geçtim… Basın enflasyonunun olduğu ortamda basın patronu(!) ne yapsın! Bizimkiler zaten patronluktan falan da anlamazlar. Anlasalar bu işi yapmazlar… Sermayesi basından değil de “yukardan” gelenler zaten bu işi ya nam olsun diye yapıyorlar ya da “ulan şurada fazladan biraz para birikti, zaten beni de adam yerine koyan yok, bari kendimi reklam yapayım” tarzında hayata para sıkıyorlar. İş sayılırsa… Bizimkisi hayata sıkma!

Köylünün sakın yanına yaklaşmayın! Hatta “bulmak” gibi sözlük dışı kelimeleri sakın kullanmayın! Yani bu benim önerim… Siz isterseniz yine sorun… Buçuk üzeri fasulye… Kurusundan… Yaş dediğinde cevap hazır! Underground… (İngilizce de bilirim az çok…)

Küçük esnaf… Adam iş y6erini kapatalı 5-6 yıl olmuş! Sürpriz… Kalan 314 TL’yi acilen maliyeye yatır! Zavallı eski esnaf yıllar önce hesaplaşmış devletle ve iş yerini kapatmış. Şimdi? Maliyeden bir zarf! Nereden bulamadın esnafım? Underground cümleler… (İngilizce de bilirim az çok…)

KOBİ mi? Hadi leyn… Ortada sandık var! Ortası çukur… Onlar kaporta döverken biraz daha nazik. Cümleler aynı… Underground…

Öğretmenim benim, canım benim… Tahtaya yaz… Yazmak kolay da yazan sadece mahalle bakkalı. AVM dediğin sanal “aptal” sanallık! Yürü koçum kim tutar seni… Pehlivan tefrikası… Oku bakayım: “Underground cümleler…”

İşçi! Yok! Çalışma yasası yeniden düzenlendi. Olmadı bir kez daha düzecekler… İşten atılmalar rahat! İşçi, hazır ol! Yaşasın sermaye! Sendikalar tıs… DİSK’in adı değişsin! Diğerlerine lafım yok! Devrim, bizim nostaljimiz olsun… Tek geçerim tarihin DİSK’ini, tınan yok!

Memur! Durum 7.4 şiddetinde… Cümlesini geçtim, soluğu çıksa toplumsal sevinç…

Emekli… Emeklemeye devam… Underground cümleler…

Nasıl bulamadın?

Onuruyla para kazanmak tüketiliyor! Onun yerine “ulufe” dağıtıyorlar…

Yerseniz! Yiyoruz…  

-geMici-

BATI-feneri ÇAKAMAYA DEVAM EDİYOR...