29 Nisan 2013 Pazartesi

Barış (h)aklı…


Pazar günü barış süreci kapsamında Kolin Otel’de Marmara Heyetinden Başkan Vekili: Mithat Sancar, Sekreter: Levent Korkut, Ali Bayramoğlu, Hülya Koçyiğit’in katılımıyla bir toplantı yapıldı. Otel önünde protesto vardı. Toplantı başladığında salonda da tepkiler oldu. Ayrıntılarını basından takip etmişsinizdir.  

Bütün bunlar sürecin içinde olması gereken normal tepkilerdi. Olmaması bir anormalliktir. Tüm ülkenin tornadan çıkmış gibi aynı düşünmesi, hem fikir olması ciddi bir tehlikedir. Böyle bir şey olursa, tek ses çıkarsa orada ciddi bir sorun var demektir.

Benim kuşağım “faşizmi” iyi tanır. Üstünden silindir gibi geçmiştir. 500 bin kişi içeriye alınmış, işkencelerden geçirilmiş, kayıplar, ölümler, idamlarla yok edilmeye çalışılmıştır. Bunlar da devlet eliyle yapılmıştır. Bu bir…

Yine aynı devlet “karda yürürken kart kurt ses çıkaran dağ Türklerine Kürt denir” derken, benim kuşağım Kürt sorunu üzerine kafa patlatıyordu. Çözüm önerileri üretiyordu. Aramızda en az elli yıl var. Bu da iki…

12 Eylül faşizminin üstüne çizik attığı kuşağım, devletin hiçbir mekanizmasında karar verici noktada yer almamıştır. Üç…

Yani devletle devrimciler arasında büyük bir uçurum vardır ve bu uçurum asla kapanmamıştır. Böyle de kalması iyidir. Devleti iyi biliriz. O da bizi bilir. Büyük bir olasılıkla bu duygu ve düşüncelerle ölüp gideceğiz. Zaten yola da düştük… 33 yıl önce faşizmin ayırdığı yoldaşlarımızla buluşmamıza az kaldı.

Şimdi dönelim toplantıya… Toplantıda ne konuşulduğunun, ne dendiğinin hiçbir önemi yok.

AKP hükümeti dokuzar kişiden yedi “akil” ekip oluşturdu. Bu ekipler de kentlerde sivil toplumla toplantılar düzenleyerek toplumun ne düşündüğünü öğrenmeye çalışıyor. Yani bürokrasinin ne düşündüğünü öğrenmeye çalışmıyor. Yani vatandaşın ne düşündüğünü öğrenmeye çalışıyor. Valinin ne düşündüğünü zaten biliyor. Peki, bu toplantıda valinin işi ne? Bir genç konuşuyor. Vali arkasını dönüp; “Alın bunu dışarı…” demek için sanırım.

Peki, bürokratların işi ne?

Heyet ile görüşmekse, bunun yeri o salon değil… Evet, belediye başkanı da vardı. Belediye başkanı seçilmiş bir başkandır. Çanakkale'nin seçtiği bir başkandır. O salonda Çanakkaleli varsa başkan da orada olmak zorunda. Çanakkale Belediye başkanı sadece ona oy verenlerin başkanı değil çünkü…

Tepkiler tabi olacak! Vatandaşın biri tepki gösterdi. Müdüre mi kaldı orada karşı tepki vermek! Sana düşmez orada tepki vermek! Bir tepki verilecekse salon verir. Zaten verdi de…  Sen zaten orada olmaması gerekensin!

Bu savaşı “biz” çıkarmadık. Ama barışı yapmak yine bize düştü! Barış da toplumun bir kesimiyle yapılmaz! Barış, toplumun hepsiyle yapılır. Bu da barış için yetmez! Barışın olabilmesi için hukukun olması gerekir. Hukuk yoksa barış olmaz! Barışı sürdüremeyiz! Bu partiler yasasıyla barış olmaz! Bu seçim yasasıyla barış olmaz!

Barış bütüncül bir projedir. İktidarın dikte etmesiyle olmaz! Tek tek herkese sorun ; “barış mı savaş mı?” diye alacağınız cevap yüzde yüz “barış” olur. Bu noktadan sonra geri dönüş olmamalı…

AKP dilini değiştirmezse, bu süreç yarıda kesilirse bunun tek sorumlusudur…

Yoğurdu bizim bulduğumuz kesin. Onun türevi ayranı da biz keşfettik. Tartışmam bile çünkü her şeyi sulandırmakta üstümüze yok...

Yarın 1 Mayıs! Alanlardayız!

-geMici-


BATI-feneri ÇAKMAYA DEVAM EDİYOR…

26 Nisan 2013 Cuma

Yazamazsın kardeşim! Yazdırmazlar…


Mis gibi sabah kahvesinin zevkini anlatan yazılar yazmak istiyorum, yazamıyorum… Yau içinde Termik Santralsız yazı olsun istiyorum. Olmuyor… Her gün bir yerlerden mantar gibi termik Santral haberi geliyor…

Bir gün de aşktan meşten bahseden bir yazı yazmaya oturuyorum. Bir bakıyorum Bülent abim yine atakta… “Görme” diyorum kendime görmemek için hakikaten kör olmak lazım. Oturuyorum, yazıyorum… Ben ne yapayım?

Çağlalar oldu, hatta kartlaştı. Bir tane yemeden mevsimi geçirdik. Bir çağla yazısı yazamadık. Ama bol bol altıncı yazısı yazdık. Nasıl yazmayacaksın. Tamam, çağla yiyemedik ama çoluk çocuk yedi. Hiç olmazsa seneye de siyanürsüz yemeye devam etsinler istiyorum. Hepsi bu! Sıkıysa yaz! Bir an boş bırak memleketin içine etsinler…  

Balık mevsimi kapandı ama küçük balıkçılar devam ediyor… İzmaritin de tam zamanı. Şöyle tulum çıkartıp nar gibi kızartacaksın. Yeme de yanında yat. Aç yanına bir de bir büyük. Başımızda bir büyük olsun misali ama nereye… Ne izmariti yazabiliyoruz ne de “bi büyüğü…” Bir bakıyorsun saçma sapan; “Bu işe çomak sokanlar bir yerlerden para yiyor…” manasında açıklama… Hoppala…

Geçtim özgürlüklerden, hukuktan… Şiirden, öyküden, romandan bahseden uçuk kaçık yazılar yazalım bari diyorum. Oturuyorum bilgisayarın karşısına. Haberlere bir bakalım memlekette neler oluyor diyorum. Bir de bakıyorum yazdıklarıma, yazdıklarım ne roman kahramanı ne de bir şiir konusu. Yine giydirmişim öfkeyle birilerine… Giydirdiklerim de adam olsa, yazmaya değse üzülmeyeceğim ama yazmışız bir kere…

Biraz boş bıraksan saldırıyı arttırıyorlar… Hep savunmadayız. Ortak değerlerimizi savunmaya çalışıyoruz. Çanakkale’nin yok olmamasına çalışıyoruz. Baharı atlıyoruz…

Böyle başka şeyler yazmak istiyorum… Güzel şeyler yazmak istiyorum, yazamıyorum…

1 Mayıs açıklamaları başladı… DİSK, Türk-İş, 1 Mayısı Taksim’de kutlama kararı aldı. Badem bıyıklı Memur-Sen 1 Mayısı Çanakkale’de kutlayacağız diye açıklama yaptı. Şehitlerin ruhunu hatırlatacaklarmış… İyi, güzel de yaşayanların hakkı için yapılmıyor mu 1 Mayıs… Memurların haklarını aldınız da? Şehitlikleri gezecekseniz buyurun gelin. İşçi, memur hakkı arama bahanesi yapmayın...

1 Mayıs turizmine hazır olun… Otobüs otobüs “memur” geliyor… Salı pazarından başlarız yürüyüşe Cumhuriyet meydanından GESTAŞ’ın da yardımıyla karşıya geçer yürürüz Şehitler Abidesi’ne kadar… Sonra memur hakları üzerine nutuklar atarız. Daha sonra da 4+4 zamma fit olur döneriz… Üzmeyiz kimseyi… 

Yau biraz tek durun. Ağız tadıyla bir yazı yazalım…

Adamı bırakmıyorlar ki…

-geMici-


BATI-feneri ÇAKMAYA DEVAM EDİYOR…

25 Nisan 2013 Perşembe

1 Mayıs 2013, Çanakkale…



Mayıs’a hazırlanıyoruz… Bu yıl biraz daha kalabalık olacağız sanki… Çanakkaleli emekçilerin 1 Mayıs’a artan ilgisinden dolayı değil, Memur Sen’in miting için Çanakkale’yi seçmelerinden kaynaklanıyor…

Memur Sen için ne düşündüğümün bir önemi yok. Önemli olan onların buraya geliyor olmaları. Onlar Çanakkale’ye gelirken Çanakkale’deki sendikalar ayağa kalktı… “Neden Memur Sen Çanakkale’ye geliyor?” diye… Niye gelmesinler? Gelmelerinde hiçbir sakınca yok! Kortejin arkasına eklemlenirler, 1mayıs’ı kutlarlar. Bize ayak uydururlar. Hepsi bu!

Memur-Sen Genel Başkanı Ahmet Gündoğdu "Şehitlerimizin ruhunu incitmemek ve Türk'üyle, Kürt'üyle, Laz'ıyla, Çerkez'iye, Alevi'siyle, Sünnisiyle bu ülke adına mücadele veren o destanı yazanların bu destanını hatırlamak adına 1 Mayıs'ı Çanakkale'de kutlama kararı aldık" dedi…

Buradan da anladığımıza göre Memur Sen buraya “Gelibolu Yarımadası Turizmine” geliyor. 1 Mayıs, memur hakkı falan ıvır zıvır… Dün (25 Nisan) “Şafak ayini” vardı… Eh bir hafta sonra da ANZAK’ların gezdiği Gelibolu Yarımadasını bırakın da Memur Se de gezsin…  Belki birkaç eksik şehitlik de onlar saptar ve yaptırırlar…

KESK’e bağlı ne sendikası varsa bir tane de Memur Sen’de var… Yani anlayacağınız sendikalaşmada “tekel” yok tam tersine geniş bir özgürlük var. Tabi bu özgürlükten “emekçiler” mi yoksa “işveren” mi karlı çıkar anlamam… Yani bir özgürlüğün olduğu kesin…

Aradaki farkın ne olduğunu bilmediğim için soruyorum… Eğitim-Sen var. KESK’e bağlı… Eğitim Bir sen var, Memur Sen’e bağlı. Türk Eğitim Sen var, Kamu Sen’e bağlı… Harika! Hakları savunmak için her şey mevcut. Peki, sonrası? Yani haklar kısmı… Bu kadar sendika bolluğunun olduğu yerde çatır çatır bir mücadele de vardır diye düşünüyorum ama bir çatırtı da şimdiye kadar duymadım…

Hadi öğretmenler üçe bölünebiliyor… Olayın içinde ince fikri farklılıklar var diyelim… Solcu var, İslamcısı var, milliyetçisi var… Bir araya gelip haklarını arayabilmeleri mümkün değil diyelim… Peki, ama diyanetçiler niye üç parça?

DİVES, Diyanet Sen, Türk Diyanet Vakfı Sen… Üçünün tek ortak noktası üçümde de “D” harfinin olması… Hepsi bu mu yani?

Bu işin ideolojiyle falan açıklamak mümkün değil… Başka bir şey olmalı! Bunun hak aramakla da bir ilgisinin olduğunu sanmıyorum. Doğu tipi hükümranlık alanı oluşturmaktan başka bir şey değil…

Lakin sendikalara sorarsan verecekleri cevapların aşağı yukarı benzer olacağını düşünüyorum… “Gerçeği biziz, diğerleri sahtekar”

İyisi mi sendikalara sormamak lazım. Hele başkanlara hiç… Emekçilere mi?
Önce sınıfsal konum tanımını tekrar yapalım… Sadece işi olana “işçi” denmediğini anlatmak gerekiyor…

Sahi yau lümpen neye deniyor?

'lumpen' almancada 'paçavra' anlamına gelir. 'lumpenproletariat' terimi ise paçavralar içinde yaşayan aşırı derecede yoksul işçi kesimini anlatır. Bu insanlar eğitim ve sınıf bilincinden tümüyle yoksundurlar, karın tokluğuna çalışırlar, bugünden yarına yaşarlar, ne en küçük bir umutları ne de geleceğe ilişkin herhangi bir planları vardır.  

İnternetten aldım… Kopyaladım yapıştırdım…

1 Mayıs, işçinin emekçinin bayramı…

-geMici-


BATI-feneri ÇAKMAYA DEVAM EDİYOR…

22 Nisan 2013 Pazartesi

Termik manzaralı kentler…


Perşembe günü Karabiga’ya gittim… Deniz kıyısında şirin bir kasaba… Balıkçı kasabası… Alarko kasabanın göbeğine termik santral kuruyor. Karabiga Çevre Platformu da eylemdeydi. Kasabanın meydanından termik santralin inşaatına kadar yürüyüş yapıldı. En önde yine kadınlar vardı. Erkekler kahvede…

Karabiga’nın artık eski Karabiga olmayacağının herkes farkında. Değişmesi bir şey değil. Kurulması planlanan termik santral kurulursa ortada zaten bir kasaba kalmayacağı da kesin.
Belediye başkanı önce termik santrale karşıymış şimdi destek veriyor…  Acaba ne değişti? Ne değiştiğini kasabalı da biliyor ya, neyse… Beni kızdıran başkanın klasik argümanları kullanması: “Santralın kurulmasına karşı çıkanlar arazilerinin daha çok para etmesini isteyenlerdir…” demesi.

Karabiga’nın harika manzarasına şimdi bir manzara daha ekleniyor termik Santral manzaralı evlerde oturacak Karabiga’lılar… Neden mutlu değiller anlamak mümkün değil. Kansere kesin çözüm bulunacaktır elbet. Bakmayın siz ilaç bulunamamasına. Koskoca bakan birkaç yüz lira verecek değil ya basmış 2 bin TL’yi… Koskoca hükümet sözcüsü açıklıyor… “Bakan…” diyor “verir mi birkaç yüz lira… Ben sordum 2 bin liralık demeti tokalamış” diye…  

Karabiga Belediye Başkanını da fazla yadırgamamak gerekiyor…  Bütün bakış açısı zaten “rant” odaklı… Altıncılar da, yat otoparkçıları da aynı argümanları kullanıyorlar. Bütün yaratıcılığınız bu mudur? Yani bula bula bunu mu buldunuz? Karşınızda laf söyleyene, karşı duruş sergileyene söyleyecek sadece tek ortak cümleniz mi var? Sermaye birikimlerinize bakınca şaşırıyorum… Bu zekayla mı bunları yaptınız diye… Ya da hakikaten bizi fena halde kekliyorlar…

Filmlerin başında “bu filmde geçen kişi ve olaylar tamamen hayal ürünüdür. Benzerlikler tamamen tesadüftür.” Diye… Aynı şey şimdi yazacaklarım için de geçerlidir… “Çevreci Termik Santraller Oda” başısı Bülent abim gazetelere verdiği beyanlarda Çanakkale Vizyonunun Turizm, üniversite falan filan olduğunun altını çiziyor… Sonra da termikleri ardı ardına dikiyor… Gözden ırak, insasızlaştırdıkları alanda rahatları yerinde… Ha bire termik santral dikiyorlar. Sonra da “yalan dünya” martavalları… Pek yaman…

Bence ciddi bir kişilik bölünmesi yaşıyor. Bir türlü karar veremiyor. Çelişkili hayatını gazetelere açıklama yaparak işin içinden çıkmaya çalışıyor. Ya yalan söylüyor ya da sahici değil… Ya da hakikaten kafası feci karışık… Bence kendine bir psikolog falan tutsun… Çok günlerde nedense çok gergin. Elimizden bir şey gelirse kesin yardımcı olmaya çalışırım…

Sahi yau… Biz niye kent vizyonunu değiştirmiyoruz? İçinde “turizm” “üniversite” falan geçiyor… Onun yerine “Termik santral,” “Altın madeni” “doğa katliamı” gibi tanımlar koymamız işleri daha kolaylaştırmaz mı? Tamam, perhiz yapalım da lahana turşusunu da sofradan eksik etmeyelim tarzı yaklaşımlarla kişilik parçalanmasına neden yol açalım?

Bu savaşı kadınlar kazanacak! Onlar geleceğe daha çok sahip çıkıyorlar… Belki annelik iç güdüsü, belki daha erkek olmaları… Ne derseniz deyin ama kadınlar her yerde ön saflarda…
Üç beş kuruşa geleceklerini satmıyorlar, sattırmıyorlar…

-geMici-


BATI-feneri ÇAKMAYA DEVAM EDİYOR… 

15 Nisan 2013 Pazartesi

Sokak köpekleri…


Yunan halkı isyan etti… Öğrenciler polisle çatıştı… Öğrencilerin yanında sokak köpekleri vardı. Birlikte mücadele ettiler. Birlikte ıslandılar. Yağmurdan değil. Panzerden sıkılan sudan… Hatta sokak köpeklerinden bir tanesi isyanın simgesi oldu.
Latin Amerika’da paralı eğitime karşı çıkan öğrencilerle polis çatıştı… Polis barikatlarını öğrencilerle birlikte sokak köpekleri birlikte yıktılar… Panzerlerden sıkılan tazyikli sudan birlikte ıslandılar. Biber gazından aynı oranda etkilendiler…
Bizde sokak köpeği eksiği mi var? Aslında bolca var… Bir tane simge sokak köpeğimiz yok! Bizde bol bol “sol provokatör(!)” var… Bizim sokak köpekleri biraz tırsık sanki… Burada sokak köpeklerini suçlamamak lazım...
Çünkü…
Sokak köpeklerine örnek olan ahali… Sokak köpekleri onları örnek alıyor… Bakıyorlar, ahali suya sabuna dokunmuyor, onlar da aynısını yapıyor.
Yunanistan’da herkes ayakta… Sokak köpekleri de… Latin Amerika’da öğrenciler paralı eğitime karşı mücadele ediyor ama arkalarında geniş bir halk desteği var. Bizde? Ahalinin umurunda değil… E, sokak köpekleri de birkaç “solcu provokatörü(!)” örnek alacak değil ya… Önlerinde koca bir ahali var… Burası ne Latin Amerika ne de başka bir yer…
Zaten bir terslik olduğu kesin… Dünya; “Büyük Petro” diyor, öyle biliyor… Biz; “deli” diyoruz… St. Petersburg’u sıfırdan inşa ettirdiğinden mi yoksa aşağıda anlatacağım sebepten mi bilmem. Ben görmedim ama görenler dünyada görülmesi gereken ilk şehirlerin başında geldiğini söylüyor… Ona “Büyük Petro” denmesinin nedeni sadece bu değil…
Çarlık Rusya’sının Çarlık Rusya olması onun eseri… 1724 yılında Rus Bilimler Akademisi’ni kurmuş… Neden, “deli” çünkü…
Türk Bilimler Akademisi 1993 yılında, Rus Bilimler Akademisi’nden 269 yıl sonra kuruldu. Sonra? 2011 yılında Hükümet, KHK ile Türkiye Bilimler Akademisi’ne atama yetkisi alması bilim insanlarını isyan ettirdi. Prof. Celal Şengör ‘üyelerini seçemeyen, politik güce bağlı bir bilim akademisi olmaz. Dünyaya kendilerini güldürürler.’ dedi ve istifayı bastı. 50 kadar bilim adamı da onun yaptığını yaptı, istifa ettiler… Sanki bilimden politikacılar kadar anlıyorlarmış gibi…
Bilim bize ayak uyduramaz… Ağır kalır…
Deli Petro 269 yıl önce Rus Bilimler Akademisi’ni kurarak bizim ahaliden övgü dolu “deli” lakabını almaya boşuna hak kazanmadı. Bizim ahalinin aklı 269 yıl sonra gelmişti ama, işte sonuç budur…
Dönelim sokaklara… Sokaklarda bir avuç biber gazı müptelası deli hala biber gazının etkileri üzerine ısrarla araştırma yapmaya çalışıyor… Sağda solda bir tane taraftar sokak köpeği olmamasına rağmen…
Ahali? Ahaliyi zaten yazının başında sildik… Evrimleşme süreci tamamlanınca yani ahali halk olunca bir daha düşünürüz… Lakin biraz bekleyeceksiniz… Ben diyeyim beş yıl, siz deyin on yıl… Sonra delinin biri çıksın, desin 269 yıl… İyi mi?
Güzellikler ülkesi memleketim… Gittikçe de Nuri Bilge Ceylan’ın ödül töreninde yaptığı konuşmaya ifrit olmaya başladım… Yok yalnız bırakılmış falan filan…
Önüne bak abi direğe toslayacaksın!
-geMici-
BATI-feneri ÇAKMAYA DEVAM EDİYOR…

12 Nisan 2013 Cuma

Zaman kısaldıkça…


Düşüşlerimiz de hızlanıyor… Böyle düşünüyorum. Sonra böyle de değil diyorum. Her alanda, her yerde, her an bir başka saldırının haberi geliyor. Sorunun benden kaynaklandığını düşünüyordum. Sonra? Sonra bunun benle ne ilgisi var ki…

Hem var hem yok noktasına geldim…

İstanbul’da film festivali devam ediyor… Festival seyircisi “Emek Sinemasını” geri istiyor… Sanatçılar, oyuncular, sinema emekçileri, vatandaş her kesimden insan protesto ediyor. Karşılarında polis… Biber gazı, cop… Kanıksadığımız, bildik görüntüler… Her gün televizyonlarda gördüğümüz, filmlerde seyrettiğimiz dizilerin emekçileri, oyuncuları hatta seyretmediklerimiz…

Haberlerde şöyle deniyor; “Emek sineması için yapılan protesto gösterisini provoke eden aşırı sol guruplar…” Demek istiyor ki, bizim sanatçı, sinemacı tayfası çerez… Uslu çocuklar ama araya sızan “aşırı sol guruplar” bu masum işi bile provoke edebiliyor…

Bu haberi yapan da bizim gibi bir insan… Bulacak bir şey ki işin cılkını çıkarsın… Zaten “aşırı sol” dediğin provoke(!) makinesi… Yüklen baba!

Başbakan BM Ormancılık Forumu 10. Toplantısında konuşuyor… Dünya nüfusunun 7 milyara ulaştığını, kaynakların, doğanın, ormanların önemine vurgu yapıyor. Denizlerin kirliliğine koca bir paragraf ayırıyor… Her dediğinin altına imza atarım. Gururla da söylerim… İyi güzel de Kaz dağlarında altıncılara ben mi siyanürle altın çıkartma izni verdim. Termikçilere gidin Çanakkale’de bol bol termik santral kurun dedim… Sanırım suçlu benim! Ama benim hiçbir yetkim yok ki… Tek yetkim insan olmak!

Tuhaf…

2B, Kıyı kenar çizgisi, kentsel dönüşüm yasalarıyla büyük bir yer değiştirme operasyonu yaşanıyor… İyi niyetle(!) çıkarılmış kanunlar gibi duran bu yasalar uygulamada bir başka şeye dönüşmüş durumda…

Adamın tek katlı evi var… Bahçe içinde. Emekli. Bahçesine bakıp yaşayıp gidiyor. Bir gün kapısı çalınıyor. Bu bölge “kentsel dönüşüm kapsamında” deniyor… “Bana ne diyor adam…” “Olur mu diyor kentsel dönüşümcüler… Buraları yıkacaz, güzel güzel apartmanlar yapacaz. Sana da bir güzel daire verecez.” Deniyor… Kanun bu! Bir de olaya deprem bölgesi girince her şey bir zorunluluk gibi lanse ediliyor. Mecbursun artık!

Kentler, kentliklerini yitiriyor… 1950’lerde başlayan süreç, şimdi bir başka şekilde giydiriliyor. “Bırakın yapsınlar… Her sokakta bir milyoner…” Vahşi kapitalizm karşısında tek silahımız “demokratik hakkımız” olan protesto… O da “aşırı solun” provokasyonu(!) altında… İyi mi? İyi…   
CED raporu artık bir gereklilik değil…

Çatır çutur her şeyi yapın demenin yeni cümlesi… Kuralsız bir liberalizm içinde sallanıp duruyoruz. Ses çıkarınca biber gazı, cop ödüllü “demokratik” hak kullanımları. İyi valla… Her şey süper…

Kafka’nın “Dava”sında yaşar gibiyim… Ya da sabah uyandığımda kendimi bir hamam böceği gibi bulma aşamasında…

Düşüşlerimiz nereye kadar? Yeni bir romanın başlangıcındayız. “Sefiller…”

-geMici-


BATI-feneri ÇAKMAYA DEVAM EDİYOR…

8 Nisan 2013 Pazartesi

Tek kelime yok! Gürültü çok…


Çanakkale Orman Bölge Müdürlüğünü kapatıldı, Urfa da açıldı. Çanakkale AKP milletvekillerinden tek kelime açıklama yok!

Türkiye toplamının iki katı termik santralin inşaatı hükümetten izin aldı. İktidar partisinin iki milletvekilinden tek kelime açıklama yok!

Kaz dağlarında altıncı tekeller kol geziyor. AKP milletvekillerinden tek kelime yok!

Erenköy’ün yolu var mı yok mu belli değil. Yetmezmiş gibi tüm mal varlıklarıyla özel idareye bağlanıyor, iktidar partisinin milletvekillerinden tek kelime yok! Zaten memlekette de gören yok! Bayramdan bayrama o da 18 Mart’ta… Başbakan gelmese onlar da gelmeyecek ya, adet yerini bulsun…

Ne oldu bizim Truva Müzesi? Yapılacak mı yapılmayacak mı? Durduruldu mu? İçeriği mi değişti? Ne oldu Mehmet Daniş’in büyük gayretleriyle(!) yapılması planlanan Truva Müzesine? 

Mehmet Daniş;  2002 yılından beri parlamentoda… O gün doğanlar bugün 11 yaşında… 11 yaşında olmak büyük başarı. Peki, 11 yıldır parlamentoda olan Mehmet Daniş’in başarısı ne?

Fazla zorlamayın belleğinizi ben söyleyeyim… Kaz dağlarında altıncılara açılması… Türkiye toplamından daha fazla termik santralin Çanakkale’ye kurulması… Tekelin özelleştirilmesiyle başlayan süreçte Tekel Şarap ve Kanyak Fabrikasının kapatılmasıyla 10 bin dönüm üzüm bağının köklenmesi.  11 Beldenin köy statüsüne geri dönüp tüm mallarıyla özel idareye devri…  Bunlar hemen akla gelenler… Orman Bölge Müdürlüğü çerez, onu saymıyorum…

Tabi siz bunlarla kurtulduğumuzu düşünebilirsiniz… Hatta verilmiş sadakalarınızı hatırlayabilirsiniz… Unutmayın, milletvekili seçimleri normalde 2015’te… Biraz daha sadaka verirseniz 2014’te de kurtulma şansınız olabilir… Nasıl?

2014’ün 29 Mart’ında yerel seçimler var… Temmuz’da da Cumhurbaşkanlığı… İktidar partisi ısrarla başkanlık sisteminde ısrar ediyor. (Tabi başkanlık edilebilecek bir ülke ortada kalırsa… Diyelim ki kaldı…) Başkanlık seçimi Temmuz 2014’te yapılacak… Tabi aynı zamanda parlamentonun da değişmesi gerekecektir. Yeni sistem, yeni parlamento…  2014’te de bir umut var…

Siz bakmayın peşi peşine kamuoyu yoklamalarında birinci parti çıkmalarına…  Bu seçimlerde o kamuoyu yoklamaları işe yaramayacak… Bakmayın siz gazetecilerin rozet takıp poz vermelerine. Bakmayın siz nur topu gibi akıl toplarına. Sadece yalanın şiddeti artıyor…
Yüksekten düşünce gürültü de fazla oluyor tabi…

Halk belki de ilk defa iktidarı eline almanın hazırlığını yapıyor. İlk kez söz sahibi olmaya karar verdi. Köylere gidiyorum… Sessizliği, suskunluğu görüyorum. Hesaplaşma günü bekler gibi bir halleri var…

Akil adamlar 2 ay boyunca ikna çalışması yapacak. AKP Milletvekilleri Bitlis’te, Güney Doğu ve Doğu turunda… İnternette bir gün içinde 2,5 milyon kişi isminin başına “TC” rumuzu eklemiş…
Bunun anlamı nedir? İspanya 1936 - 1939 benzeridir. Başka da bir şey değildir…

-geMici-


BATI-feneri ÇAKMAYA DEVAM EDİYOR…

NOT: 1 Nisan sabahı Belediye Başkanı Ülgür Gökhan 4 yıllık icraatını basına anlattı. Öğleden sonra Serdar Soydan da bir basın toplantısı yaptı… Şimdi anladınız mı? 

5 Nisan 2013 Cuma

Şimdi barış(!)

Durup dururken beni “Beyaz Türk” yaptınız… Benim dışımda, bana sormadan konumlandırdınız. Baştan bu konumlandırmayı anlamamıştım. Tasfiye süreci başlayınca şimdi kafama dank etti…

Bugüne kadar asla yaşamadığım, içselleştirmediğim bir sanal yerdi “Beyazlaştırılmış Türk”lük… E, akil bir durumumuz olmadığından zamanında kavrayamıyoruz neden-sonuç ilişkisini.

50 yıl önce Kürt sorununu dile getirirken bakış açımız sınıfsaldı. Ezilenler ve ezenler arasındaki uzlaşmaz çelişkilerdi. Kültürel bariyerlerin suniliğini, sahteliği görüyorduk. Üstüne bile konuşmaya değmezdi. Sınıfsal sorunları çözünce zaten taşlar kendiliğinden yerli yerine oturacaktı. Mahir, Deniz, İbrahim hep aynı şeyleri söyledi… Farklılıkları stratejideydi…

Evet, barış… Ödünsüz barış… Bu kutsal kelimeye kim itiraz edebilir ki?

Şimdi geldiğimiz konuma bakın… Tartışılan “silahların susması…” Hiç patlamaması gereken silahların susması… Evet, sussun… Barış birincil sorun. Peki, kiminle barış? Türklerle Kürtler arasında mı? Böyle bir savaş mı vardı da benim haberim yok? Eğer böyle bir savaş yaşandıysa bunun adı FAŞİZM… Tanımları iyi koyalım… Irklar arasındaki savaşın adı BU…

Yoksulluk doğuya ya da güney doğuya özgü bir özellik değildir. Sömürü bu coğrafyanın sadece bir bölümüne özgü bir özellik asla ol(a)maz!. Hiçbir zaman da olmamıştır. Yoksulluk bir ırkın özelliği ol(a)maz! Irklara göre zenginlik tanımı ol(a)maz. Irklara göre sınıfsal tanım da ol(a)maz! Dinin, zaten bu lafları zikredilirken mesamesi bile okunmaz! Ama okunuyor… “Din kardeşiyiz!” Yuh! Din savaşı mı yaşadık da dinsel motifler yeniden bir araya gelişimizin paydası olsun…

50 yıl önce çıktığımız yol; toprak reformuydu. Toprak ağalarının düzenini yıkmaktı. Toprakları elinde bulunduranlar tasfiye mi edildi de kimsenin haberi yok? Aşiret düzeni silindi mi? ATÜT (Asya Tipi Üretim Tarzı)’nın yapısı değişti de feodalizm tasfiye mi edildi? En kaba anlamıyla “Toprak işleyenin, su kullananın…” oldu mu?

50 yıl önce çıktığımız yol; feodalizmin dayandığı “şıhlık” kısır döngüsünün kırılmasıydı… Hurafelerin yerine bilimin konumlandırılmasıydı. Bilim “şıhlığı” mı keşfetti? Peki, bu buluş NASA ile paylaşıldı mı? Belki Mars’ta bir “şıh” falan bulunmuştur… “Din Kardeşi” gezegenler oluruz… Olmaz demeyin! NASA bir omuz atar, Mars’a ilk Müslüman şıhı göndeririz… ( Müslüman olmayan şıh mı olur?... Bilmem olur mu?)

Kendime üzülüyorum… Ben, boşu boşuna “Kaçakçı Şahan”ı okumuşum… Kendimi üzmem yetmiyormuş gibi bir de oğlum “Çe”ye okutuyorum… Okusun tabii… Tabiat Bilgisi artsın, öğrensin… Bunca saçmalığın karşısında “duruş” öğrensin… Öyküleri, şarkıları, renkleri fark etsin… Saçma sapan paydalarla uğraşmasın! Hayatı okusun! Babasının salaklıklarını görsün… Faşizme esir olmasın…

Barış deyip kestirip atıyoruz… Tamam, barış…

Dün gece rüyamda seni gördüm. Mutlu uyanmışım… Ama rüyanın sahtekarlığına kanmışım. Hiç yaşanmayacak kısa bir öykünün rüyasına…

Özlemişim demek ki. Hem de çok…

-geMici-

gemici@yandex.com

BATI-feneri ÇAKMAYA DEVAM EDİYOR…

2 Nisan 2013 Salı

Film işte...


Kentin heryerinde...
http://www.youtube.com/watch?v=Tfsa_yFYQUU

Sardelye...
https://www.youtube.com/watch?v=NKLLtnkIOzo

Aşkın ve Umudun Kenti...
https://www.youtube.com/watch?v=aYGR5UtgeYw

Kazdağları Kazdağları
https://www.youtube.com/watch?v=A5mHzqG8pKU

Tahta At
https://www.youtube.com/watch?v=kgG4rY3spc4

Karaköy Mitingi
https://www.youtube.com/watch?v=ZUSLWeRu3zw


Linkler bunlar işte... Tıkla tıkla izle... İstersen sakla, turşusunu kur. İstersen sabah, öğlen, akşam aç karnına izle. Sinir katsayın artsın. Sonra git nüfusu katkın olsun. Yan etkisi var yani :)

Neyse bu da böyle bir şey...

-geMici-

BATI-feneri ÇAKMAYA DEVAM EDİYOR... 

1 Nisan 2013 Pazartesi

Nisan; başladı bitti…


Nisan başladı… Hiç kuşkunuz olmasın bitecek de…  Güneşle başladık Nisan’a… Yağmurlar da başlayacaktır. Mevsimler bir tuhaf. Belli olmuyor… Yağmur mevsimi sanki Mayıs, Haziran’a kaydı. Geçen sene öyleydi… Bir türlü yağmurlardan Temmuz’a kadar kurtulamamıştık.  

Aslına bakarsanız bu Nisan’ın bir önemi yok. Gelecek Nisan’a nasıl başlayacağımız çok daha önemli. Bir seçimden çıkmış olacağız ve yerel yöneticilerimiz belli olacak. Belediye Başkanı Ülgür Gökhan Dört yıl önce 1 Nisan’da mazbatasını aldığını söyledi. Bu 1 Nisan’da da 2. Döneminin ilk dört yılını değerlendirdi.
Basınla buluştu… 

Sohbet havasında son dört yılda yaptıklarını ve yapamadıklarını basınla paylaştı. Projelerinin yüzde 60’ını tamamladığını anlattı. Yapamadıklarını da sıraladı. Barbaros’taki tabyalar Kültür Bakanlığına devredilmişti. Orasını halka açık bir alan yapmak istemişti ama olmamıştı… Barbaros’a yapılacak yat limanı konusu da gelen tepkilerden dolayı es geçmişti. Öğrenci yurdu kanun engeline takılmıştı. İskele meydanına yapılacak “Çanakkale Evi” de meydan talepleri yüzünden bugünkü haline dönüşmüştü… Bunlar yapamadıklarıydı.

Bir de hiç projelenmemiş, düşünülmemiş ama ihtiyaç duyulan projeleri hayata geçirmişlerdi… Diğerleri de ya projelenmiş ya da inşaat aşamasındaki projelerdi. Yeni Kordon gibi… Kepeze doğru giden yeni kordonun devamı gibi, arıtma gibi… Yeşil Belediye hizmet binası gibi…

Ülgür Gökhan’ın bütün bunları yaparken belediyenin kaynaklarının kullanıldığını, Çanakkale Belediye’sinin kredibilitesinin arttığını söyledi. Yatırımlar için hiçbir gayrimenkul satışı yapılmamıştı. Hatta atık parseller bile değerlendirilmemişti.

Altyapıda yapılanları rakamlarla anlattı. Alt yapısı biten yerlerin de söz verildiği gibi üst yapılarının süratle bitirildiğinin altını çizdi. Yani kaynaklar har vurulup harcanmamıştı. Böyle olunca da başarı grafiği yukarlara çekilmişti.

Başkan Ülgür Gökhan tüm bunları anlattıktan sonra soru cevap kısmına geçildi. Bir gazetecinin “kendinizi başarılı buluyor musunuz?” Bu soruya bağlı olarak da “Tekrar aday olacak mısınız?” sorusu üzerine “Tevazuya gerek yok. Başarılı buluyorum…” Sorunun devamına da; “Aday adaylığı süreci başladığında her şey netleşir…” demekle yetindi. Israrla aynı soru sorulduğunda da; “Aday adaylığını herkesin açıklayabileceğini. Bu göreve her kesin talip olabileceğini ifade etmekle yetindi…

Bu toplantı olurken basının cep telefonlarına CHP il başkanlığından bir mesaj düştü. Milletvekili Serdar Soydan 13.30’da bir basın toplantısı yapacaktı… Konusu bildirilmemişti. J Onu da basından okursunuz…

Belediye Başkanlığı yarışı sadece partiler arasında olmayacağı kesin… Bir de partilerin kendi içinde adaylık yarışı yaşanacak. Bundan daha normali yok! Bunlar yaşanacak… Olması gereken de bu. Olmaması gereken ise kamuoyunun her yerde dile getirdiği Ülgür Gökhan’ın parti içinde yalnızlaştırılma politikası…    
  
Tabi 1 Nisan’ın bir önemi de yine Başkan Ülgür Gökhan’ın doğum günü olması… Tesadüf… Ne diyelim,  daha nice yıllara…

-geMici-


BATI-feneri ÇAKMAYA DEVAM EDİYOR…

NOT: Kazdağı Tahtacı Türkmenleri ile bir Ankara macerası yaşadım. Onu mutlaka yazmalıyım ama fırsat bulup da yazamıyorum. Kent gündeminden onlara sıra gelmiyor. Önemsemediğimden değil, fırsatsızlıktan… Yazacaz yazacaz… Yazmazsak olmaz. Öykü güzel…