28 Ocak 2016 Perşembe

Hayallerinizi kaybederseniz…


Her şeyi kaybedersiniz! Geriye sadece birkaç kilo et, birkaç kilometre damar ve sinir, üç okka kadar kan ve su kalır. Yürüyen, teslim olmuş bir posadır geriye kalan… Teslim alınmış bir bedende yaşadığınızı sanırsınız. Yaşarmış gibi yaparsınız. “Mış” gibi olur hayat… Nefes alıyor”muş” gibi mesela…

Hayaller, bütün sıkıntılara baskılara karşı hala düşündüğünüzün, sevdiğinizin, ayakta durduğunuzun son noktasıdır. Kaybetmemeniz gereken son şeydir.

Şimdi sıra onda… Hayallerinizi yok etmeye çalışıyorlar, direnin!

Geçtim artık hukuku, anayasayı, özgürlükleri, barışı… Çoktan yok olmuş, üstü çizilmiş, içi boşaltılmış kavramcıkları.

Rüzgarlar sert esmeye başladı… Gelecek, fırtına! Ne ekersen o…

İktidar gibi düşüneceksin! Başkası yokmuş gibi yapıyorlar… Ya “onlardansın” ya da “vatan haini…” Üçüncü yolu dozerlediler. Pirinçten çok taş var neyi ayıklıyorsun?

Her şey gözlerimizin önünde yaşanıyor…

Sur’da 5 mahallede daha olağanüstü koşullara dahil edildi. İnsanlar evlerini terk etmeye başladı. Her gün yeni şehit haberleri. Sanki Türkiye’de değil de başka bir uzak ülkede bütün bu yaşananlar… Herkes seyrediyor… “Bakalım ne olacak?” sorusu, sadece bir beklenti ile açıklanacak gibi değil… Merak hiç değil! Daha çok çaresizlik gibi duruyor…

Çaresizliğin dayandığı kıstırılmış alan daha ne kadar dayana bilir?

En sonunda Can Dündar ve Erdem Gül’ün iddianamesi ortaya çıktı… “Hukuk” kazanacak demek isterdim ama hukuk artık bizim bildiğimiz hukuk değil… Bilmediğimiz, bize dayatılan, yutturulmaya çalışılan “bir şey…”

Bence bu iddianame kabul edilirse ki, hiç şüphem yok. Boşu boşuna mahkeme sahnelenmesin! Asın ikisini de bitsin…

Zaman kaybına ne gerek var?

-geMici-
BATI-feneri ÇAKMAYA DEVAM EDİYOR…
NOT: Enerji bakanı doğal gaz fiyatlarının indirilmesi için çalışmalar başladı diye televizyonlara çıktı. Neyin çalışması başlamış? Cuma pazarından bir esnaf alın, önüne verileri koyun. 30 saniyede doğal gaz fiyatının ne olması gerektiğini size söyler… Daha gazda indirim olup olmayacağı belli değil ama bakan medyada boy gösteriyor. Bize müjde veriyor. Çalışma başladı… J

Köylerde elektrik vurgunu daha acayip… Ekim, kasım, aralık aylarında sen sayaçları okuma… Ocak ayının son haftası oku… Millete zamlı faturayı kilitle… Nasıl olsa köylü bunu da kaldırır… Sistem harika! Soyguna devam! Yola da… 

25 Ocak 2016 Pazartesi

24 Ocak ve memleketim…

24 Ocak Kararları (1980) TRT’nin siyah beyaz haberlerinde yayınlandığında başımıza gelecekleri anlayamamıştık. Kararların altında Başbakan Süleyman Demirel ve Başbakanlık Müsteşarı Turgut Özal’ın imzası vardı.

Aradan 36 yıl geçmiş ve bu 36 yıl içerisinde yaşanan tüm acılar, sıkıntılar, karşı-devrim süreci ve 24 Ocak Kararlarının sürüklediği memleketimin manzarası içinde yaşadığımız bugündür…

Bir başka 24 Ocak’ta, soğuk bir Ankara sabahında (1993) Karlı Sokak’ta bombalı suikast sonucu Uğur Mumcu katledildi. Türkiye kaybetti… Hala yapanlar bulunmadı. Fail, meçhuldü…

24 Ocak 2001, Soğuk bir Diyarbakır akşamı çapraz ateşe alınan Diyarbakır Emniyet Müdürü Gaffar Okan şehit edildi. Hizbullah’ın yaptığı iddia edildi ama faili meçhul dosyalar arasında kaybolup gitti…  

2016 yılının 24 Ocak günü de Mustafa Koç ve Kamer Genç’i sonsuzluğa uğurladık. Işıklar içinde yatsınlar…

Yıl 1981, 12 Eylül 24 Ocak Kararlarını sürdürülebilir kılmak için bir Danışma Meclisi kurar. Bu mecliste Kamer Genç de vardır. 12 Eylül kanunlarına, anayasasına ret oyu veren tek Danışma Meclisi üyesidir.

Aslına bakarsanız 24 Ocak kararlarının uygulanabilirliği yoktu. 12 Eylül darbesi ile birlikte uygulanabilir oldu. Bu veriden hareket edersek, benim gibi birkaç zır zop da 12 Eylül Darbesinin gerçek nedeninin bu olduğunu düşünür hala…

Bu kararlarla memleketimin limanları, fabrikaları rahatlıkla özelleştirilmiştir. Bu kararlarla sistem kökten geriye doğru değiştirilmeye başlamıştır. Bu kararlarla emperyalizm memleketimin üzerine abanmıştır. Bu kararlarla kazanılan haklar bir bir geri alınmıştır.

Hiçbir şey bir gecede olmuyor… Kararlar 24 Ocak 1980’de alındı, aradan 36 yıl geçti ve geldiğimiz nokta bugün içinde bulunduğumuz noktadır! Şimdi başımıza gelenleri bir kez daha düşünün. Tarihi bir kez daha anımsamaya çalışın… 36 yıldır adım adım nasıl ve neler kaybettiğimizi bir kez daha düşünün…

Memleketimin böyle bir 24 Ocak geçmişi bulunmaktadır. Okurun bilgilerine arz olunur…

Peki, bundan sonra ne yapacaksınız? Geleceği yeniden kurmak için? Vaat edilen aydınlık günler için?

-geMici-


BATI-feneri ÇAKMAYA DEVAM EDİYOR…

Gereksiz bir NOT (ilgilisine): Wahington Post: Biden Türkiye’de muhalefete baskıları eleştirdi. The Wall Street Journal: Joe Biden Türkiye’nin konuşma özgürlüğüne yönelik baskıları eleştirdi. Associated Press: Biden Türkiye’yi ifade özgürlüğünü korumaya çağırdı. Reuters: Başkan Yardımcısı Biden Türkiye’yi ifade özgürlükleriyle ilgili payladı. Agence France Press: Türkiye basın hakları konusunda örnek olmayı başaramadı.
Anadolu Ajansı: ABD Başkan Yardımcısı Türk demokrasisini övdü. Acaba neyini övdü?  

Hayat bu… habere nasıl takla attıracağını bileceksin ki, haber almama özgürlüğünü kullanacaksın J

21 Ocak 2016 Perşembe

Matematik…

Bizim hesaplarla onların hesapları uyuşmuyor. Bizim hesabımız basit, tüm işlemleri “yalakalık” sonucuna göre kuruyoruz. En somut son örnek, Bülent abimin akademisyen açıklaması… Sanki sana kaldı… (Bu arada güle güle...)

Onların hesabına ise bizim kafamız basmaz! Matematiksel olarak 9. Gezegenin varlığını kanıtladılar. Hesaba göre güneş etrafını 20 bin yılda tamamlıyor. Şimdiye kadar gören yok ama varlığı matematiksel olarak kanıtlanmış durumda.

Çarşı Pazar hesabı yaparken kerevizi hesaplayamayanların hesabı da ancak bu iktidar kadar olabilir: “Ekmeğe zam yok, fiyatı arttı.” Matematiğin mizahı da ancak bu kadar olabilirdi, o da oldu!

Artık hiçbir sosyolojik sonuç beni şaşırtmıyor. Yapılan son açıklamalara göre “akademisyenlerin açıklamaları fikir özgürlüğü ile uyuşmuyor.” Hangi matematik sonucuna göre acaba? Bir “demokrasi” matematikleri var, hiçbir matematik denklemiyle açıklanamıyor. Kafalarındaki hesap Kayzer dönemi sonrası Almanya…

Demokrasi(!) matematikleri bu kadar… İçten hesaplı, kendilerine göre… Yok öyle evrensel bilim falan filan… Ne kadar çok damardan din dersi, öyle bir halk rehaveti… Yönet koçum! Bu da sürdürülebilir iktidar denklemi… Ha, işte bu tam onlara göre…

Başbakan Davos’a gitti… Gündemi çok yoğun… Kuzey Kıbrıs Cumhurbaşkanı, Azerbaycan Cumhurbaşkanı ve Ukrayna Cumhurbaşkanı ile yoğun temaslarda bulunacak. Yoğun temas matematiğinden protokol nasıl baş edecek merak konusu.  Yanında Ali Babacan… Bakan değil, danışman… Güven veriyor.

Yüksek yüksek tepelerde hesap bambaşka… Laikliğin canına ot tıkamanın “bin bir parabolleri” “demokrasiden feragat ettirmenin formülleri” “hukukun dibini oyarsak bu havuz kaç dakikada boşalır? bilinmezi” “Ali bedavaya hastaneye gitti, eczanede bir ton para ödedi ama sağlık hizmetleri nasıl oluyor da bedava oluyor? Denklemi.” Hesapların kesin sonuçları da –eminim- vardır…  

Unutturulmaya çalışılan 17/25 vakası hangi formülle açıklanabilinir bilmiyorum… Ama matematik işe yaramıyor. Unutulmuyor. En azından ben unutmuyorum… Matematik bu! Hesabım da pek güçlü değildir. Zaten o kadar parayı ne yan yana ne üst üste ne de bir filmde gördüm… Rüyaların matematiği olmadığına göre…

Zorla “bölme” işlemi ile bütün sorunları çözmeye kalkan matematik fakirlerinin hesapları herkese tepeden bakmak, ötekileştirmek, savaşa benzin dökmek sonra da seyretmek… Bütün bunların mutlaka derin bir psikolojik nedeni olmalı… Demek istesem de esas “hesap” matematiğin tüm bunları hesaba bile katmamış olmasıdır.

Güneşin yörüngesini 20 bin yılda tamamlayan şimdilik adı bile olmayan, görülmeyen gezegen kadar gerçeklikleri olmaması ve dünyamızın gerçekleriyle uyuşmadığıdır. Bu dönemin hesapları mutlaka son bulacaktır da yalakalık hesapları ile çözüm(!) üretenlerin matematiği ne olacak?   

Çanakkale matematiği ise gayet basit… Dön sırtını Türkiye’ye yaşa…

-geMici-



BATI-feneri ÇAKMAYA DEVAM EDİYOR…  

11 Ocak 2016 Pazartesi

Çalışan gazeteciler...

...Ve çalış(a)mayan gazeteciler diye iki ayrılır. Aslına bakarsanız bu ayrım biraz yanlıştır. "Biraz" kısmına gelirsek; gazeteci çalışıp çalışamamasına göre ayrılmaz. Gazeteci yaptığı "işe" göre ayrılır... "Havuza dalıp çıkanlar ve gazetecilik -her şeye rağmen- yapmaya çalışanlar" diye...

Bu ayrımı "gazeteciler" ve "gazteciler" diye ayırmak daha doğru olacak... Birisi "bu da mı haber değil" diyorsa yaptığı işten şüphe duyuyordur ve hakikaten gazeteci değildir.

Zaten bir gazeteci, muhabir ne yaptığını iyi bilir. Yaptığı standart 5N - 1K'dır. Haberin sorularına "doğru" yanıtlar bulmaya çalışır ve bulgularını okur ile paylaşır. İşin temeli bu kadar basittir ama olağan üstü dönemlerde kazın ayağı biraz farklıdır. Gazetecilik biraz "dalikanlılık" işidir.

Gazetecilik için istediğiniz tanımı yapabilirsiniz ama bir gerçeği göz ardı edemezsiniz. Gazeteci soru sorar. Gerçeğin sorularını sorar. En önemlisi halk adına sorgular...

Hiç bilmiyorsa 5N-1K... Bunu becerse bari... Nerede? Ne zaman? Kim? Neden? Nasıl? ve Kim?  

10 Ocak'ta Çanakkale Memleket haber portalında küçük bir haber vardı. Altı yıldır muhabirlik yapan Mine Tarım arkadaşımızın sosyal medyada yayınladığı "10 Ocak Çalışan Gazeteciler Günü" kutlama mesajı...

Evet, bir kutlama mesajı haber olabilir. Eğer o mesaj aşağıdaki gibi bir mesaj ise mutlaka da olmalıdır. Okur bilmelidir kendisine ulaşan haberlerin, hangi koşulda yaşayan muhabirlerin kaleminden çıktığını. (Eskiden mahreç ve muhabir adı yazardı) Ona göre okuduğu haberin "ne" olduğunu bilmelidir.

"Sendikal örgütlenmeden yoksun, yalnız bırakılmış, yıpranma tazminatı elinden alınmış, iş güvencesi olmayan, kokuşmuş sistemde baskılara rağmen saygınlığını koruyan, doğru yazmaya çalışan, dik duran, direnen tüm basın emekçilerinin 10 Ocak Çalışan Gazeteciler Günü kutlu olsun."

Bir paragrafta özetlenmiş bir mesleğin "evrak-ı metruke"si...  

Zor günlerin zor işidir gazetecilik... Gücünü yazılı kaynaklardan, yasalardan almaz. 
Dayandığı güç "insanın haber alma, doğru haber alma hakkından" alır. Gerisi kocaman bir yalandır.

Yok anayasada basın güvence altındaymış da falan filan... Hepsi yalan! Adamı içeri atarlar sonra da adamına göre bir suç yaratırlar. Sonra da "gazetecilikten içeride kim var?" diye sorarlar...

Sarı sendika vardır da sarı gazetecilik yok mu sanıyorsunuz... Ah koçum ah her yer sarımtırak...

-geMici-

gemici@yandex.com


BATI-feneri ÇAKMAYA DEVAM EDİYOR...

8 Ocak 2016 Cuma

Adam dünya lideri...

…Patlattı bombayı… Kimseyi takmadı. Yüzde yüz kamuoyu desteği ile yeni atılımların peşinde. “Bugün ne keşfetsem” diye düşünürken “seracılığı” keşfetmiş. Memlekette tarımsal üretimi katlayacak. 

 Babası öldü, tüm vatandaşlar histerik ağlamalar içerisinde gömdüler. Batıda bir ülke olsa arkasından söverlerdi. Sıkıysa ağlama. Adamı fena ağlatırlar.
Saçını nasıl kestiriyorsa memlekette ne kadar hemcinsi varsa aynı model. Lideri sevdiklerinden değil, lider emrediyor. “Herkes benim gibi kestirecek.” Berberlere kolaylık…
Tek televizyon, tek haber kaynağı… Generaller karşısında tek ayakta duruyor. Hepsi de kendisinden kalıplı… Bir tane çaksalar yarısı boşa gider. Sıkıysa kirpiğini kıpırdat. Kıl dönmesinden gidersin. Arkandan varlığını kanıtlayacak bir tane “iz” bulamazlar. Komple silerler…
İddiaya göre 25 milyon tek adama bakıyor… 25 milyon yazıyorum ama bu konuda da şaibe var… Şuan itibariyle kaç kişinin yaşadığı meçhul… Durum gayet şüpheli yani…
“Paralel” kelimesi külliyen yasak… Yok öyle paralel maralel… Kim Jong-Un ne düşünüyorsa o…
Gazetecilikten içeride kimse yok… Çünkü gazetecilik yok!
Hukuk var. Adalet var. Demokrasi var. Var, çünkü hepsi kendisi… Kim Jong-Un bu, boru mu?
E, memleket babasından miras kaldı.
Allahtan bizde Cumhuriyet var… 550 milletvekilli bir parlamentomuz var. Bir Cumhurbaşkanımız var. Seçilmiş 40-50 bin muhtarımız var. Bu konuda bir sıkıntımız yok. Bir başbakanımız ve bir bakanlar kurulumuz var. Bu konuda da bir sıkıntımız yok.
Hukuk? Her tarafta adliye binası… Bir sıkıntı var mı? Yok…
Medya? Var… Tek sesli olsa da var… “Havuzdan seçtiğimiz haberleri dinlediniz” Yusuf Nalkesen’den… Muhtar haberleri önemli tabii…
Gazetecilikten içeride kimse yok… Bu konuda bir benzerlik var… Gazetecilik yapmış ya da yapıyorken başka(!) sebeplerle içeri atılan çok. E, olacak o kadar… Hukuk var ya… Üstüne üstlük adalet de var.
Bir tek şey eksik kaymağı… O da olsa tadından yenmez! Sıra geldi kabak tatlısı tarifine… Kabakları temizleyin. Akşamdan pancar şekerine yatırın. Ertesi gün kaynatın.
İnsanın içi gidiyor. Cevizini bol koyun, malzemeden çalmayın. Çalmak size yakışmaz…
-geMici-
BATI-feneri ÇAKMAYA DEVAM EDİYOR…

6 Ocak 2016 Çarşamba

Bir yıldız falı da benden...


İki bin on altının yıldız falına baktım. Olacakları aşağı yukarı gördüm. Merak etmeyin tane tane yazacağım. Siz de anlayacaksınız. Adımlarınızı ona göre atın derim. Hatta bu yazının bir kopyasını çıkartın ve yanınızdan hiç ayırmayın. "BATI-feneri"nin halkımıza bir kıyağıdır...

Jüpiter, uzayın bilmem neresinde kendi halinde dolanırken Ocak ayında bilmem neremiz fena halde donacak. Ay sonuna doğru gelecek doğal gaz faturaları içimizi ısıtırken, bazılarımızı da fena halde yakacak. Bırakın kendinizi soğuklara...

Öte yandan Merkür -ne işi varsa oralarda- Jüpiteri teğet geçerken Şubat ayında zamlı alınan işçi maaşları amele sınıfını gülmekten kırıp geçirecek. Yalnız bu sevinçli haber fazla uzun sürmeyecek çünkü merkürün yükseleni gazlı sopalı kendini gösterecek... Aslında Mayıs ayının başında olması gerekenler Şubatta prova edilmiş olacak...

Mart ayına girilirken güneşli havalara aldanan bademler çiçek açıp, dona kalacaklar... Dona aldanmayın derim.

Şakacı Neptün Nisan 1'de şakasını yine yapacak... Açılan hakaret davaları şakaya getirilse de paralelden daireye geçildiğinden ne olduğu anlaşılamayacak. Memleketin yüzde 51 buçuğu kendini adliyede bulunabilecekmiş gibi hazırlasın. Hakaret davası çantaları her evde hazır bulundurulmasını öneririm...

Mayıs ayının başında başlayan "gaz" bayramı Taksim meydanında büyük bir törenle kutlanacak. Kutlamalardan bitap düşen kent burjuvazisi kendini haziranla birlikte güneş burcunun etkisiyle denizlere göç ettirecek.

Haziran'da ise bir kaç hazirancı sokaklarda görülse de etkisi çabuk geçecek... Çünkü ayın dolunaya dönüştüğü Haziran ortaları romantizmi fena halde kamçılayacak. Haziranda beklenen ilk Rus göçleri turizmcileri umutlandırırmış gibi yaparken ters köşeden gelen arap turistler tatmin etmeyecek.

Temmuz ve Ağustos ayı ayında Çanakkale domatesi tarlada kalınca kentin ileri gelenleri domates festivali düzenlemeyi akıl edecekler. Bu sayede domates sıçraması yaşayan kentimiz müreffeh kentler seviyesine yükselecek. Boru mu bu kentimizin yükselen burcu, burcu burcu kokacak... Bol bol domates ekilmesini öneririm...

Rusya almıyorsa halkımız yesin babından enflasyon düşüşü yaşanacak. Çok sevinçliyiz... Bol keseden meyve yılı yaşanacak...

Eylül ayı ile birlikte siyasette yeni anayasa tartışmaları tavan yapacak. Siyasetçi Venüs gerçek yüzünü gösterecek. Büyük bir siyasi aşk yaşanacak. Türk tipi başkanlık için kuyruklar oluşacak.

Sanki anayasaya uyuluyormuş gibi ısrarla yeni anayasa yapma isteği iktidarda bir takıntı haline gelecek. "Yeni anayasa yapalım ki, biraz da onu çiğneyelim" anlayışı memleketimizde yükselen bir değer haline gelecek.

Laiklik, cumhuriyet, herkes için eşit adalet, mis gibi bir dünyada yaşama yine halkımızın elinde olacak. Onlar karar verecek. iyi mi yaşayacak yoksa kötü mü? Bunun için de yükselen burçlara değil, kendi akıllarına bakılacak...

2016 bir önceki yılın kopyasının aynısı olacak diyeceğim ama korkum daha da kötü olması...

-geMici-

gemici@yandex.com

BATI-feneri ÇAKMAYA DEVAM EDECEK...