29 Ağustos 2016 Pazartesi

"Bir Gün Tek Başına"

Bir büyük ustayı da ışıklara uğurluyoruz: Vedat Türkali... 12 Eylül faşizmin karanlık günlerinde okuduğumuz "Bir Gün Tek Başına" bize direnmenin ne anlama geldiğini öğretti. Ayakta kaldık. Bir yazar, faşizme kitaplarıyla kafa tuttu, direndi. Zaten direnmenin tek yolu okumak. Karanlığa karşı okumak. Elimizdeki tek silah...

Biz bilirsek, öğrenirsek karanlık küçülür, kaybolur... Okuyarak, daha çok okuyarak aydınlanacağız, ışığı büyüteceğiz. Başka yolu yok. Karanlık, cahillik bilgiden kaçar, korkar!

Sizin bilmenizi istemezler... Siz bilirseniz, sizi kandırmak mümkün olmaz, zaten bunu bildiklerinden cahilliğe methiyeler düzüyorlar. Cahilliği yüceltiyorlar...  Yeni bir "karanlık çağın" kapılarını ardına kadar açmaya çalışıyorlar...

Ondandır ki, Köy Enstitülerini kapattılar, ondandır ki, öğretmen okullarını kapattılar. En son Öğretmen Liselerini tarihe gömdüler...

Usta hep karanlıkla savaştı... "Karanlıkta Uyananlar" filminin senaryosuna yazan da Vedat Türkali'dir. İşçi sınıfının ayağa kalkışının destansı öyküsünü anlatıyordu. O güne kadar Yeşilçam'ın alışık olmadığı bir filmdi. "Küçük Hanımefendi"lerden farklıydı. Sinemanın görmek istemediği bir gerçekliği zorla sinemaya sokmuştu...

"Boşuna çekilmedi bunca acılar..." ağzımızdan düşmeyen şarkı aslında bir şiirdir ve yazan da Vedat Türkali'dir.

Zaten bir adam nasıl yaşadıysa öyle yazar... Vedat Türkali'nin eserlerine bakın, nasıl yaşadığını da göreceksiniz. Hep aydınlığın, iyiliğin yanında olduğuna tanıklık edeceksiniz.

CHE'nin bir hücresi kadar olamayanların laf söylemeye cesaret eden cahillerin yönettiği bir ülkede yaşamak istemiyorsan her şeyi okuyacağız! Bırakın cahilliklerini dışa vursunlar.

"Amerika'ya kafa tutacaksan CHE gibi kafa tutacaksın" Belki de en güzel gazete manşetiydi Birgün" Gazetesinin manşeti. Evet, kafa tutacaksan CHE gibi kafa tutacaksın... Emperyalizme kafa tutmanın başka yolu yoktur.

Emperyalizme, kapitalizme kim kafa tutsa ondan nefret ediyorlar... "İki ayyaş"tan da nefret etmelerinin nedeni budur. Bugün 30 Ağustos... Büyük Zafer'in yıl dönümü. O büyük zaferin sahipleri o "İki Ayyaş" dediğinizdir. (Yeri gelmişken; herkesin 30 Ağustos Büyük Zafer Bayramını kutlarım.... Emperyalizme böyle ders verilir. Bu ülkeyi parsel parsel emperyalizme satanları da tarih yazacak! "Beni" yazmayacak...)

Cumhuriyeti, demokrasiyi, evrensel hukuku, adaleti, insanlığın birikimini, sanatı, güzel olanı sevmiyorlar. Kafalarında yarattıkları koca bir karanlığın içinden çemkiriyorlar... Hepsi bu!

Cahilliği kutsayan, hayat biçimi haline getirmeye çalışanlara inat her gün öğrenerek devam edeceğiz. Karanlığa, faşizme, gericiliğe teslim olmayacağız!  

Aydınlık kalın...  

-geMici-

gemici@yandex.com


BATI-feneri ÇAKMAYA DEVAM EDİYOR...

16 Ağustos 2016 Salı

Hayatı güncellemek…

Mümkün değil! En azından şimdilik… Yarını bilemem, o da varsa. Herkes kendi hayatını yaşıyor. Yaşayabildiği kadar, bilebildiği kadar… Sıkıcı ve hiç bitmeyen bir hayat…

Geçmiş, şimdi ve gelecek üçgeninde yazı tura atarken oynadığımız denk gele olasılıklar arasından payımıza düşen “şu an” yaşadığımız. Nicel birikimler… Bir bakıyorsun en gıcırından bir “nitelik.”

“Lan hepsi bu mu?” diyesin oluyor ama diyemiyorsun… Çünkü toplanan, biriktirilen toptan yanlış. Yanlış olandan da ortaya çıkan “nitel değişiklik” de işte bu… Nasıl saklayıp saklamayacağınız kişisel… “Ben bunu saklamak istemiyorum” gibi bir olasılık, olasılık dışı…

Mecburi istikametin sürüklediği yer, çıkmaz sokağın gürültüsünden ibaret. Zaten bu hızla giden nesnenin çarpmasından çıkan gürültü de oldukça duyulur olacaktır. Sağırların göreceği şiddette ama sığırların denize beyaz donla girebilme estetiğinde…

Saklanacak bir felsefenin daha icat edilmediği dönemlerden kalma birçok gerekli gereksiz sorunun içinden ayıklayabildiğimiz; “ne, nerede, nasıl, neden, niçin, kim” bahtsızlığında sorulmaması gerekenlerin başımıza açmaya çalıştığı çorapların ayağımıza olup olmadığının da sorulmayacağı çağlara hızla merhaba derken… “Derken” zaman noktasının bulunduğu yer sizin olmamanız gereken yer aslında…

Olmanız istenseydi; soru sorma, sorgulama, analiz ve –doğru/yanlış- bir nihai noktaya ulaşmanız da istenirdi. Aslına bakarsanız bu bir temel “düşünme” estetiğidir ama estetik “kich”e dönüşmüş, “sen ne diyorsun beya…” şeklinde bir Trakya fıkrası…

Kıyısından köşesinden ısrarla tutunmaya çalıştığımız –nasıl bir gereği varsa- yaşamlarımızın gözlerimizin önünde hafiflemesinin yansımasını “hey baya zayıflamışsın” olarak algılanmasının yarattığı şok dalgası atlatıl(a)madan ardından gelen “ama kişilik olarak” zevzekliğinin yer aldığı günlük nefes alıp verme monotonluğunda nasıl derseniz…

Tarifsiz kederler içinde çırpınan şair misali –ama o şair- kendinizi benzetmeye çalıştığınız dertlerinizle aslında hiçbir benzerliğiniz olmasa da sizi kurtaran yüzünüzdeki “küçük Emrah” ifadesi oluyor. Fark; “bilmek”

Kendimi şaire ayıp etmiş sayıyorum… Hatta şiddetle kınıyorum!

Zamanımızın olmayan masallarında genetiğiyle oynanmış düşen elmalar arasında “mutlu yaşamlara” devam… Masalın sonu. Giriş ve gelişmesini ben yazmadım ama yaşamaya mecbur kılındım.

Gammazlığın sürrealizmi içinde gizliden gizliğe yaşanan… Hedef tahtasına konan aslında yine kabul görendir…

Yine de hayatı güncellemeye çalışın… Olursa da olur…

-geMici-


BATI-feneri ÇAKMAYA DEVAM EDİYOR…       

Hayatı güncellemek…

Mümkün değil! En azından şimdilik… Yarını bilemem, o da varsa. Herkes kendi hayatını yaşıyor. Yaşayabildiği kadar, bilebildiği kadar… Sıkıcı ve hiç bitmeyen bir hayat…

Geçmiş, şimdi ve gelecek üçgeninde yazı tura atarken oynadığımız denk gele olasılıklar arasından payımıza düşen “şu an” yaşadığımız. Nicel birikimler… Bir bakıyorsun en gıcırından bir “nitelik.”

“Lan hepsi bu mu?” diyesin oluyor ama diyemiyorsun… Çünkü toplanan, biriktirilen toptan yanlış. Yanlış olandan da ortaya çıkan “nitel değişiklik” de işte bu… Nasıl saklayıp saklamayacağınız kişisel… “Ben bunu saklamak istemiyorum” gibi bir olasılık, olasılık dışı…

Mecburi istikametin sürüklediği yer, çıkmaz sokağın gürültüsünden ibaret. Zaten bu hızla giden nesnenin çarpmasından çıkan gürültü de oldukça duyulur olacaktır. Sağırların göreceği şiddette ama sığırların denize beyaz donla girebilme estetiğinde…

Saklanacak bir felsefenin daha icat edilmediği dönemlerden kalma birçok gerekli gereksiz sorunun içinden ayıklayabildiğimiz; “ne, nerede, nasıl, neden, niçin, kim” bahtsızlığında sorulmaması gerekenlerin başımıza açmaya çalıştığı çorapların ayağımıza olup olmadığının da sorulmayacağı çağlara hızla merhaba derken… “Derken” zaman noktasının bulunduğu yer sizin olmamanız gereken yer aslında…

Olmanız istenseydi; soru sorma, sorgulama, analiz ve –doğru/yanlış- bir nihai noktaya ulaşmanız da istenirdi. Aslına bakarsanız bu bir temel “düşünme” estetiğidir ama estetik “kich”e dönüşmüş, “sen ne diyorsun beya…” şeklinde bir Trakya fıkrası…

Kıyısından köşesinden ısrarla tutunmaya çalıştığımız –nasıl bir gereği varsa- yaşamlarımızın gözlerimizin önünde hafiflemesinin yansımasını “hey baya zayıflamışsın” olarak algılanmasının yarattığı şok dalgası atlatıl(a)madan ardından gelen “ama kişilik olarak” zevzekliğinin yer aldığı günlük nefes alıp verme monotonluğunda nasıl derseniz…

Tarifsiz kederler içinde çırpınan şair misali –ama o şair- kendinizi benzetmeye çalıştığınız dertlerinizle aslında hiçbir benzerliğiniz olmasa da sizi kurtaran yüzünüzdeki “küçük Emrah” ifadesi oluyor. Fark; “bilmek”

Kendimi şaire ayıp etmiş sayıyorum… Hatta şiddetle kınıyorum!

Zamanımızın olmayan masallarında genetiğiyle oynanmış düşen elmalar arasında “mutlu yaşamlara” devam… Masalın sonu. Giriş ve gelişmesini ben yazmadım ama yaşamaya mecbur kılındım.

Gammazlığın sürrealizmi içinde gizliden gizliğe yaşanan… Hedef tahtasına konan aslında yine kabul görendir…

Yine de hayatı güncellemeye çalışın… Olursa da olur…

-geMici-


BATI-feneri ÇAKMAYA DEVAM EDİYOR…       

1 Ağustos 2016 Pazartesi

Kuru / yaş...

Arada da götür sosyal demokratları, solcuları, sosyalistleri, devrimcileri sonra da "niye bunlar desteklerini ufak ufak çekiyor" diye sor.

FETÖ/PDY ile bizim ne işimiz olur? Ne zaman yan yana gelmişiz? FETÖ/PDY ülkede darbe yapıp iktidara gelebilecek koşulları yaratan "biz" değiliz. İşi döndürüp dolaştırıp yine "bize" getirmeye çalışıyorsunuz ama yemezler... Açığa alınan Eğitim-Sen ve Eğitim İş üyeleri bir an önce görevlerine dönmelidir.

Kurunun yanında yaş da yanar mantığı burada işlemez, işletilemez. İşletilmemeli de... Toplumsal barışın ortamı yaratılmışken bunun bozulmasına izin vermememiz gerekir. Uğraşılması gereken darbecilerdir, FETÖ/PDY yapılanmasıdır.

"Fırsat bu fırsat" deyip açığa alınan meslek örgütü üyelerinin görevden alınması inandırıcı değil... Hele gerekçeye inananın olduğuna ben inanmıyorum. Açığa alınma yazısını yazanın da yazdıranın da inandığını sanmıyorum.  

Darbeyi engelleyen bu ülkenin demokrasiye, hukuka inanan halkıdır. Bu gerçeği küçük yanlışlıklarla heba edemeyiz. Ki, "demokrasi, hukuk, adalet, eşitlik" kavramlarının içini dolduran bu ülkenin aydınlık insanlarına bu yapılmamalıdır.

"Herkese bir gün hukuk lazım olabilir" diye altını çize çize yazdığımız yazılar hala durduğu yerde dururken bu duruma son verilmelidir.

Ben şahsen bu yanlışlığın hemen çözüleceğine inanıyorum. İnanmak istiyorum...
Açığa alınanlardan biri benin 38 yıllık arkadaşımdır ve FETÖ/PDY ile bir ilişkisi, kuşkusu olma ihtimali yarın sabah Cumhuriyet Meydanı'na uçan daire inmesi kadar uzak bir ihtimaldir. UFO indiyse ve benim haberim olmadıysa ona bir şey diyemem... Cumhuriyet Meydanında UFO gören var mı?

Memleketin bunca ciddi işi varken...

Gelelim 2013 olimpiyatlarına... Hafta sonu Rio Olimpiyatlarını beklerken insanın aklına birden Çanakkale'de yapılan olimpiyatlar geliyor.  

Bir sabah Demircioğlu Caddesinde yürüyorum, gözüm yerdeki renkli renkli ayak izlerine takıldı. Ayak izleri olimpiyatlara doğru gidiyordu. Kentin her yerine afişler asılmıştı.

Olimpiyatlar birden gövde gösterisine dönmüştü... Olimpiyatlar bittiğinde konuşma yapan büyüklerimize, orada yaptıkları konuşmaları bir kez daha seyretmelerini öneririm... Konuşanlar arasında bugün açığa alınan ne Eğitim Sen üyesi ne de Eğitim İş üyesine rastlayamadım... Kesinlikle izlenmesi gereken bir video... İsteyene linkte verebilirim...

https://www.youtube.com/watch?v=jCe91RVNErI  

-geMici-

gemici@yandex.com


BATI-feneri ÇAKMAYA DEVAM EDİYOR...

21 Temmuz 2016 Perşembe

Ben seyirciyim abi…

Büyük analizler yapacak kapasite bizde ne arar. Biz seyirciyiz. Bir şeyler oluyor, seyrediyoruz. Gel diyorlar geliyoruz. “Gelmiyorum” diyecek kaba et miktarı bünyede ne yazık ki yok. Git diyorlar gidiyoruz. Yine yeterli oranda kaba et yok. Varmış gibi görünse de sonuç itibarıyla yok. Ne denilirse yaparım… Bir kere yeterli derecede iyi seyirciyim.

Piyasada dolaşan komplo teorileri, televizyonlarda yapılan ağırbaşlı yorumlara bakarsan abiler çözmüş mevzuyu ama onda da başka bir sorun var ne demek istediklerini çözmek için hakikatli delikanlı olmak şart. Hatta delikanlılığın ansiklopedisini yazmakta büyük fayda görüyorum. Ben o kadar okuyup yazacaksan onları niye dinliyorum. İnsanın kendisinden nefret etmesi gerekir ya da kesinlikle intihara meyillidir. Aslında her ikisinin de olabilirliği var.

İzliyoruz… Bilmiyoruz… Yetmez mi? Fazlası var eksiği yok.

Bilmemiz gerekenleri zaten herkes söylüyor. Bilmediklerimizin neler olduğunu zaten bilemeyiz adı üstünde bilinmez ya da bilinemez. Bilmemizi isteselerdi şakır şakır özgür basın yazar, televizyondaki akıllı arkadaşlar senaryo yazmak yerine her şeyi itinayla, en az benim de anlayabileceğim şekilde anlatırlardı. Hatta aralarında "Güzel sanatlar" mezunları var ise çizerek de olayı bize naklederlerdi. İşte o zaman “ben de biliyorum” diyebilirdim.
Şimdi ne biliyorum da ne yazayım abi? Ben seyirciyim!

Benim gördüklerimi, izlediklerimi sen de izliyorsun. Ha o kanalda ha bu kanalda, sonuçta izliyor, seyrediyorsun. Bir fark var mı? Kesinlikle var… Yayın yapan televizyon kanallarının logoları farklı mesela... Bahsettikleri evrensel adalet bu olsa gerek, herkese aynı senaryo, yorumcular değişik.

Ben en çok o kanaldaki bayan spikeri seviyorum. “O”ları yuvarlarken dudakları yoruma çok açık oluyor. İnsanın kilo vermesine çok yardımcı olduğu kesin. Yalnız rütük atlamış olabilir yayında +18 ibaresi yok. İyi bir vatandaş olarak bunu da belirmek isterim.

Haberler daha geç saate alınamaz mı mesela? Bence üzerinde düşünülmeli. Herkese çok yararı olabilir. Saat 24 bence uygundur. Arkasından da gelsin yorumcu amcalar, teyzeler. Ben böyle yazdım ya, yakında bu uygulamayı görürseniz fikir babasının ben olduğumu hatırlayın isterim. 

Yorum seçemesek de kimden dinleyeceğimizi özgür irademizle seçebiliyoruz. İnsanın seçme şansının olması ne güzel bir şey… Bak şimdi kendimi mutlu ettim. İnsan bir an için bile olsa kendini müthiş hissediyor.

Özgürlük bu işte…

Dünya küresel bir köy diyorlardı da ben de bunu “Kangırlı” zannediyordum. Değilmiş lan… Örneklerle anlatılınca ben de kavrayabiliyormuşum. İşte bunu biliyorum… Kafama çaka çaka öğrettiler! Aferin onlara... 

-geMici-



BATI-feneri ÇAKMAYA DEVAM EDİYOR…

18 Temmuz 2016 Pazartesi

Bir darbenin bize anlatamadıkları

“Memlekete yazık oluyor” falan diyoruz ya, hakikaten yazık oluyor. Memleketimiz her geçen gün özelliklerini yitiriyor. Değerlerini kaybediyor. Kendi kendine yetebilen yedi ülkeden biri olma özelliğimizi çoktan yitirdiğimizi biliyorduk da “darbe” yeteneğimizin kaybolduğunu yeni öğrenmiş olduk.

Oysa düne kadar memleketimizin en belirgin özelliğiydi. Aslında bu alanda oldukça deneyimimiz de vardır. Hele 12 Eylül darbesi kendi alanında bir dünya klasiği haline gelmiştir. Darbe deyince ilk akla gelen darbe olarak belleklerde yerini almıştır. CIA’in darbe derslerinde geri kalmış ülkelere örnek olarak gösterilmeye devam ettiği iddia edilmektedir.

Üzerinden 36 yıl geçmesine rağmen etkilerini her alanda sürdürmektedir. Hatta bir Allah’ın kulu çıkıp etkilerini silememiştir. Ve hatta  toplum hesaplaşmasını bile yapamamıştır. Yani o kadar efsaneleşmiş bir darbedir.

Hatta bugün içinde bulunduğumuz kalın kafalılık özelliğimizin tohumları o günlerde atılmış, zamanla serpilmiş ve bugün darbe bile yapamaz hale gelmiş bir toplum biçimlendirmiştir.
Lakin her biçimlendirmenin yan etkileri de oluyor. Bunlardan en önemlisi de demokrasiden fena halde kıllanan kitlelerin –anlık da olsa- maceramsı bir demokrasi anlayışının gözlemlenmesi olmuştur. Hiç hesapta olmayan bu yan etki, sosyolojik olarak sosyal endikasyona yorumlanabilir.

Kenan Evren yaşasaydı; “Ne tekim darbe böyle yapılmaz” der mevzuyu kesip koparırdı. Zaten en sevdiği huyu da kesip atmaktı. Hesaplarını kapamadan rezillikler tarihinin en müstesna yerinde yer almıştır. Asla da unutulmayacaktır.

Unutmayanların bir kısmı, bugün iktidar olmalarının yolunu açtığı için, diğer kısmı da memleketin nazik hallerinden ötürü unutmayacaktır. Zaten unutulabilecek bir durum da değildir.  

Son 14 yıldır mağdur olanların mağduriyetini ikiye katlaması da son darbenin bir diğer dikkati çeken özelliği olmuştur. Mutluluk gözyaşları meydanlara taşmıştır. “Demokrasi nöbeti” kavramı devşirilerek mana ve önemi arttırılmıştır.

Son darbenin topluma öğrettiği ciddi konular da olmuştur. Mesela meydanların sadece meydan olmadığını öğretmiştir. Demokrasinin meydanlarla var olabileceğini öğretmiştir. 2013’te memleketin gençlerinin neden meydanlara çıktığı şimdi daha anlaşılır olmuştur. Yani memleketin bir kısmı ciddi bir öğrenme süreci yaşamaktadır. Bu da iyi bir şeydir…

Normalleşme normal koşullarda olur… Anormal demokrasilerde de olabilecek şeyler de işte son birkaç günde yaşadıklarımız, gördüklerimiz olur. Buradan hayat çıkmaz… 
Çıkartamazsınız…

Geldiğimiz nokta iç savaşın ön sözü gibidir… Buradan acilen geri dönülmelidir. Bunun kazananı olmaz.

-geMici-



BATI-feneri ÇAKMAYA DEVAM EDİYOR…

17 Temmuz 2016 Pazar

Ne söylenebilir?

Hiç bir şey... Zaten yazı da bitmiştir! Şimdi uzatıp paragraflar dolusu ne yazayım? Kocaman bir HİÇ! Susmak da yetmiyor, olmuyor... Uçurumdan aşağıya hızla düşerken hiç olmazsa bir şey söylemek, hayır; HAYKIRMAK gerekiyor! 



Demokrasi!
Hukuk!
İnsan hakları!
Barış!
Yine de yetmiyor...
20 Temmuz 2015 Suruç...
10 ekim 2015 Ankara...
12 Ocak 2016 Ankara...
17 Şubat 2016 Ankara...
13 Mart 2016 Ankara...
19 Mart 2016 İstanbul...
28 Nisan 2016 Bursa...
1 Mayıs 2016 Gaziantep...
7 Haziran 2016 İstanbul...
28 Haziran 2016 İstanbul... Son bir yılın kısa özetidir...
Son 14 yılın politikalarının toplamıdır her şey... Bize yaptıklarının sonucudur. 1848`den beri hep ve sürekli yaptıklarının sonucudur!
Bütün bu olanları ve olacak olanları durdurmanın tek yolu "sensin..."
İnsan olmanın cephesinde bir olmaktır!
-geMici-
gemici@yandex.com

BATI-feneri ÇAKMAYA DEVAM EDİYOR... 

29 Haziran 2016 Çarşamba

U Dönüşü...

İsrail’le yapılan anlaşmayla başladı. Hem de ne dönüş… Gazze ablukası kalkacaktı ya, kalkmadı. Mavi Marmara olayı için İsrail özür dileyecekti ya, dilemedi. Turizm çöktü ya, öyle değil işte. Bu anlaşmayla Rus turist yerine İsrail’den turist gelecek. Arada ciddi bir turist sayısı farkı var (yaklaşık 3,5-4 milyon kadar) ama olsun. Bir diğer turistik hareketlilik de Hamas üyeleri memleketimizi terk ediyor… Hamas, burada mıydı? 

Şimdi diğer U dönüşler sıraya girmiş midir? Kesinlikle…
Suriye’de U dönüşün ne olduğunu, ne anlama geldiğini de öğrenmiş olacağız. Pek yakında… Belki de bu yazıyı okuduğunuzda. Belki hemen bugünden yarına değil ama birkaç kuşak sonra torunlarımız Şam Emevi Camii’nde namaz kılıp selfi yapabilir. Biz U dönüş yaparız da adına Esat mı Eset mi ne derseniz deyin U dönüşü yapar mı bil(e)mem…
Putin kabul etse çoktan U dönüş yapmış hatta baya da yol almıştık ama olmayınca olmuyor işte. Düşürdüğümüz uçağın fabrikası var adamlarda… İsteseler her gün on uçak yaparlar. Bir tanesini düşürmüşüz ne olacak. Putin anlamıyor… Biz de olsa “canın sağ olsun” der devam ederdik. Kamuoyuna da “bizde bunlardan çok var. Koyacak yer bulamıyoruz. Hep yer çekimi var. Havada durmuyor bu meretler.” Der işi de bitirirdik ama Putin aksi… Yazın bir yere U dönüş akşama sabaha…
“Ey Amerika politikası” 6 Eylül’de kesin U dönüşü yapar. Hatta, “Amerika’dan oğlum ya da kızım gelecek evi boşaltın” bile diyebilirler. U dönüşün Amerikancasını öğrenmiş olacağız.
“Ey AB politikası” için “referandum yapar, millete sorarız” demeleri zaten dönüş girişimine başladıklarının başlangıcı. “Parayı da göndermediniz.” Bu para işi çok hassas bir mevzu... Kayseri pazarlıkları bunun için yapıldı. Lakin gelen para şimdilik yok. Olsun U dönüş hattındayız…
Dön dön nereye kadar… Bunların bir de gerekçesi olmalı. Ne olabilir mesela? Kandırılmış olabilirler…  Yanıltılmış olabilirler… Kontrolleri dışında olabilirler. İpleri kaçırmış olabilirler… Ama yine de bütün bunları birine yüklemek lazım. Nasıl 17/25 Aralığı FETÖ’ye yükledilerse bunu da yükleyecek birini bulmalı. Kim olabilir? Ben oyumu Ahmet’e veriyorum…
Hatta şöyle de denebilir… “Baktık ki bizi kandırmış işine hemen beş ayda son verdik” de pekala diyebilirler… 
14 yılda kaç kere U dönüş yaşandı saymak mümkün değil… Şaşırma duygunu bir yerlerde düşürmüş ya da unutmuş ülkemin zavallı oy deposu. Ben size ne diyeyim. Şaşırmazsın, inanmazsın, unutursun, bilmezsin, görmezsin…
Katlanacaksın… Da benim suçum ne? Beni niye uçuruma sürüklüyorsun! Kendin düş!
-geMici- 
BATI-feneri ÇAKMAYA DEVAM EDİYOR…

NOT: MHP de tamamdır… 10 Temmuz kurultayında başkanlık seçimi yok! Çankaya seçim kurulu yapılan tüzük kurultayının Ankara’da değil, Ankara’nın mücavir alanında yapıldığı için seçimi iptal etti. Ondan yani…

23 Haziran 2016 Perşembe

2016 Avrupa Şampiyonası...

Tombaladan gittiğimiz 2016 Avrupa Şampiyonasında guruptan çıkmak için bir başka tombalaya baktık, çıkamadık. Şampiyonadan Türk Milli Takımı elenmedi. Zaten hiç gitmemişti.

"Benim Milli Takımım" diyebileceğim milli takım sahaya çıkarken kırmızı ya da beyaz formayla çıkar. Göğsünde de kırmızı forma giydiyse beyaz, beyaz forma giydiyse kırmızı bant bulunur ve tam ortasında da Ay-Yıldız vardır. Benim milli takımım bu formayı giyer...

Avrupa Şampiyonasında sahaya çıkan 11 adamın hangisinde bu forma vardı? Fatih Terim topladığı takımla şampiyonaya gitti, kendi dizayn ettiği formaları giydirdi, guruptan da çıkamadı. Hepsi bu... Yani Milli Takım zaten şampiyonada yoktu... Üzülecek bir şey de yok yani...

Ben İzlanda'yı tutuyorum. Nüfusu Çanakkale İl nüfusunun neredeyse yarısı kadar. Bir üst guruba çıktılar. Hem de gurup ikincisi olarak. Portekiz bile tombaladan eleme gurubuna çıkarlarken, İzlanda çatır çatır top oynadı.

Buz mavisi formalarıyla Fransa'da hava atıyorlar. Bizimkiler de havasını aldılar dönüyorlar. İzlanda Milli Takımını al, süper ligde şampiyon olsunlar.

Toplam fiyatı ne kadar? Piyasa değeri sadece 1.95 milyon avro. Ama bir milli takımın değeri parayla değil, gösterdikleri başarıyla ölçülür. Galatasaray ve Fenerbahçe başkanlarına öneririm. Takımlarınızı satın, İzlanda Milli takımını toptan transfer edin. Çok kar edersiniz...

Say hayalindeki milli takımı dersen... Volkan Babacanson, İsmail Köybaşıson, Hakan Baltason, Mehmet Topalson, Gökhan Gönülson, Selçuk İnanson, Arda Turanson, Ozan Tufanson, Volkan Şenson, Emre Morson, Burak Yılmazson

"Son"la bu iş olsaydı sonumuz böyle olmazdı. Demek başka bir şey daha gerekliymiş... Acaba ne?

Futbol sadece futbol değildir dedikleri işte bu...  

-geMici-

gemici@yandex.com


BATI-feneri ÇAKMAYA DEVAM EDİYOR...

20 Haziran 2016 Pazartesi

Biz iyi çocuklardık...

Yazık oldu... Sevmemiz gerekeni sevdik!

"Eşit olalım, hakça paylaşalım" gibi büyük laflar ettik. "Evrimden devrime uzanan bilim" dedik... "İnsanların koyduğu hukuk değil, insan olmanın hukukunu" istedik. "Eğer varsa adalet, evrenin adaleti" olsun istedik.

Dünyayı istedik! Kendimiz için istemedik hiç bir şeyi... İnsana dair olan her şeyi insan için istedik. Cenneti yaşarken yaratmaya çalıştık.

Başaramadık...

Yenilmedik!

Direniyoruz...

Dün; 12 Eylül faşizmine direndik. Bugün; AKP faşizmine direniyoruz. Zaten tüm hayatımız faşizmin karşısına dikilmekle geçti. Kendi adıma pişman mıyım? Dostlarım olduğu sürece değilim... Her yerde güzel dostlarım var. Şarkıları olan dostlarım var. Solukları olan dostlarım...

Beni yalnızlık da eritemez. Belki dostlardan uzak kaldığımız zamanlar oluyor ama biliyorum ki çok kalabalığız... Ben ne içiyorsam hayattan onlar da aynı kanaldan hala beslenip büyüyorlar. Uzağız ama asla yalnız değiliz... Sadece devrimciyiz! Genlerimizde yaşasak da hala öyleyiz... Yaşıyoruz!  

Biz kim miyiz? Dünyanın iyi çocuklarıyız...

Dünyada Che Guevara, Vietnam'da Ho Shi Mhin... 

İrlanda'da Constance Markievicz, Meksika'da Petra Herrera, Nijerya'da Nwanyeruwa, Hindistan'da Lakshmi Sehgal,Almanya'da Sophie Scholl, Porto Riko'da Blanca Canales, Küba'da Celia Sanchez, ABD'de Kathleen Neal Cleaver, Cezayir'de Djamila Bouhired, Beyrut'ta Soha Bechara, Filistin'de Shadia Abu Ghazaleh, Portekiz'de Josina Machel, Filipinler'de Maita Gomez, Uruguay' da Lucía Topolansky, Japonya'da Fusako Shigenobu ve milyonlar...

Şimdi büyüdük; anne, baba olduk. Amca, dayı, teyze, hala olduk. Nine, dede olduk; son perde açılırken...

Yeni kuşağı; çocuklarımızı, torunlarımızı size yem yapmayacağız! Son sözü giderayak yine "BİZ" söyleyeceğiz!

O kurşunlarınız, şiddetiniz vız gelir, tırız gider!

Türkülerimizle, marşlarımızla, sloganlarımızla karşınıza çıkacağız! Önce bizim kökümüzü kazıyacaksınız!

O iş, o kadar kolay değil yani. Şimdi anladın mı?

Tarihe bakacaksın! Bizi göreceksin! Kaçacaksın!

-geMici-

gemici@yandex.com


BATI-feneri ÖAKMAYA DEVAM EDİYOR... 

16 Haziran 2016 Perşembe

Okullar tamamdır...

...Derken bugün tüm okulların yaz tatiline girdiğini, öğretmenlerin ve öğrencilerin uzun yaz tatiline başladığını tabi ki kastetmiyorum. Okulların bittiğini, iktidar tarafından bir engelin de ortadan kaldırıldığını anlatmaya çalışıyorum. Sonuç itibariyle eğitimin işi tamamdır. Bitmiştir...

Eğitimin düzeyini dünya ile karşılaştırmak istemem... Ben kendi ülkemin eğitim sistemine bakarım.

Bugün Türkiye'nin önemli liselerinde protestolar yaşanıyorsa bunu görmek zorundayız. Ben görmedim, duymadım, bilmiyorum ayaklarına yatamayız! Ve bütün bunları iyi okumak zorundayız...

Bir kere seviye yerlerde sürünüyor. Çanakkale'de -Fen lisesi hariç- herhangi bir liseye ya da orta okula gidin, dört işlemi yapabilecek kaç öğrenci var, bunun oranı nedir bir bakın derim. Matematiği geç, doğru düzgün klasikler dediğimiz kitaplardan en az bir tane okumuş öğrenci oranına bir bakın...

Bütün bunları geçtim, okuduğunu anlayan öğrenci oranı  yüzde ellinin altında mı üstünde mi ona bakın...

Türkiye'nin yetişen yeni neslinin zeka seviyesi mi düştü? Hayır... Eğitim sistemi yerlerde sürünüyor. Matematiksel zekası olmayan, okuduğunu idrak etmeyen, her denileni yapan, sorgulamayan bir nesil istiyorlar. Merkez Ortaokulu'nun çalınması da bu projenin sadece küçük bir parçasıdır. Tabi ki Merkez Ortaokulu mücadelesi sürecek... Ama mücadelenin alanını da genişletmek gerekiyor...

Topluma karşı işlenen suçların zaman aşımı yoktur! Eğitim sistemini yerlerde süründürenler de toplum suçu işlemiştir. Bunların hesabı da sorulacaktır. Sorulmak zorundadır. Bugün okul müdürü, milli eğitim müdürü olanlar bu suça bilerek ya da bilmeyerek suç ortağı olmuşlardır. Esas sorulması gereken budur!

Liyakat sahibi olmayan ama badem bıyıklı olmanın yeterli olduğu bir dönemin sonuna gelmek üzereyiz... Belli olmaz, yeni eğitim dönemi başladığında her şey değişmiş de olabilir. Bu kadar da umutluyum... Bugün yaşananları unutmayacağız ve unutturmayacağız!

Üniversitelerin hali sanki farklı... 18 mart Üniversitesinin de katili Laçiner'dir! Hala televizyonlara çıkıp "ben ne yaptım size" demeyi sürdürüyor. Tıp fakültesini kavşağa kurarak -hangi akla hizmetse-  bu kentin katili olmuştur. 18 Mart'ın kampusunu de öldürmüştür. Eğitim sistemini yukarıya çekmesi gerekirken, bilim merkezi haline getirmesi gerekirken işin kolayını bulmuş cami dikmiştir. En büyük işbirlikçisi de Bülent abimdir... İlahiyat fakültesi camisinin minarelerine Bülent abime gelsin. Ayrıca isim de verilsin: "Bülent" ve "Abi" adları konsun... Laçiner kıskanmasın diğer minareler de ona ithaf edilsin...

Ha unutmadan Laçiner'in katilliği sadece üniversite imarıyla sınırlı değildir... Yrd. Doç. Dr. Güran Yahyaoğlu'nun katili kim? Laçiner bunun cevabını versin! Topluma karşı işlenen suçların zaman aşımı yoktur...

Tarih not ediyor. Hesabı da soracak bulunur....

-geMici-

gemici@yandex.com

BATI-feneri ÇAKMAYA DEVAM EDİYOR...


9 Haziran 2016 Perşembe

Tamam anayasa yoktur da… Kafama takılanlar var!

Diplomasız adama yetki verirsen olacağı tam da budur.  Ehliyetsiz adama TIR teslim etmek gibi bir şey… Neden sonuç ilişkisi içerisinde memleketin gelip geleceği nokta 'tam' da burasıdır. Ne eksik ne fazla... Kabine amiri açıkça “anayasa yoktur, babayasalara geldiniz” derken geldiğimiz noktayı tescilledi.

Bütün bu söylem biçiminin bir anlamı olmalı… Yoksa ısrarla hukuksuzluk vurgusu neden yapılsın?

Acaba böyle deyince yaptıkları hukuksuzluklar ortadan mı kalkıyor? Eğer kalkıyorsa herkes başının çaresine baksın. Madem anayasa yok otorite de yoktur.  Vali yok, kolluk kuvvetleri yok, iddia makamı yok, hakim yoktur… Hükümsüzdür. “Kimliğimi kaybettim, hükümsüzdür” deki hükümsüzdür var ya işte o… Yani geçersizdir.

İşlediğiniz herhangi bir suçtan sizi kimse yakalama, mahkeme etme ve infazı gerçekleştirme yetkisi 1 Haziran 2016 tarihinden itibaren hiç kimsede yoktur.

Suçun başlangıcından infazın sonuna kadar yetkili görevliler (Polis, Jandarma, Savcı, Hakim, İnfaz Koruma Memuru) gücünü yasalardan alır. Yasaların da dayanağı, temeli anayasadır. Temel yoksa Dursun verelim diyemezsiniz… İşi Karadeniz fıkraları temizlemez… Temel yasa yoksa…

Toplum da yoktur.  Tek adalet orman kanunudur. İşte bu noktada herkes başının çaresine baksın.  Madem istenen bu, buyurun memleketin haline.  Diplomasız adama verilen yetkinin sonu budur.

Hukuksuzluğu savunan bir kabin amiri ile yapılacak hiçbir şey yoktur.

Amerika ile aynı fikirde olacağımı hiç zannetmezdim.  Akepe sayesinde bu da oldu... Amerika; “FETÖ örgütü diye bir örgüt tanımıyoruz.”  İlginçliğe bak ben de tanımıyorum.  Yolsuzluğun ne olduğunu biliyorum da uyduruk terör örgütü bilmiyorum.  Siz gidin onu kendi tabanınıza,  kendinize yutturun.

İşin ilginç tarafı yolsuzluk algısı yerine darbe algısını yerleştirmek için uydurduklarına kendileri de feci şekilde inanmış durumda. Kitlesel bir rüya görüyorlar… Uyandıklarında ne diyecekler, bu toplumun yüzüne nasıl bakacaklar, bekleyip göreceğiz…

Tek kurtuluşları hukuksuzluk…  İşte bunun için anayasayı falan tanımam ayaklarına yatıyorlar.  Ama biz yatmıyoruz... Hukuksuzluğu meşru haline getirince 17/25 Aralık, Gezi cinayetleri, Memleketin düştüğü uluslararası arenadaki itibarı, ekonomik zararları, ötekileştirme, din bağnazlığı, eğitimin içine edilmişliği, keyfi keder açıklamalar, Patlayan canlı bombalar, barışa kurşun sıkanlar, bürokrasideki taraftar uygulamaların da hükümsüzleşeceğini sanıyorlarsa feci şekilde derin uykudalar…

Size ne seri katilden? Asıl siz memleketin seri katiline bakın...  Ben size bir ipucu vereyim.  Katil, ne bahçıvan ne de aşçıbaşı...

16 Haziran’da vizyonda!

-geMici-


BATI-feneri ÇAKMAYA DEVAM EDİYOR…


NOT: Kocası hırsızlıktan meslekten atılmış birinin alın teri ile çalışmanın, hayat kurmanın ne anlama geldiğini bilmesi mümkün mü? Battıkça batıyorlar… Nasıl saldıracaklarını şaşırdılar… 

Adında "Cumhuriyet" varsa...

CHP direnmek zorunda! Artık kapalı mekanlardan sokaklara, caddelere, meydanlara inmek zorunda! Oturduğunuz yerden basın açıklaması yapamazsınız! O dönem bitmiştir...

Eğer sokaklara çık(a)mayacaksanız, il yönetimi, ilçe yönetimi görevlerini partiye iade etmelidirler. Bu istifa sadece Çanakkale il ve ilçeleri için değil, tüm Türkiye için geçerlidir! Bu işi yapacak kişiler gelmek zorunda! Kadrolar yeni döneme uygun şekilde yeniden belirlenmelidir. Mevcut kadrolar belli... CHP kendini ve kadrolarını gözden geçirmek zorundadır. Demokrasi cephesi burasıdır...

Sayın Kemal Kılıçdar oğluna yapılan tam anlamıyla provokasyondur. Tartışılmaz... Bu işi tezgahlayanlar da bellidir... Nasıl bellidir? Görüntülere, fotoğraflara bakın göreceksiniz! Hala göremiyorsanız, anlayamıyorsanız, duyamıyorsanız hemen vicdanınızı doktora götürün. Vicdanınız ölmek üzere ya da bir yerlerde unutmuş ya da düşürmüş olabilirsiniz. 
Bu işin sonu kötü...

Demokrasi oyunu, demokrasiyi içselleştirmiş kişilerle oynanır. Bunların hangisi demokrasiye inanıyor? Hiçbiri...

Demokrasi onlar için hedefe giden bir tren! Hedefe de bir durak kalmış... İktidar olanaklarından yararlanarak tüm muhalefeti yok edecek -güya- yasaları çıkardılar... Tüm muhalefeti evlerine hapsedecek "iç güvenlik" yasaları çıkardırlar. Çıkardıkları kanunların hepsi hukuksuz!

Bu ülke faşist, gerici, bağnaz, kelle kesen, çocuklara göz diken, insanlıktan nasibini almamış insanlara bırakılamayacak kadar özeldir...

Bırakın şimdi ne kadar bilgili olduğunuzu, entelektüelliğinizi... Hepsini bir kenara bırakın! Artık "1930'ların Almanya'sına ne kadar da benziyoruz" laflarını da geçtim. Tarihi bilgin de sende kalsın!

Şimdi...

Tartışma zamanı bitmiştir... Hala tartışmaya devam edecekseniz, faşizmin safları sizi bekliyor. Hepinize güle güle... Burası demokrasi cephesi... Demokrasi adına direnecek insanların yeri...

"Ya hep beraber ya hiç birimiz..."

Yalanların bittiği yerdeyiz... Yalan söylemekten utanmıyorlar ki...

-geMici-

gemici@yandex.com

BATI-feneri ÇAKMAYA DEVAM EDİYOR...



6 Haziran 2016 Pazartesi

Hırsız kardeş getir şu çantayı…

Biraz geç de olsa da hırsızıma seslenmek isterim:

“Hırsız arkadaş arabanın arka koltuğundan yanlışlıkla aldığını düşündüğüm –hırsızıma alenen hırsız diyemediğim için- sırt çantasını getir. İçindeki makine senin işine yaramaz. Ben sana kullanabileceğin bir makine veririm… Ayrıca lap-top gözünde diplomam var. Bir işime yaramasa da torunlarım için bir anı bırakmayı düşündüğüm için özenle o çantanın içinde saklıyordum. Bir zahmet getiriver. Aldığın yere bırakırsan sevinirim…”

Diplomamı hırsız ele geçirince okula telefon açıp çaldırdığımı bildirdim. Onlar da banka numarası verip bir Meblağ yatırmamı istediler. Yeni diplomayı adresime göndereceklerini de eklediler. Bu kadar basit… Umarım bu kadar basittir. Ben bu kadar basit halledebildiğime göre, Cumhurbaşkanı için “basit demek” bence büyük bir hakarettir…

Diploma işini gayet basit bir şekilde çözmüş oldum… Keşke bütün sorunlarım bu kadar basit çözülse… Lakin Cumhurbaşkanının bir türlü diploma işi çözülemiyor. Pazar günü televizyon haberlerinde kendisi bu mevzuya değinerek “Emine söyledim. Arşivlerden diplomayı bulup bu konuda laf edenlere göstermesini istedim” benzeri bir cümle etti.   

Anlaşılan Cumhurbaşkanı da diploma konusunda problem yaşıyor… Diploma kayıpsa, problem 35-40 yıldır devam ediyorsa acaba seçim evrakları YSK’ya teslim edilirken diploma problemi nasıl çözüldü? YSK’ya diploma yerine ne verildi? Ayrıca bu sorun neden ısrarla devam ediyor?

Bizim sınıftan üç-beş arkadaş okulda teknik eleman ve öğretim görevlisi olarak kaldı. Onları aradım benim diploma işiyle de alakadar oluverin falan da dedim. Sağ olsunlar yakinen ilgilendiler. Eeee, kolay değil beş yıl birlikte aynı oksijeni yaktık…

Bence Cumhurbaşkanının da mutlaka sınıfı arkadaşlarından -en az- biri okulda asistan olarak kalmıştır. Şimdiye kadar mutlaka profesör mertebesine de ulaşmıştır. Eğer ulaşamadıysa tüm ilişkisini kessin. Bir insan bunca yıldır prof olamamışsa Sayın Cumhurbaşkanımızın sınıf arkadaşlığını hak etmiyordur…

“En az biri” derken de Sayın Cumhurbaşkanımızın kuşağının çok zeki, yetenekli, iş bilen kılıç kuşanan bir kuşak olduğu da mutlak bir gerçek… En az bir derken alt limiti koyuyorum… Kim bilir kaç tane prof var? Benim bile en az 5 tane dönemimden prof çıktıysa…

Bugün mübarek ramazanın ikinci günü… Oruç tutmak bir şey değil de Ramazan programlarına dayanmak ciddi bir sorun. Hala sakızla oruç arasında bozulmaz ikili soru gündem de… Sanırım seneye de gündem aynı olacaktır. Ramazan ne zaman yüzme sezonundan çıkar da kayak sezonuna denk gelir bu sorular da o zaman biter…

Müslümanlıkta din sınıfı yok dimi? Yok! Peki, bunca profesyonel imam, müezzin kadrolu olarak profesyonelce nasıl oluyor da bizim vergilerimizden toplanan parayla maaş alıyorlar?

Maaş almaları bir şey değil de fetva vermeye başlayınca işin rengi değişiyor… Bi susun be… Sorulmadan bütün cevapları –kendinizce- vermeye kalkmayın. Önce sakız sorunsalını çözün, sonra deniz işine girersiniz. Adım adım…   

-geMici-


BATI-feneri ÇAKMAYA DEVAM EDİYOR…





31 Mayıs 2016 Salı

Gülmeyi unutmayın...

Gülmeyi unutursak hayatı kaybederiz. Çocuklarımızın geleceği için, Gezi Direnişinde kaybettiğimiz canlarımız için, umut dolu gelecek için gülmeyi unutamayız. Bizim kahkahalarımız onların korkularıdır... 

Evet; Mehmet Ayvalıtaş, Abdullah Can Cömert, Ethem Sarısülük,  Medeni Yıldırım, Ali İsmail Korkmaz, Ahmet Atakan, Berkin Elvan, Mehmet İstif için yüzümüzdeki gülümseme hiç kaybolmayacak... Kaybolmamalı...
Bütün çabaları gülmeyi unutturmak... Karanlık, korkuların kol gezdiği, baskıların her gün arttığı bir ülke yaratmak istiyorlar. Felsefesiz, sanatsız, estetikten yoksun, kaba bir ülke yaratmaya çalışıyorlar. Bilimin olmadığı, abuk sabuk bir toplum yaratmanın peşindeler. Başaramayacaklar. Biz gülmeyi unutmadığımız sürece başaramazlar...
Yaratmaya çalıştıkları ülkeye bakın...
Şaşalı törenler, vakıf altında bağış şirketleri, çocuk tacizleri, eve kapatılmaya çalışan kadın, özelleştirme adı altında peşkeş çekmeler, kamu yararı adına çevre katliamları, adaletsiz, hukuksuz, tek adam düzenine dayalı, herkesin  tapındığı bir ülke. Soru sormak yasak! Sola bakmak yasak! Ne derlerse yapılacak! Onlar ne verirse onla idare edilecek! Bu nasıl bir şey?
14 yıldır ürettikleri tek şey beton... Türkiye Cumhuriyetinin seksen yıllık kazanımlarını sattılar, bitirdiler... Kapısında "Türkiye Cumhuriyetinin malıdır" yazan satılmadık bir tek malı kalmadı.
"Kendi kendine yeten 7 ülkeden biri" gerçeği gitti Bulgaristan`dan saman ithal eden bir ülkeye dönüştürdüler. Köylere bir bakın... Köylü dikiyorsa bir şeyler kendini meşgul etsin diye. Para kazanamayacağını kendisi de biliyor... Bittiğinin farkında. Uzatmaları oynuyor... Süt, sudan ucuz...
İşsizlik rakamlarını bilen var mı? İşsizliği saymayı da bıraktık. Gençleri karamsarlığa mahkum etmeye çalışıyorlar. Gençlere sahip çıkmak zorundayız... İnadına gülümseyin. Umutlarınızı hep yanınızda tutun...   
Biz gülmeyi unutursak başarırlar... İnadına gülümseyin! Gülümsemeniz çevrenizi umut verecek. Umutlarımız yeşerecek... Yenilmediğimizin, bıkmadığımızın, direndiğimizin ve direneceğimizin işaretidir.
Yalanlarla ayakta durmaya çalışan iktidarlar, yalanları kadar sürer ve biter...
Biz yalan söylemedik. Başörtülü bacıya hiç bir şey yapmadık. Hatta tanımayız bile. Camilere ayakkabıyla girmedik. Ve orada içki içmedik. Eğer bunları yapsaydık, yaptık derdik! Bizde yalan yok kardeş...
"6 Milyar ağaç diktik" palavrasının gölgesine uzanıp güneşten kaçmadık...

-geMici-
gemici@yandex.com

BATI-feneri ÇAKMAYA DEVAM EDİYOR...