Mümkün değil! En azından şimdilik… Yarını bilemem, o da
varsa. Herkes kendi hayatını yaşıyor. Yaşayabildiği kadar, bilebildiği kadar… Sıkıcı
ve hiç bitmeyen bir hayat…
Geçmiş, şimdi ve gelecek üçgeninde yazı tura atarken
oynadığımız denk gele olasılıklar arasından payımıza düşen “şu an” yaşadığımız.
Nicel birikimler… Bir bakıyorsun en gıcırından bir “nitelik.”
“Lan hepsi bu mu?” diyesin oluyor ama diyemiyorsun… Çünkü
toplanan, biriktirilen toptan yanlış. Yanlış olandan da ortaya çıkan “nitel
değişiklik” de işte bu… Nasıl saklayıp saklamayacağınız kişisel… “Ben bunu
saklamak istemiyorum” gibi bir olasılık, olasılık dışı…
Mecburi istikametin sürüklediği yer, çıkmaz sokağın
gürültüsünden ibaret. Zaten bu hızla giden nesnenin çarpmasından çıkan gürültü
de oldukça duyulur olacaktır. Sağırların göreceği şiddette ama sığırların
denize beyaz donla girebilme estetiğinde…
Saklanacak bir felsefenin daha icat edilmediği
dönemlerden kalma birçok gerekli gereksiz sorunun içinden ayıklayabildiğimiz;
“ne, nerede, nasıl, neden, niçin, kim” bahtsızlığında sorulmaması gerekenlerin
başımıza açmaya çalıştığı çorapların ayağımıza olup olmadığının da
sorulmayacağı çağlara hızla merhaba derken… “Derken” zaman noktasının bulunduğu
yer sizin olmamanız gereken yer aslında…
Olmanız istenseydi; soru sorma, sorgulama, analiz ve
–doğru/yanlış- bir nihai noktaya ulaşmanız da istenirdi. Aslına bakarsanız bu
bir temel “düşünme” estetiğidir ama estetik “kich”e dönüşmüş, “sen ne diyorsun
beya…” şeklinde bir Trakya fıkrası…
Kıyısından köşesinden ısrarla tutunmaya çalıştığımız
–nasıl bir gereği varsa- yaşamlarımızın gözlerimizin önünde hafiflemesinin
yansımasını “hey baya zayıflamışsın” olarak algılanmasının yarattığı şok
dalgası atlatıl(a)madan ardından gelen “ama kişilik olarak” zevzekliğinin yer
aldığı günlük nefes alıp verme monotonluğunda nasıl derseniz…
Tarifsiz kederler içinde çırpınan şair misali –ama o
şair- kendinizi benzetmeye çalıştığınız dertlerinizle aslında hiçbir
benzerliğiniz olmasa da sizi kurtaran yüzünüzdeki “küçük Emrah” ifadesi oluyor.
Fark; “bilmek”
Kendimi şaire ayıp etmiş sayıyorum… Hatta şiddetle
kınıyorum!
Zamanımızın olmayan masallarında genetiğiyle oynanmış
düşen elmalar arasında “mutlu yaşamlara” devam… Masalın sonu. Giriş ve
gelişmesini ben yazmadım ama yaşamaya mecbur kılındım.
Gammazlığın sürrealizmi içinde gizliden gizliğe yaşanan… Hedef
tahtasına konan aslında yine kabul görendir…
Yine de hayatı güncellemeye çalışın… Olursa da olur…
-geMici-
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder