25 Aralık 2014 Perşembe

Bıyıkları terlememiş;

…Bir devrimci! 16 yaşında… Okuldan alınıp mahkemeye çıkartılıyor. Mahkeme tutukluyor… Şimdi içerde!

“Ne konuşuyoruz ki?”

Bende cümle kalmadı. Söyleyecek kelime de…

“Kominizim gelecekse biz getiririz” diyen, her şeyi bizim adımıza düşünüp karar veren “iktidar” anlayışı şimdi, bugün de bize “demokrasi” ve “hukuk” anlayışını dikte etmeye çalışıyor!

“Yaşasın özgürlük!”

“Yaşasın demokrasi!”

“Yaşasın hukuk!”

Cilalandırılmış kavramların ardında bambaşka bir “yeni” hayat!

Evet! Herkese özgürlük! Herkese özgür düşünceden kocaman bir eşitlik! Uygulama 16 yaş sınırına kadar geldi! “18 yaşın altında özgürlük, eşitlik, hukuk olmaz!” Olsa olsa gözdağı olur!

Yılgınlık yok! Toparlarız hayatı! Çok daha kötü süreçlerden geliyoruz! Darmadağınık hayatlarımızı toparlayarak, birleşerek, büyüyerek, bir olarak geliyoruz!

Birbirimizin yanında dimdik duruyoruz!

kararmasın yeter ki sol memenin altındaki cevahir!
Dünyadan memleketinden insandan / umudun kesik değil diye / ipe çekilmeyip de atılırsan içeriye / yatarsan on yıl on beş yıl / daha da yatacağından başka / sallansaydım ipin ucunda / bir bayrak gibi keşke / demeyeceksin / yaşamakta ayak direyeceksin. / Belki bahtiyarlık değildir artık / boynunun borcudur fakat / düşmana inat / bir gün fazla yaşamak. / İçerde bir tarafınla yapayalnız kalabilirsin / kuyunun dibindeki taş gibi / fakat öbür tarafın / öylesine karışmalı ki dünyanın kalabalığına / sen ürpermelisin içerde / dışarda kırk günlük yerde yaprak kıpırdasa. / İçerde mektup beklemek / yanık türküler söylemek bir de / bir de gözünü tavana dikip sabahlamak tatlıdır ama tehlikelidir. / Tıraştan tıraşa yüzüne bak / unut yaşını / koru kendini bitten bir de bahar akşamlarından. / bir de ekmeği / son lokmasına dek yemeyi / bir de ağız dolusu gülmeyi unutma hiçbir zaman. / Bir de kimbilir / sevdiğin kadın sevmez olur ufak bir iş deme / yemyeşil bir dal kırılmış gibi gelir / içerdeki adama. / İçerde gülü bahçeyi düşünmek fena / dağları, deryaları düşünmek iyi / durup dinlenmeden okumayı yazmayı / bir de dokumacılığı tavsiye ederim sana / bir de ayna dökmeyi. / Yani içerde onyıl on beş yıl / daha da fazlası hattâ / geçirilmez değil / geçirilir / kararmasın yeter ki /
sol memenin altındaki cevahir. (Nazım Hikmet Ran)

Şimdi şairlerin zamanı!

Latin Amerika devrimleri aynı zamanda şairlerin devrimidir!

-geMici-


BATI-feneri ÇAKMAYA DEVAM EDİYOR…

   

23 Aralık 2014 Salı

Ne konuşuyoruz ki;

Bundan sonra yapılacak tek şey "bir" olmaktır! İkinci bir alternatifimiz -şimdilik- yok!
Hatalarımız olacak... Yanlış kelimeleri yan yana getireceğiz. Bunlar olur... Ama, hayata dair iyi niyetlerimiz var. Her şeyden önce geleceği yeniden tasarlayabiliriz. Hem de birlikte...
Bu az bir şey değildir... Faşizmin tam ortasında bize düşen yeniden ayağa kalkmaktır! Bize bu yakışır! Hem de çok!
Özgürlüklerimiz bir pazarlık unsuru değildir! İyi ve hakça yaşamak bir pazarlık konusu olamaz! Eşitsizliğimiz bir pazarlık konusu değildir!
Eğitimde yaşanan faşist, baskıcı, gerici, bilim dışı, aklın ve bilimin ret ettiği her şeyin karşısında durmak bugünün ve geleceğin zorunluluğudur!
Üreten biziz! Sürünen de biziz! Madenlerde, inşaatlarda, fabrikalarda ölen de biziz! Her şeyin riski bizde, yaşayanlar, çalanlar hayatta! Bu nasıl bir eşitlik? Bu nasıl bir paylaşım? Bu nasıl hayat? Bu nasıl bir hayat?
Sığınacağımız "hukuk alanı" şimdi yok! Bizden çaldılar! Özgür düşünceyi, düşünmeyi çaldılar! Hayatımızı çaldılar... Çocuklarımızın geleceğini!
Elimizde bir tek sokaklar, meydanlar kaldı. Elimizde kalanlara sahip çıkmaz zorundayız!
"Kopenhag Kriterleri" şimdi yalan! Yok böyle bir şey...
Bizim de susma hakkımız yok!
İtiraz! Her şeye itiraz! Böyle bir geleceğe itiraz! Birlikte itiraz! Meydanlara, alanlara! İtirazınız yoksa geleceğe müdahale edemezsiniz! Yoksunuz! Konuşmayın!
Hayatın tam ortasında alanlarda olmanın şimdi tam zamanıdır!
Bizden çalınan hayatları geri almak bizim mecburiyetimizdir!
-geMici-
gemici@yandex.com
BATI-feneri ÇAKMAYA DEVAM EDİYOR...

14 Aralık 2014 Pazar

Kucaklayan kucaklayana. Sınırsın ki er meydanı!

Demokratik bir şekilde yukarıdan seçilerek atanan AKP il başkanı ilk açıklamasını sıcağı sıcağına yapmış: “Çanakkale’yi kucaklayacağız.” Sanırım KPSS sınavı yapacak. AKP il başkanı Çanakkale’yi kucaklamayı bıraksın da Çanakkale onu kucaklamasın!

Demokratik(!) atanmayla gelenlerin abuklukları sayesinde geldiğimiz nokta tam da burasıdır!

Çanakkale İl başkanları konusunda çok şanslı… Sanki demokrasiyi keşfetmişiz, ona yeni bir biçim vermişiz modundayız! Yeni algımız bu! Tam da 17 / 25 Aralığın arifesinde!

FuatAvni twitterda yapılacak operasyonu ifşa edince ortalık karıştı. Ardından operasyon suya düştü. Yine FuatAvni aynı adresten “Tiran”ın nasıl öfkelendiğini anlattı. 14 Aralık sabahı Türkiye gündem değiştirmeye yönelik paralel operasyonla uyandı. 

17-25 Aralık’ta ortaya çıkan paralar kimindi? Tapelerin doğruluğu da ortadayken bu “fiile” ne denir? “Hırsızlık yapmak” olabilir mi? Yapana da “hırsın” denir mi? Hayat böyle kucaklanır… Süleyman Demirel tarzı :)

1970’li yıllarda Süleyman Demirel mecliste bir konuşmasında şunları söylüyor… “Demokratik ülkelerde sabah kapı çalındığında evin hanımı sütçü geldi diye kalkar. Kapıyı açar sütçü ile karşılaşır. Totaliter ülkelerde sabah kapı çalındığında evin hanımı kapıyı gizli polis geldi diye açar.” diyor…

Buna cümlelere karşı Turan Güneş söz alıyor; “Bir de bizim gibi üçüncü dünya ülkeleri var. Sabah kapı çaldığında evin hanımı sütçü geldi diye açar. Bir de bakar karşısında gizli polis.”

12 Eylül öncesi ve sonrası durum ne kadar demokratikse, içinde yaşadığımız zaman da o kadar demokratiktir. Hatta şimdi durum daha da vahimdir. Demokratik bir şekilde yukarıdan atanan il başkanları da bu durumun sonuç ürünüdür!

Onun için konuşmalarını pek tavsiye etmem! Hele kucaklama işine hiç girmemelerini öneririm.

Arınç’ın birkaç gün sonra unuturlar teorisine inanıyorsa devam edebilirler… Lakin unutma teorisi pek çağ dışı kalmış bir durum. İnsan belleği unutsa bile yazılı basın, internet, google unutmuyor… Bir yerlere not ediyor! Yeni gelin heyecanıyla konuşacaklara bunu hatırlatırım…

Sabah operasyonları sıradanlaştığı demokrasinin ana vatanı memleketimde durum bu! CIA’ın işkence yaptığını kendi senatolarının araştırmalarıyla ortaya çıktı. Gereğinin yapılmasını istedi! Burjuva demokrasisinin kalesi Amerika, kendi istihbarat örgütünü araştırdı. Hiç kimse de onları “iç düşman” ya da “vatan haini” olarak suçlamadı. Demokrasinin gereği olarak algılandı…

Oysa son 10 yıldır “iç düşmansız” ya da “vatan hainsiz” bir tek günümüz geçmedi! İktidar protestoları “darbe” olarak lanse edildi. Sürekli ne olduğunu bilmediğimiz bir düşman tehdidi(!) altındayız!

Bu durumda!

Kendimi sanki 1933 sonrası Almanya’da yaşar gibi hissetmem gayet normal…

Çıldırmış ya da delirmiş olma olasılığım yok!

-geMici-


BATI-feneri ÇAKMAYA DEVAM EDİYOR…



11 Aralık 2014 Perşembe

Kapatıldı! Ses yok! Ya tersi olsaydı?

Çanakkale’de iki tane Öğretmen Lisesi (Anadolu) vardı. Şimdi yok! Komple kapatıldı. Öğretmenlerin büyük çoğunluğu bu liselerden çıkardı. “Şimdi nereden çıkarsa çıkar…” denilerek sistemi tahrip edip, yeniden istedikleri gibi kurdular! Devamı da var…

Bu okullar kapatılırken ses seda çıkmadı. Sanki kapatılması istenircesine sessiz kalındı. Peki, ama Osmanlıca tartışmaları çıkınca sessiz kalanların bir şey demeye hakkı var mı? Yok! Zaten çıkan sesleri de takan yok!

CHP sessiz kaldı! Sendikalar sessiz kaldı! Ses çıkardılarsa bile öyle “içten” ses çıkardılar ki, “ben” duymadım.

Tersi olsaydı ne olurdu hiç düşündünüz mü? Örneğin İmam Hatipleri kapatıyoruz deselerdi ne olurdu? Tamam, AKP zaten böyle bir şey demez! CHP’nin dediğini düşünün… Gelecek tepkiler karşısında CHP rüzgara kapılmış yaprak gibi savrulurdu.

Her fırsatta Türkiye’nin çağdaş kazanımlarının Köy Enstitülerinden kaynaklandığını vurgulayanlar… Ülkenin gittikçe muhafazakârlaşmasını enstitülerin kapatılmasına bağlayanlar… Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucu gücü CHP neden ses çıkartmadı?

Yer yerinden oynamalıydı…

Bugünün tartışmalarına bir bakın!

“Osmanlıcayı herkes öğrenecek.”

“Osmanlıca” derken bahsedilen, demek istenen konuşma dili değil… Zaten konuştuğumuz dilin içinde birçok Osmanlıca kelime var! TDK’nın bir işlevi de zaten buydu… Bunun için vardı! (Farkındayım geçmiş zaman kullandığımın. Kafasına göre sözcüklerin bile anlamını değiştiren bir kuruma dönüştürüldü.)

Hiç kendinizi kasmayın hedef alfabenin kendisidir! 29 harf bir gecede değişir… Bilgisayarlar değişir, klavyeler değişir, gazeteler değişir, hafta sonu tatil günleri değişir, ay adları değişir… Aklınıza ne gelirse, o değişir!

Siz de susarsınız!

Bütün bunların toplamı; karşı devrimdir! Pardon 12 Eylül’de yasaklanmıştı ve tık çıkmamıştı! Doğrusunu yazmak farz oldu! Aleyh inkılap! (Umarım doğrudur J )

-geMici-


BATI-feneri ÇAKMAYA DEVAM EDİYOR…

NOT: “Bir hata var yazınızda itirazın kabulüne evet diyenler arasında Saffet Kocabaş yok (aralık meclisine katılmadi) evet diyenler arasında Adnan Güler var. Saygılar (Rebiye)” 


5 Aralık’ta yayınlanan “Tarihe notlar…” yazıma Çanakkale Belediye Meclis üyesi Rebiye Ünüvar’dan düzeltme yorumu gelmiş. Teşekkür ederim. Hatamız varsa düzelir. Biz atlamışsak okur düzeltir. Önemli olan tarihe doğru not düşmek! 

8 Aralık 2014 Pazartesi

Darbeler ve darbe uzantıları...

"Darbe ürünü kurumlar çıkıp da siyasete hiza vermeye yeltenemez.” devletin zirvesinden böyle bir cümle geliyorsa on saniye durup düşünmek gerekir.

YÖK, Partiler Kanunu, neresini değiştirirsen değiştir bir türlü dikiş tutmayan şimdi kullandığımız "Anayasa", seçim sistemi... Uzattıkça uzayan ama sonu gelmeyen darbe ürünü kurumlar ve yasalar... Son 12 yıldır iktidar olan sanki AKP değil de muhalefet partileri...

İktidarın işine gelmediği her şey "darbe ürünü" ama işine gelenler "darbe ürünü" değil!  
Hukuk alanında atılan her adım darbe ürünü yapılanlardan daha gerici, daha faşist ise ne yapacağız, ne düşünmemiz gerekiyor?

Son çıkarılan "olağan şüpheliler" yasasının neresi sivil iktidarın çıkaracağı, çıkarabileceği bir yasadır?

Peki, 12 Eylül darbecileri değil mi memleketin çivisini çıkarıp bugünkü iktidarı yaratan?
İktidarın sızlanmasına gerek var mı?

Bunları biz söylemeyeceğiz... Bunları muhalefetin il başkanı söyleyecek, gazeteciler de haber yapacak! Ama öyle bir kurum olmadığından muhalefet işi de gazetecilere düşüyor... Muhalefetin ağababasını yapacak olanlar telefonla uğraşınca durum içler acısı bir hal alıyor! Yazık...

Rantçıların, faşistlerin, gericilerin, hırsızların birbirine karıştığı yerde Türkiye Cumhuriyeti'nin itibarını 1150 odalı saraylarda ararsın... (Oda sayısını sabitlesek mi acaba? Serbest piyasadaki kura benzedi. Bir inip bir artıyor.)

Bir ulusun itibarını binalarda aramak... Çok yaratıcı! Oysa itibar -sayısını bilmediğimiz- üniversitelerimizin bilim üretmesiyle, edebiyatımızın, sanatımızın evrensel oluşuyla, eğitim sisteminde bir numara olmasıyla, çalışma hayatındaki barış ve gelir dağılımının hakça olmasıyla, sağlıklı toplum yaratmamızla, işsizliği yok etmemizle, gençlerin önünü açmakla yaratmak daha doğru olmaz mı? İtibar böyle kazanılmaz mı? Evrensel hukukla olmaz mı?

Daha ne diyeyim...

Tüketim toplumunun dibini görmekle nasıl bir itibar kazanılır anlamış değilim... Antalya'da toplanan eğitim şurasında alınan tavsiye niteliğindeki saçma sapan kararla nasıl itibar kazanılır? Aralarında bir tane pedagog yok mu? Bırakın pedagogu, doğru düzgün bir tane öğretmen olması yeterlidir...

Ne yaptınız öğretmenlere?

Bütün bunlar olup bitiyor, KPSS sınavı niye yapılıyor... Geçen gün yazmıştım; "önce biz eşit miyiz?"

Eşit olmadığımız 24 Ocak kararları gibi ortada!

-geMici-

gemici@yandex.com

BATI-feneri ÇAKMAYA DEVAM EDİYOR...


5 Aralık 2014 Cuma

Tarihe notlar…


Turhan (Narler) amcayla bir gün sohbet ediyoruz… Laf döndü dolaştı kordondaki altı 
katlı binalara geldi. Turhan; “Ben o kat artışı verildiğinde CHP meclis üyesiydim. Biz 
hayır verdik ama AP üyelerinin oylarıyla kabul edildi” demişti. “Kararın gerekçesinde 
de eğer bir gün savaş çıkarsa yüksek binalar kenti korur diye yazdılar” diye de ekledi. 

Dumura uğramıştım! Penguen taklitleri yapmak da işe yaramamıştı… 

Altı katlı kordon tarihe notlanmış oldu…

5 Kasım 2014 faciası…

Sadece tarihe not düşmek için yazıyorum… AK-FA oylamasında CHP’li meclis 
üyeleri Ali Rıza Gültekin, Muzaffer Özgen, Berkay Güzel, M. Cemal Özkan, Erkan 
Aygören, Mustafa Kurt, Ramazan Etik, Emine Kardelen, Yalçın Ülkü, Hüseyin Koç,  
Şükrü Tıkıroğlu… AKP’den de mümtaz şahsiyet Ersin Aycibin… 

Bu arkadaşlar tarihe geçtiklerini bilsinler! Kent tarihinde adları “iyi(!)” anılacakdır. Bu 
arada bu mümtaz şahsiyeti kent siyasetine katan İsmail Özay’ı da anımsamadan 
geçmeyelim. Çok çok özellikle de büyük Truva siyasetçisi Muzaffer Özgen’i 
Çanakkale’ye kazandırdığı için teşekkür etmeyi bir borç bilirim… Tabi ki Serdar 
Soydan’ın da hakkını yememek gerekir, darılır… Daha nice vekilliklere!

AKP’li çekimserler Fikri Başer, Eren Kemerli, Emrah Dilek, İsmet Yılmaz, Huriye 
Doğancı, Ethem Hırçın, Fikret Esen, Ha bir de CHP’li Adnan Güler var… Bu meclis 
üyelerimizin de bu vaka konusunda hiçbir fikirleri yok! Çekimserler… Madem hiçbir 
fikriniz yok orada işiniz ne? 

AKP seçmeni Çanakkaleli dostlarım, komşularım… Meclise göndereceğiniz 
partililerinizi seçerken hiç olmazsa asgari olarak Çanakkale konusunda fikri olanları 
gönderin. Fikri bile olmayanlarla… 

Ret oyu veren CHP’liler; Ülgür Gökhan, Celal Karakaş, Bilge Şimşek, Rebiye Ünüvar, 
Ali Uyanık, Selami Candan, Saffet Kocabaş, Mehmet Soylu, Birten Sarıbaş, Bir de 
AKP’li üye var! Tülay Ömercioğlu…

3 Aralık 2014 faciası...

Eren Kemerli’nin son dakikada “oy kullanmayacağız” açıklamasına rağmen 5 Kasım 
faciasının tekrar komisyona gönderilmesine evet diyen AKP’li üye Tülay Ömercioğlu 
CHP’li Ülgür Gökhan, Celal Karakaş, Bilge Şimşek, Rebiye Ünüvar, Ali Uyanık, 
Selami Candan, Saffet Kocabaş, Mehmet Soylu, Birten Sarıbaş… 

Çanakkale’nin sokaklarında yüzleri kızarmadan dolaşma cesaretini gösterecek CHP’li 
meclis üyeleri Ali Rıza Gültekin, Muzaffer Özgen, Berkay Güzel, M. Cemal Özkan, 
Erkan Aygören, Mustafa Kurt, Ramazan Etik, Emine Kardelen, Yalçın Ülkü, Hüseyin 
Koç,  Şükrü Tıkıroğlu’nu da ayrıca kutlarım. 

Muzaffer abi size rantçı diyebilir miyim? 

-geMici-

gemici@yandex.com

BATI-feneri ÇAKMAYA DEVAM EDİYOR…

NOT: CHP Çan örgütü istifa etmiş… Gerekçelerini şimdilik bilmiyorum. İstifa tek 
taraflı bir müessesedir. Kutlarım! İl başkanını ve merkez ilçe başkanını da kutlamak 
istiyorum! Acilen ama… Diğer yazıya yetişsin! Taktir edersiniz ki geç kalmış bir 
durum var…

3 Aralık 2014 Çarşamba

Salaklığın tarihi…


(Zeka, bir tarih değildir. Salaklık, bir insanlık sonucudur!)
Bunun örneği kısaca “savaşlardır” deyip kestirip atabilirim. Ama Savaşlar bir zekanın sonucudur. Bir plandır! Hatta dünya tarihinin klasikleşmiş zekasıdır. Düşünülür, planlanır ve uygulanır… Kimin öldüğü önemli değildir!
Herkes kendi tarihini yazar… Yazarken de burnunun ucunu görmez! Sanır ki, tarih bu! Aslında değildir ama o, öyle sanır… Zaten salaklığın tarihi de böyle başlar.
Eğer bir başlangıç varsa, son da vardır. Bunu görmek “insanlıkla” ilgili bir durum değildir. Tamamen kişisel bir durumdur. Bunun zeka ile de bir ilişkisi yoktur. . Çok zeki ya da aptal olmanız mevcut durumu pek değiştirmez!
Mevcut “zeka” veya zekanız zaman zaman sizi kurtarmaz… “Çok zekisiniz, sizi kutlarım” cümlesi hayatın tuzağıdır. Diktatörlüğün birincil kuralıdır… İlle de saray sahibi olmanız gerekmez.
“İktidar” her zaman kördür ve süzülmez “salaktır”
Mutlak değerlerin sahibi olduğunu sanır… Böyle bir şey yoktur çünkü “mutlak değer” yoktur…
En azından bilim böyle diyor… “Yok, bilim bilmez, din bilir” diyorsanız ki denen budur geriye harcanacak pek kelime kalmaz.
Tam bu noktada “inanç” ve “bilim” ikilemi ile karşılaşırız… Lakin bu tarihsel ikilem gerçek sorun değildir… Esas sorun bu ikilemin arasında kalan “çıkar ilişkileridir…”
Mesela ne?
AK-FA… “FA” yı sil geriye kalandır mesela… “ER”i sil geriye kalan “KEK”tir mesela… Sünnetlersen mesela “ÇÜK”tür… Sıcak renkleri boş verin “BAŞ”lık yok mesela…
Toplam sorun derken demeye çalıştığım sorun bunlar zaten hiç değil… Sorun olarak bunları kabul edersek zaten yenilgi de hazırdır. Yenilgiyi kabul ediyor musunuz? Bence sorun yok!   
Tarih yazılırken siz neyin peşinden koşuyorsunuz ben onu merak ediyorum… Bırakın bunları! Bunların tarih olma olasılığı yok!
Ben veliyim…
Ağababası değilim ama veliyim… Okuldan çağırdılar giderim. Bir telefon uzaklığındayım. Beni ararlar giderim. Çoluk çocuk olayına dikkat etmek gerekir. Ama…
Hiçbir öğretmen beni arayıp; düşüncemi değiştirmeye çalışmadı… Zekamı ve kentsel tercihimi değiştirmeye çalışmadı. Hatta beni Kılıçdaroğlu hiç aramadı! Ararsa yüzde 35!
-geMici-
BATI-feneri ÇAKMAYA DEVAM EDİYOR…

28 Kasım 2014 Cuma

Yüzde 0,01 eşitlik durumu

Bir insan her gün televizyona çıkıp konuşur mu? Türkiye’de yaşıyorsan konuşursun! Memleketin havası konuşmaya müsait… Balkanlardan soğuk hava giriyor…

Bırak kadın erkek eşitliğini… Biz eşit miyiz? Önce biz eşitlenirsek diğer soruya geçerim… Her kes biliyor ki, devlet karşısında eşit olma şansımız yok! Olsaydı bu kadar yukarıdan bakılmazdı… Sanki sürekli balkonda…

Biz eşit olamayız! Eşitlik insanlar arası bir durumdur. İnsani bir değerdir. Memleketin yüzde 99.9’u Müslüman olan bir ülkede tabi ki eşitlik de ol(a)maz! “Eşitlik” hukuki bir durumdur. Dini içerik taşımaz! İnsanlığın binlerce yıllık birikimi sonunda ortaya çıkmış bir durumdur! Milattan sonra 622’de ya da 2014 yıl önce ortaya çıkmış bir inanç sistemi değildir. İnanç sistemleri, insanlık tarihi içerisinde birer parçadır hepsi bu!

Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluş felsefesinin temelinde laiklik vardır… Farklı inanç sistemlerine eşit uzaklıkta olma üzerine kurulu bir sistemdir. Aynı şekilde cinsler arasında farklılıkları da görmez. Bu anlamda eşitçidir… Böyle de olmak zorundadır! Hukuk sistemini dini temalar üzerine kurduğunuz zaman bu şeriattır, o zaman bir eşitlikten de söz etmek mümkün değildir. Tabi ki, erkek üstündür!

Ne yazık ki, her gün konuşan ve konuşulanlara inat yaşadığımız ülkenin adı “Türkiye Cumhuriyet”i… “Türkiye Şeriat Devleti” olduğunda bana da haber verin ki bu yazdıklarımı yazmayayım! Bu çok da uzak bir tarih değilmiş gibi duruyor. Bu konuda birçok işaret var…

Yargıtay başkanı Ali Alkan konuşuyor… "Yapılan düzenlemeler bize sorulmadı" diyor. Alkan, düzenlemelerin "yargı bağımsızlığına" aykırı olduğunu da vurguluyor. Alkan, yapılan düzenlemenin "yürütmenin, yargıya müdahalesi" olduğunu da belirterek, "Bu müdahale, daha ne zamana kadar devam edecektir? Yürütme Yargıtay Birinci Başkanlık Kurulu nasıl oluşursa memnun kalacaktır?" diyor... Anlaşılan o ki Ali Alkan’ın burasına kadar gelmiş!

Yürütmenin nasıl memnun olacağını kestirmek çok da zor olması gerek…

Türkiye’de taşların yerinden oynadığı kesin… Yerinden oynayan taşların tekrar yerine oturması da mümkün görünmüyor.

Cumhuriyet, cami avlusuna bırakılmış bir çocuğa benziyor… Öylesine sahipsiz duruyor… Peki, ne olacak? Kucağımızda bulduğumuz cumhuriyeti ne yapacağız? Hızla bize dikte ettirilen “Yeni Türkiye” daha gerici, daha akıl almaz, daha hukuk tanımaz, daha sınıfçı, tasnif edici bir sistem…

İşte düşünmemiz gereken nokta tam da burasıdır!

Benim bu konuda birçok farklı görüşüm olabilir… Önemli olan siz ne düşünüyorsunuz? CHP, hızla umut olmaktan kendini çıkarıyor… Zaten bu mevcut kadrolarla olması, var olması, dolaşan isimler ve saire ile mümkün değil! Politikaları olmayan insanların yan yana geldiği “bir şey...”
,
Yeni çözüm yöntemleri bulmak zorundayız!  

Başa dönersek… Geriye kalan yüzde 0.01 var ya. İşte o; 0,01 artık bir araya gelmek zorunda…

-geMici-



BATI-feneri ÇAKMAYA DEVAM EDİYOR…

25 Kasım 2014 Salı

(Bugün biraz “baba” yazacağım… Hayır! “Babam” yazacağım!)

“Baba-m”

Uzun yolculuğunda hep “öğretmendi…” Emekli olsa da bugün de öğretmen…

Babalar, çocuklarına hep “m” ile konuşur… “Oğlu-m” “Kızı-m” ama çocuklar “baba” deyip kestirip atarlar… sahiplenme “m”si yoktur. Oysa başları sıkışsa hemen limana, babalarına koşarlar… 

Ben “baba-m” demeyi oğlumdan öğrendim. O hep “dedem, babam, amcam” der…

Bazen çocuklardan da öğreniyoruz…

Babam 1940’lı… Savaşın son yılında dünyaya gelmiş… Sonra ilkokul, devamı Savaştape Köy Enstitüsü… Öğrenciyken enstitüler kapanmış, öğretmen okulu olmuş…

Okul Müdürü yemekhaneye gelmiş, “Artık okulumuz Öğretmen Okulu oldu” demiş, alkış beklemiş ama yemekhaneden ses çıkmamış… 1952 yılında sessiz kalmış Savaştepe Köy Enstitüsünün öğrencileri… N’yapsın köy çocukları?

Babam, Cumhuriyetin öğretmenidir… Atatürk rozetini hiç çıkartmaz. Devrimlere olan inancı bırakın zayıflamayı gün gittikçe artıyor.  

Bugün yaşadıklarını izliyor… Cumhuriyetin geldiği, getirildiği noktayı…

Hiç memnun değil.

İktidarların Cumhuriyet İlkelerini terk edişlerini yaşadı… Darbeleri, asılan, vurulan çocukları gördü. Sürgünlere tanık oldu. Öğretmenlerin örgütlü mücadelesinin nasıl yok edildiğini…

İnsanın nasıl kullaştırılmaya çalıştığını, şimdi bir halktan tebaaya dönüştürülme sürecine tanıklık ediyor…

Özgür bireyin teslim alınışını gördü…

Babam hiç yaşlanmadı. Hala genç… Ondan duyduğum; “Babamdan ileri, doğacak çocuğumdan geriyim.” Cümlesini hiç aklımdan çıkartmadım… Ülke genelinde durum tam tersi!

Babam, hiç teslim olmadı! Bildiği yoldan aynı inançla yürüyor… Geleceğe dair umutlarını tazeleyerek… 

Selam olsun Köy Enstitüsü mezunlarına!
Selam olsun Öğretmen Okulu mezunlarına!
Selam olsun Öğretmen Lisesi mezunlarına!
Selam olsun Anadolu Öğretmen Lisesi mezunlarına!

Öğretmenler gününüz kutlu olsun!

-geMici-


BATI-feneri ÇAKMAYA DEVAM EDİYOR…


NOT: Yıl 1923… Mecliste vekil maaşları ayarlanacak… Atatürk’e soruyorlar “ne yapalım?” diye… Atatürk de “öğretmen maaşlarını geçmesin” diyor… İyi ki Atatürk’ü dinlememişler. Yoksa meclise gidecek vekil bulamazdık. J

21 Kasım 2014 Cuma

Satıyorum, satıyorum… Sattııııım!

24 Kasım öğretmenler günü…

1952 yılında Köy Enstitüleri kapandı. 1977 yılında Öğretmen Okulları kapatıldı. 2014 yılında (Anadolu) Öğretmen Liseleri kapandı. Bugün;  “Öğretmenle” başlayan herhangi bir okul kalmamıştır!

10 Kasım’da “öğretmenler günü” kutlayan düşüncenin 24 Kasım’da ne kutlayacağını göreceğiz!

Sessiz kalmanın hafif meşrep sonuçları hızla başımıza gelmeye başladı. Bunda şaşılacak her hangi bir şey yok.

İlk özelleştirmeye kurban giden kamu malına izin verildikten sonra arkasının gelmesi normaldi. İlk özelleştirme denemesiyle nabız yoklandı. Bakıldı ki, olabilirliği var, devam edildi.

Özelleştirme işi tamamsa, eğitimde de birkaç değişiklik yapılabilirdi, yapıldı da! İçinde “eğitim” “öğretmen” geçen her şey bir gecede kapatılıp gitti. 

Kimsenin ruhu bile duymadı! (Şakir yine kızacak! Sadece Öğretmen Okulları mezunlar Derneği dava açtı. Seslerini duyan olmadı! Tüm özelleştirmelerde olduğu gibi…)

Şimdi sıra diğer eğitim kurumlarında… Önce her şeyi birbirine karıştırdılar, çarptılar, böldüler, işi 4X4’e bağladılar… Kentsel dönüşüm ayaklarıyla yıktıkları okulları imamlaştırdılar… “Hadi yau bu da nereden çıktı” demeye kalkmadan her şey olup bitti. Sadece yok etmeye yönelik bir operasyon değildir yapılanlar. Kentlerin mevcut yaşayan tarihlerini köklerini de yok etmektir. Çanakkale Merkez Ortaokul’u da buna örnektir.

Siz dua edin bu mevzu “Amerika’yı ilk keşfedenle” kalsın… Dünya, Öküzün boynuzlarında bir tepsi, öküz kuyruğunu salladıkça deprem oluyor, öküzü fazla rahatsız etmeyine” gelince söyleyecek kelime bulamayacaksınız!

Fark ederseniz Adem ile Havva mevzusuna girmeden biyolojiyi, fizik, kimya, matematik gibi dersleri de teğet geçerek içinde var olmaya çalıştığımız algıyı sindirmeye çalışıyorum…

Biraz imkansız gibi ama güncel gerçeğimiz!

Bir gün –olur da- lise mezunu torunum gelip de “Dede, ilim ne demek?” diye sorarsa verecek cevabım sadece genlerime saydırmak olacak…

Peki, siz?

-geMici-



BATI-feneri ÇAKMAYA DEVAM EDİYOR…   

17 Kasım 2014 Pazartesi

“Yapamadık işte”

Demek bir cevap ya da bir “yapamama mazereti” değildir. Nokta! Hatta “ünlem” koymak gerekir! Ha-han da koydum!

2011 Genel seçimleri oldu, bitti. 2014 Yerel seçimleri oldu, bitti. 10 Ağustos Cumhurbaşkanı seçimleri oldu, bitti.

CHP Merkez ilçe başkanlığı “Danışma Kurulu Toplantısı” yaptı. Buna da şükür… Son üç yılda merkez ilçe 2. Toplantıyı yapmış… Basına kapalı. Normal…

Gündem iki maddeli… 1; Olağan üstü kurultay 2; 2015 Genel Seçimleri… Çıkan ortak görüşleri de yazalım ki yazmamız gerekenleri bütüncül olarak altta yazalım…

Ortak görüşler…

1; Millet Vekilleri belirleme yöntemi hakim kontrolünde ve üye bazında ön seçim yapılması
(İyi olur. Olması gereken de bu! CHP’li üyelere de güvenmeyeceğiz de kime güveneceğiz, de mi?)

2; CHP İl ve İlçe kongrelerinin yapılmamış olmasının seçimler için sakıncaları ortaya konması olmuş… Tabii buna mazeret hazır… Yerel seçimler, Cumhurbaşkanlığı seçimleri… Takvim sıkışık J

3; İl ve ilçe bazında danışma kurulu toplantıları neden bugüne kadar yapılmadı…
Ortada danışılacak ne var ki de danışılsın! Nasıl olsa seçilmiş pozisyondaki atanmışlar bu konuda birer siyaset dahisi! Az bir rahat bıraksalar atomu durup dururken bir daha parçalayacaklar…

Öylesine bir siyasi öngörü ve siyasi dirayet…

Bir kere ne danışacaklar… “Yine yüzde otuzun altında kaldık. Neden oy vermediler acaba?” diye mi soracaklar… “Leyn o kadar da dolandık. Hepsiciği boşunaymış.” Dese ne diyeceksiniz?

Çevresel saldırıların yoğunluğu her geçen gün artarken, tarım alanları yok edilirken, köylü borçlandırılırken, orta sınıf esnaf ezilirken, örgütlü toplum daralttırılıp yok edilirken AKFA salçasına yeni sıkılmış zeytin yağından bolça koyup kızarmış ekmekle pek güzel gider anlayışı baya bir nefaset katacaktır toplantılara…

Yemede yanında yat!

Hamza’nın burada hiçbir hatası yoktur… Kimse akıl edip “danışma toplantısı” yapalım dememiş. Hamza ne yapsın! Kendi kendine danışacak hali de yok! Bir şey yapılacaksa Ankara’dan söylerler… Onun dışında ben de olsam kılımı kıpırdatmam: “Yapamadık işte.” Der geçerim… Ne var bunda?

Mesele de bu! Hiçbir şey yok…

-geMici-


BATI-feneri ÇAKMAYA DEVAM EDİYOR…
Not: CHP Genel Başkan Yardımcısı, Malatya Milletvekili, Telefon üstadı, AKFA kontrolörü Veli Ağbaba’nın Çanakkale ziyaretleri nasıl geçti acaba? Umarım eski domates salçaları kalitesindedir… Yeni zeytin yağları pek güzel… Sıkıntı olursa beni arayın. Bu yıl zeytinlerimden 40 kilo yağ aldım! Sıkıntı yok!


13 Kasım 2014 Perşembe

Kaderimizde varmış…

Biz bu adamları hakikaten anlamamışız… Yeni yeni kafamıza dank ediyor! Bu adamların ruhundaki “çevrecilik” kaderlerinde var… Nasıl milletvekili olmaları kaderlerinde varsa çevrecilik de bunların ayrılmaz bir parçası: Kader!

2011 Genel Seçimlerinde AKP’ye oy veren 135.968 kişi ne oluyor bu durumda? Oy vermeleri kaderlerinde varmış mı diyeceğiz yoksa kader kurbanı mı? (Benim kaderimde de ikilemde kalmak varmış.)

Ne diyor İsmail Kaşdemir…“Son günlerde Kazdağları’nda son günlerde sahte çevreciler dolaşmaya başladı. Bunların söylediklerine inanmayın. Biz her zaman yeşili koruduk, çevreye sahip çıktık. Çıkmaya da devam edeceğiz. Kazdağları yeşil ve başı dumanlı kaldı, kalmaya devam edecek. Kazdağları’na her zaman sahip çıktık çıkmaya da devam edeceğiz. Sahte çevrecilerin sözlerine itibar etmeyin"

Kader işte…

Çevrecilere itibar etmeyeceğiz tamam… Zaten bu çevrecilerden hiç hazetmem(!) 6.000 zeytin ağacının kesilmesinde bir payları olduğunu düşünüyorum. Her ne kadar bu mevzunun arkasında İsrail ve Amerika olduğu dillendirilse de, zeytinin yeşili yeşilden sayılmamalı… O, zeytin yeşili… Dolar yeşiliyle de karıştırılabilinir aman dikkat! Kadere kurban vermeyelim! Avro rengarenk olduğundan mı ne bir türlü “yeşile” karıştırılamıyor…

Başbakan Yardımcısı Sayın Arınç’ın deyimiyle “dağ taş zeytin…” Birkaç tane daha Kolin tarzı şirket olacak ki siz o zaman bakın yeşile… Tahribat kaderle falan sınırlı kalacak mı?  

Kaderden torpilli Üsküdar Belediye Başkanı çevreci tutumuyla Validebağ Korusunu altına üstüne getirirken ne kadar çevreciyse İsmail Kaşdemir’in de Kazdağları açıklaması bir o kadar çevrecidir. Gezi Parkındaki çevreci(!) tutumları ve sonrasında gayet net görülmüştür… Gencecik fidanları toprağa veren anne – babalara sormuyorum bile…

Umarım “zeytine” bu muameleyi reva görenler zeytin ekmeğe muhtaç olmazlar…

Marks’ın dediği gibi; “Kapitalizm gölgesini satamadığı ağacı keser!”

-geMici-


BATI-feneri ÇAKMAYA DEVAM EDİYOR…  


10 Kasım 2014 Pazartesi

CHP, 2015 Genel Seçimleri, AKFA ve Çanakkale…


İzlenmeyecek ama festivallik bir film adına benzedi başlık… Zaten hayat bir film ve hep aynı sinemaya gidip aynı filmi seyretmekten pek mutlu oluyoruz…

6 Kasım Belediye Meclisi Vakasını yazmayacağım… Haberleri izleyen, bu sütunları okuyan, okumayan tüm Çanakkalelilerin bu konu hakkında oluşmuş bir yargıları var. Ayrıca, “vakayı” bilen herkes neyin ne olduğunu çok iyi biliyor. Bir de burada yazıp gündem işgal etmenin hiçbir manası yok. Her şey ayan beyan ortada!

CHP Genel Başkanı Antalya’da 2015 Genel Seçimlerini başlatıyor. Genel başkanın bilmediği şu… Kadrolarının muhteşem, zeki, çevik ve bir o kadar da “AKFA” oluşu!

Kelli felli sosyologlar, psikologlar, siyaset bilimcileri CHP’nin neden yüzde 28 baremini aşamadıklarını araştırıyorlar ya, boşuna… Bunun bilimle falan açıklanacak bir tarafı yok! Hangi sosyolojide “AKFA” diye bir kelime var? Ya da hangi psikolojik analizde böyle bir tanıma rastlanır?

Zaten partinin birkaç akıllı siyasetçisi Çanakkale’ye –bir zahmet- gelip birkaç yerde çay içseler problemi anında çözecekler. Hatta böyle bir çalışma yapmalarını da şiddetle öneririm… Çanakkale onlar için bir laboratuar olabilecek koşulların tümünü taşıyor… Hatta her şey çok net!
Son AKFA vakasından sonra 2015 Genel Seçimlerinden sonra meclisteki dağılımı size şimdiden yazabilirim… AKP 330, CHP 95, MHP 81, HDP 33, Bağımsız 11… Şaka değil, biraz matematiğiniz varsa, CHP’nin durumunu da görüyorsanız yukarıdaki meclis dağılımının aynen yazdığım gibi olacağını görürsünüz… Bir ara il ilde sonuçları vereceğim, merak etmeyin!

Cumhuriyetin devrimci kadroları ulusal kurtuluş savaşını kazandıktan sonra verdikleri mücadele sıcak savaştan daha zordu… Haklı savaşlar sonunda mutlaka kazanılır. Bunun en iyi örneği devrim tarihidir.

Cumhuriyetin Devrimci Kadroları 10 yılda bir destan yazmıştır… “Doğunun Hasta Adamı”ndan laik bir Cumhuriyet çıkarmak o kadar kolay değildir.

“Misak-ı Milli” sınırları içinde kurulacak bir devletin sağlam bir temeli olmalıydı. Laiklik işte o temeldi. Farklı din ve mezhepte olanlardan bir devlet yaratacaksanız devlet, her inanca aynı mesafede olmalıydı… Cumhuriyet Devriminin en büyük başarısıydı bu…

Bugün geldiğimiz noktayı yazmaya bile gerek yok! 1950’lerde başlayan “bu memleketin yüzde 99’u Müslüman’dır” cümlesi bugün bir adım daha ileriye götürülmüştür… İnançlar üzerine yapılan siyasettin geldiği Türkiye, bugünün Türkiye’sidir!

CHP, 2015 seçimlerine hazırlanacaksa, hedef koyacaksa bir kez daha kadrolarına bakmasını öneririm…

Devrimci adımlar atmak kararlı ve cesur olmayı gerektirir…   
                                                                                                        
-geMici-


BATI-feneri ÇAKMAYA DEVAM EDİYOR…




5 Kasım 2014 Çarşamba

Yaşlanıyor muyum ne? :)


İlk defa yaşlı hissetmeye başladım... Yo, yaşımdan dolayı değil ya da oğlumun "adam" olmasından da değil. Yürüdüğüm onca "yoldan" hiç değil...

Benim yaşlılığım eksilmekten... Günden güne eksilmekten...

Azalmaktan yana derdim olmadı.... "Olur bunlar" deyip geçtim. İnsan azalabilir ama eksilmek yorucu. Hem de çok yorucu... İnsanı yaşlandırıyor.

Çok eksilmeye başladık. İyi ve güzel insanların eksikliği...

Hissettikçe yoklukları, yoruluyor beden... En çok da dostların eksikliği koyuyor...

Mesafe değil hayat! Yokluklarını hissetmek kadar yorucu olmuyor... Ama, hayat yokluklarını gösterince düşlerde, ağırlaşıyor zaman... Sanki ağır suda boğulmaya benziyor...

Bir de üstüne unutulan isimler... Yüzler hep geçitsiz... Aynı gülümsemede!

Aşık oldunuz mu? Ben artık hatırlamıyorum... Zamandan değil, eksilmekten... Rakının şişeyi terk etmesine benzemeyen bir eksiklik.

Gereği hep düşünülür...

Acımasız kararların bir öncesindeki düşüşe benzer bir kayıp...

Yakalayamazsın!

Kaybolmuştur zaman ve sen kayıp gidenin arkasından sadece bakarsın... "Elde var bir eksik" diyebilirsin. Bir söz kalır, bir de öfken! Kora dönen bir dalgaya benzeyen zavallı bir isyandır... Hayat bile değildir "şimdi...."

Uzaklaşırken gökyüzü derine dalıyoruz... Hesabı yeniden açıyorum!

"Usta! Bana biraz hayat! Yanında çöpleneceğim bir kaç ufak meze... Denize benzesin..."

Yetmez ama HEP İSYAN! 

Yok edilen hayatların hesabını al!

Biz varsak kolay değil teslim olmanın ateşi! 

Çok uzakta geçitsiz bir BATI-feneri.... 

Abi, helal olsun sana; ama helal olsun... EKSİLTMEDİN BİZİ! VARSIN ABİ: 

NASUH MİTAP!

-geMici-

gemici@tandex.com

BATI-feneri ÇAKMAYA DEVAM EDİYOR...


3 Kasım 2014 Pazartesi

Birlikte olmak;

…çok güzel… Bu öykü çok önce yazılmalıydı. Ol(a)madı... Yeni başlıyoruz… Uzun bir öykünün başındayız.

Oysa kocaman bir “roman” var… Yenilgilerin, acıların, direnmenin, mücadelenin özverilerin yaşandığı… İsimsiz gençliğimizin yitip gittiği… İçerisinde ihanetin, kalleşliğin, kıyımın bire bir yaşandığı… Birbirine omuz verdiği, özgür hissettiği, darbelerin sertleştirdiği yüz hatlarımızda gizli…

Unutulmayan, unutulmaması gereken koca bir “roman…” Ortak yazılmış bir roman! Herkesin kendi payına düşeni yazdığı bir roman!

Herkeste romanın bir bölümü… Hatta birer sayfası… Bazen bir paragraf, bazen bir cümle, kısa kesilmiş eksik bir kelime… Herkesin katkıda bulunduğu, basımı düşüncelerde gerçekleşen bir Türkiye Romanı…

Tarihleri olan ama kayıt altına alınmayan bir yapıt! İktidarların hep dikkat ettiği, umursamıyor havalarında, yasak sayılan bir roman! Hep hedefte!

Hepimiz yüzlerce kez okuduk… Zamanın derin boşluğunda…

Tartışmalarla yorulmuş düşüncelerimizi bir kenara iterek, ayrıntıları öteleyerek, boş alanları tekrar doldurmak zorundayız… Herkes elindeki değerleri sıkı sıkı tutmalı. Onların kaybolup gitmesine izin vermemeli… Her eksik, bizi eksiltir…

  “Bu yaştan sonra benden bir şey olmaz…” Bir şey olsaydı çoktan olurdu. Yenilgilerin altında elli küsur yıl… Biriktire biriktire bugüne geldik! Birikenler artık hayata dönüşmeli… Bunun için bir kez daha hayatın başına oturuyoruz… Bir iki harfe dokunmak için! (En azından “ben”)

Bir kez daha hayatın başına oturuyoruz! Birlikte hayatın tuşlarına dokunarak yazmaya başlıyoruz: “Birleşik Haziran Hareketi…”

Yarına dokunmak zorundayız! Birleşe birleşe ve hep birlikte…

-gemici-


BATI-feneri ÇAKMAYA DEVAM EDİYOR…