26 Aralık 2013 Perşembe

İstisnasız onurlu istifa

17 Aralık sabahı bakan oğullarına operasyon yapıldı. Gündem birden değişti…

22 Aralık; CHP adaylarını MYK’da belirledi. Çanakkale Belediye Başkan adayı Ülgür Gökhan dedi. Kent gündemi aynı kaldı.

25 Aralık; Sabah başlayan istifalar öğleden sonra Çevre ve Şehircilik Bakanı Erdoğan Bayraktar, Bakanlıktan ve milletvekilliğinden istifa ettiğini açıkladı. Bayraktar NTV’de yaptığı açıklamada ‘Soruşturma dosyasında var olan ve onaylanan imar planlarının büyük bir bölümü Sayın Başbakan'ın talimatıyla yapıldı. Başbakan’ın istifa etmesi gerekir’ dedi. Yer yerinden oynadı…

Okuduğunuz bu yazıyı 26.12.2013, saat 11.00 gibi yazıyorum Çanakkale CHP’den tık yok. En son İsmet İnönü’nün heykeline çelenk koyarken görülen merkez ilçe ve il başkanlığı tekrar kayıp.

Yerel seçim tarihi kesin… Ardından nasıl yapılacağı belli olmayan Cumhurbaşkanlığı seçimi var. Genel seçimlerin de ne zaman yapılacağını yerel seçimlerden ve siyasi gelişmelerden sonra belli olacaktır. Erken seçim olasılığı çok yüksek…

İşte önümüzdeki süreç bu…

CHP’nin Belediye Başkan adayı belli olmuş, CHP Merkez İlçe başkanlığından tık yok. İlden tık yok. Ana muhalefet partisinin bir ili sanki hiç yok! Ne bir açıklama, ne bir kutlama, ne bir itiraz, ne bir onurlu hareket istifa…

Sanki yerel yönetim seçimlerine gitmiyoruz da sınıf mümessili seçeceğiz… Sanki CHP Çanakkale’de kepenk kapatmış da Genel Merkezin bundan haberi yok. CHP tabanı bu iki yönetimden daha akılcı, daha sakin, daha ileride. Kitleleri ileriye taşıması gerekenleri kitle ileriye taşımaya çalışıyor. Her iki yönetim de bu kentin üstünde yük! Buyurun…

22 Aralık’tan ilk kutlama AKP'nin Çanakkale Belediye Başkan adayı Mehmet Daniş'ten geldi. Bizzat Ülgür Gökhan’ı arayarak tebrik etti. Sonra aday adayı Cem Belli… (Cem Belli beş yıl sonra aday olursa bu davranışı ona fark yaratacaktır.)

İstifa tek taraflı ve bir o kadar da onurlu bir müessesedir. Öneririm… İlle eksilere düşmeyi beklemek gerekmez. Siyasal ortamın gereği, gerektiği anda ve gerektiği biçimde yapılır. Gerisi fasa fiso…

Bir an önce…

-geMici-



BATI-feneri ÇAKMAYA DEVAM EDİYOR… 

Kentimi kimsenin çirkinleştirmeye hakkı yok!

 
Bu cümle politik bir cümle… Kentte körleşme başlayınca çirkinlikleri de göremiyoruz…
Kordon Ziraat Bankasını kırmızıya boyadılar! Çirkinlik abidesi! Oysa o bina “tip binadır.” Tüm küçük kasabalarda vardır. Lapseki’de var, Yenice’de var… Kendine özgü bir yapısı vardır. Ne yaptılar? Binanın organik yapısıyla oynadılar. Ön tarafına bankamatik yerleştireceğiz ayaklarıyla binanın anatomisini bozdular.
Deniz tarafını komple iğrenç bir kırmızıyla kaplayıp, kendilerince farkındalık yaratmaya çalıştılar. Görsel kirlilik yarattılar. Estetikten yoksun, kent kirliliği yaratan bir uygulama… Kimse de çıkıp “siz ne yapıyorsunuz?” demedi. Çünkü “çirkinliği” kanıksamışız…
Benim kentimi çirkinleştiremezsin!
Balıkkesir caddesinin girişi bu kentin en güzel ışık alan en güzel caddelerinden biriydi… Şimdi “plastik mavi…” Neden? Boğaz komutanlığı oradan taşındı. Yerine “merkez komutanlığı” doldurdu. Keşke doldurmasaydı da boş kalsaydı.
Boğaz komutanlığı binası şahsiyetli bir binadır. Bu kentin mimari değerlerinden biridir. Boğaz komutanlığı o binada hizmet verdiği sürece de kentin bir parçası durumundaydı. Şimdi? Rezalet…
Plastik mavi perdelerle kapadılar… Eskiden güneş ışığı vurduğunda insanı rahatlatan “Çınarlı yol” şimdi ışığın da şiddetiyle mavi mavi… Plastik mavi bir ışık!
Boğaz komutanlığı merkez komutanlığından daha az korunması gereken bir yer miydi? Merkez komutanlığı daha önemli bir mevki midir ki, her tarafı güvenlik gerekçesiyle plastik maviyle kapatıldı.
Benim kentimi hiç kimse çirkinleştiremez! Hakkınız yok!
Bu iki örnek de son yıllarda uygulanan “ben yaparım” güç bende mantığından başka bir şey değildir. Bakın çevrenize, bir çok çirkinlik göreceksiniz. Her taraf “ayakkabı kutusu” mantığından ibaret…
Tabi ki Kaz Dağları çirkinleştirile bilinir… Tabi ki havamız karartıla bilinir… Tüket! Yok et! Çok kazan! Haksız kazan! Ayakkabı kutusuna istifle, gözünü kapa, görevini yap! Hepsi bu!
Böyle yaşamak istemiyorum… Kentimi korumak istiyorum. Tabi ki bu bir seçim… Bu seçimin bir çok faktörü var! En önemlisi de son yaşananlar, giydirilmeye çalışılan zorunlu bir hayat değiştirme projesi, baskı, hukuksuzluk…
Yolsuzluğun üzerine gidilmemesi için demokrasinin temel ilkesi kırıldı. Bir gecede kırıldı. Bir kararnameyle kırıldı. Yargının işine karışmak için yargıyı yürütmeye bağımlı kıldı. “Adli Kolluk” yönetmeliği değiştirildi. Mahkemeler “Türk milleti adına” mı davalara bakıyordu? Bundan sonra?
Seçim startı verildi… Kenti önümüzdeki dönem kime teslim ederiz bilmiyorum ama kenti kentin değerleriyle, yaşama biçimiyle barışık kişilere teslim etmeliyiz…
Bütün bunlar yaşanırken seçime gidiyoruz ha? Vay be! “Ayakkabı kutusu” kesin kazanır…
-geMici-
BATI-feneri ÇAKMAYA DEVAM EDİYOR…

Kutu baronları

 
“Dün ayakkabı aldım. Satıcı kutusunu vermedi.”
“Hep kutu baronlarının işi bunlar.”
“Yağdı yağmur çaktı şimşek. Kutu açıldı çıktı gerçek.”
“Bir ayakkabı kutum bile yok. Anneme küstüm.Tüm şehir bana küstü.”
“40 yıllık kutucuyum böyle kutu görmedim.”
“Kutuma gitmek istiyorum Acun bey.”
“O yeşil gözlü bir kağıttı, minnacık bir kutuya sığdı.”
“Kutu imalatında çalışacak özel elemanlar aranıyor. TC vatandaşı olsun yeter. Amerika’da akrabası olanlar tercih nedeni.”
“Rampaların ustasıyım, kutuların hastasıyım.”
“Ayağında kundura, kutusunda para…”
“Evdeki tüm ayakkabı kutularına baktım yine yoksun. Kahretsin…”
“Kutu kutu pense, dolarları yerse arkadaşım …… …… arkasını dönerse.”
“O,ooo kutuları buldum başucuma koydum ben bir sayma makinesi uydurdum. Duma duma dum nerede benim ku-tummmm…”
Sosyal medya bu, soslu medya değil yani… Ha bire “kutu” yazıyorlar. Ne kutusu?Ayakkabı Kutusu…
-geMici-
BATI-feneri ÇAKMAYA DEVAM EDİYOR…

“Hayat başka bir şey olm…”

 
Tonguç’la birlikte yürürken yaptığımız sohbetlerde en çok kullandığım cümle bu olsa gerek ki, sosyal medyada benim ağzımdan bu cümleyi kullanmış. Biraz dalgasını geçmiş. Hayat işte…

Çocuklar büyüyor. Büyüdükçe de dalgalarını geçiyorlar… Daha dün ben çocuktum. Bir baktım kaporta faça vermiş ama hala çocuğum. Erdal Eren hep on yedi…
 
Sistem, çocukları sevmiyor. Onlardan feci halde korkuyor… Dün böyleydi; bizim çocukları yıllarca içeriye attı. İşkenceden geçirdi. Yetmedi astı!
 
Bugün de böyle…
 
Gezi süreciyle başlayan süreç devam ediyor… Bizden umudunu kesen sistem, çocukların peşine düşmüş durumda. Türkiye’nin birçok yerinde “gezi davaları” açılıyor… Aradan 6 ay geçmiş. Israrla çocukların üzerine gidiyorlar. Daha birkaç gün önce Bezmi Alem Valide Sultan Camii’ne sığınan çocukların da aralarında olduğu gezi protestocularına “dava hazır” haberleri yayınlandı…   
 
İyi güzel de Sayın Cumhur Başkanımız Abdullah Gül; "Herkesin kendi ülkesinde en geniş şekilde kendisini özgür hissetmesi gerekir. Bu çerçeve içerisinde demokrasiler dediğimizde demokrasilerle tabi ki seçimlerle halkın iradesi ile her şey ortaya çıkar. Ama demokrasi demek sadece seçim demek de değildir. Bütün vatandaşlarımın büyük bir sağduyu içerisinde hareket edeceklerini inanıyorum. Verilen bütün düşünceler okunmuştur, görülmüştür, not edilmiştir ve mesajlar da alınmıştır. Bütün vatandaşlarıma bu vesile ile sevgilerimi sunuyorum" diye konuşmadı mı?
 
“Demokrasi demek sadece seçim demek de değildir. Seçimlerin dışında da farklı görüşler, farklı durumlar, itirazlar varsa bunların da çeşitli yollarla dile getirilmesinden daha tabi de bir şey olamaz.” Diye de eklemedi mi?
 
Devletin en yüksek makamı Cumhurbaşkanlığı değil mi?
 
Peki birbiri ardına açılan bu davalar ne?
 
Geçtim davaları… Açılacaksa açılır da 13 yaşındaki çocuğa dava, işte bu olmaz! Olursa da gündemin en tepesine oturur… Oturdu da… Dün CNNTürk’ün gün boyu haberlerinde hep Çanakkale vardı…
 
İşte bu yüzden; “hayat başka bir şey olm…”
 
-geMici-
 
 
BATI-feneri ÇAKMAYA DEVAM EDİYOR…

“13 yaşındayım!”

 
Çanakkale değerlerini say! Mesela kaz dağları, Truva, Ezine Peyniri, Bayramiç Beyazı, Lapseki Kirazı, Bozcaada Şarabı… Şarap yazdık ayıp ettik ama değer mi? Değer…

Tabi tüm bunlara Umurbey Şeftalisi, Evciler Elması, Gelibolu Yarımadası, Altın şirketleri, Termik Santral derebeyleri ve bir de Engin abim rahatlıkla eklenebilir…
 
10 Aralık 2013 Salı günü bu değerlerimize bir de “hukuk değeri” eklendi… Radikal gazetesinin manşeti Çanakkale’ye ayrılmıştı. Tabi haber o kadar çarpıcıydı ki sabah sabah hangi kanalı açsanız gazete manşetleri verilirken İsmail Saymaz’ın Radikal’deki özel haberi “13 yaşındaki çocuğa Gezi davası: Ya hapse ya da yuvaya!” mutlaka okundu.
 
Zaten 18 Mart ve 25 Nisan’la sınırlı kent gündemimiz şimdi bir den 10 Aralık eklenmiş oldu. Sanırım bu nedenle sayın savcıya teşekkür etmek lazım. Memleketin diğer kentlerinde görev yapan hiçbir savcının bugüne kadar aklına 13 yaşındaki bir çocuğa “siyasi dava” açmak gelmemişti.
 
Şimdi geldi ve oldu!
 
11 Aralık’ta da birçok yerel ve ulusal basın Radikal’i kaynak göstererek haberi kendi okurlarına duyurmak için yayınladı.
 
STK’larıyla ünlü Çanakkale, hatta Çanakkale’yi Çanakkale yapan “sivil” duruş bazılarını fena halde kızdırmış olmalı ki, şimdiye kadar “Gezi” dolayısıyla hiçbir hareket yapmayan emniyet ve savcılık aradan 5-6 ay geçtikten sonra hareketlendiler. Tuhaf olan bunlar değil, yerel seçim startının verildiği bugünlerde iktidarın ısrarla “gezi” üzerinden hesaplaşmaya çalışmasıdır… Daniş kesin kazanır!  :))
 
Bunlar olur… Olur da hesaplaşma yaşını 13 yaşına çekmek biraz tuhaf olmuyor mu? Olmuyor diyorsanız devam edin… Türkiye’ye mal olacak bir davanın da temelini atmış bulunuyorsunuz! Ayrıca tebrikler…
 
İsmail Saymaz, dava dosyasını çok güzel haberleştirmiş… Herkesin haberi baştan sona okumasını öneririm. Radikal’in internet sayfasında bulabilirsiniz… Sosyal medyada da elden ele tur bindiriyor.
 
Davanın ikinci duruşması 21 Ocak’ta… Bakalım ne olacak? Bu dava Türkiye gündemine girmiştir. Dünya tarihinin ünlü davalarından biri olmaya adaydır. Ve ulusal basın mutlaka izleyecektir… Umarım dünya gündemine çıkmayız da bir başka birinciliğe aday falan olmayız…
 
-geMici-
 
 
BATI-feneri ÇAKMAYA DEVAM EDİYOR…

Kozmik oda

Başbakan Trakya gezisinde “Bugünlerde bir grup gazeteci, köşe yazarı, bunlar üzerinde gizlilik belgesi olan ve Milli Güvenlik Kurulu toplantılarındaki bilgilerin sızdırıldığı ortaya çıktı. Hükümeti fişlemekle suçlayanlara sesleniyorum; hükümeti fişlemekle suçlayanlar öncelikle acaba bu istihbari bilgileri, bu gizlilik bilgilerini acaba bu adamlarınıza, yandaşlarınıza kimler sızdırdı, bunu ortaya koyun” diye konuştu. Başbakan sert yaptı… Belki de başbakan haklı… Kesin haklı.
Bir köşe yazarına (Mehmet Baransu) MGK toplantısındaki gizli kararları açıkladığı için açıktan giydiriyor. Konuşmasını gazetecinin vatan hainliğine, oradan gizli belgeleri deşifre ettiğinden dolayı ajanlığına kadar uzatıyor…
Yok öyle gizli belge falan açıklamak. Adamı vatan hainliğinden yargılayıp giydirirler 35 yılı, anlayamazsın bile. Bu Mehmet Baransu kargo şirketi gibidir. Koli koli gizli belge ona gelir. O da sırası gelen belgeyi bir gazeteci olarak yayınlar. Hangi gazeteciye bu belgeler gelse yayınlar.
Ergenekon, Balyoz gibi davaların omurgasını bu yayınlanan belgelerden oluşmuştur. Davaların açılma nedeni bu yayınlardır. Hatta memleketin bir kısmı “vay anasını memlekette neler oluyormuş. Koy oyları sepete” deyip yüzde 50 sınırına dayanmıştır. Bu yüzde ellinin içinde “yetmez ama evetçi solcular” “liberaller” ve bir kısım “yeni yetiştirme sermaye” ve bol miktarda “cemaat” vardır…
Alkışlar Mehmet Baransu’ya… Tabi diğer yüzde 50 de kalaycılık yapar. Eski bakırları kalaylar… O zamanın rolleri öyledir.
Mehmet Baransu da kendini kargocu değil de gazeteci hisseder. Demekrosiye yaptığı engin katkılardan dolayı biraz da sevinçlidir. Ta ki bugüne kadar...
126,127, 128. Maddelerden dava açılacağı tartışılırken demokrasinin rüzgarları hafiften değişmişe benziyor. Kalaycılar Mehmet Baransu’nun gazeteciliğini tanımış durumdalar. “Hakikaten çok iyi gazeteci baksana 2004 yılı MGK kararlarını yayınladı. Helal olsun valla” gibisinden cümleler ederken diğer taraf memleketin gizli belgelerini yayınladığı için linç kampanyasına devam ediyor.
Rüzgar değişiyor… Hep değişiyor… Nasıl eseceğini kimse kestiremiyor. Mehmet Baransu gazeteci. Eline kadar gelen haberi servis yapıyor hepsi o…
Kimse sormuyor o belgeleri kim, nereden, nasıl ve neden alıyor da zamanında gazetecilere nasıl ulaştırılıyor diye…
Aklıma gelmişken bu memleketin kozmik odası hala var mı? 2009 yılında bir suikast girişimi bahane edilerek kozmikliği falan kalmamıştı. Peki devletin en gizli odası deşifre edilirken “devlet gizliliği” falan ne anlama geliyordu?
Bugünkü anlamıyla aynı mıydı? Tüm bunlar bir hayal mi? Yanılsamalar mı yaşıyoruz da sık sık rüzgarlarla karşılaşıyoruz… Ayrıca biz hakikaten çok mu salak görünüyoruz da birileri bizimle dalga geçiyor…
Memleketin her tarafı şeffaflaşırken öyke ajanlık majanlık, gizlilik mizlilik oluyor mu? Olmuyor… Bize yakışmıyor…
2014 yılına girerken 2004 yılına geri döndük. Durup dururken değiştirmeyin gündemi. Daniş geldi!
-geMici-
BATI-feneri ÇAKMAYA DEVAM EDİYOR…

Bir kere sınıf sorununu çözmeden işler çözülmüyor…

 
4+4+4 deki sınıflardan bahsetmeyeceğim. Benim derdim toplumsal katmanlar. Kapitalizm temel olarak sınıfların kat kat katlanması ve en alttakinin canı çıksın mantığının üzerine kurulmasıdır.
 
Fıtratında varsa sınıf atlamak, kapitalizm tam sana göre demektir.
 
Hayatın boyunca sınava girip durursun. İşin bu olur. Önce derslerden geçmeye çalışırsın sonra sınıf atlamaya…
 
Sınıf atlayamazsan vay haline.
 
Bütün tantana “sınıf atlama” çabası. Adam işçi, memur, köylü çocuğum bari kurtulsun diyerek çabalıyor. Kendisi zaten bu dünyada çekeceğinin fazlasını çekmiş. Öbür tarafa bir şey kalmamış.
 
Tabi ki, “ben gidemedim bari bizim çocuk, çoluk çocuk gitsin. Oraları bir görsün.” De demiyor. Hayata dair bir umut…
 
Sınıflar, bu toplumun mutlak vaz geçilmezleri. Ya pramidin tepesindesin –yakınları da olur- ya da dibinde. Taban biraz kalabalık ama idare et.
 
Memleketteki sınıfları kaldırırsanız dershaneler de otomatikman kalkar. Yarış bu kadar net. Kapitalizm içinde bu sınıflar, bu yarış olduğu sürece devam edecektir. Adı ne olursa olsun. Nasıl dönüşürse dönüşsün.
 
Dershaneler kalkacaksa devrim tamamdır demektir. Sınıfsız bir toplum ütopyası gerçekleşmiştir.
 
Böylesi hoşunuza gitmez mi canım Türkiyem?
 
-geMici-
 
 
BATI-feneri ÇAKMAYA DEVAM EDİYOR…

Tam saha pres, tam saha savunma

 
Hayatın her alanında tam saha pres uygulayan iktidar, diğer yanda tam saha savunma yapan geniş bir halk yığını…

Çiftçi dayımdan başlayalım…
 
Domates ekerdi, bu yıl başına gelecekleri hissettiği için dikmedi. Kazandı! Çünkü dayım traktör kullanıyor. Ona kaç kere söyledim; “dayı sen sat bu traktörü. Sana güzel bir yelkenli yat alalım. Evden çıkarken motoru çalıştır. Uygun rüzgar bulursan yelkenle çift sürersin. Baya bir yakıt tasarrufu yaparsın” dedim. Zor kaçtım… Yatı olsaydı mazotu ucuza alacaktı. Adam köylü anlamadı beni…
 
Emekli amcamın durumu fena değil…
 
Buradan bakınca en azından ben öyle hissediyorum… Sanırım. Amcam sabah erkenden kuyruğa girmiş, maaşını çekmiş eve geldi. “Hayırdır amca” dedim. Amcam; “Beni eve kadar götür” dedi… Ev dediği yolun karşısı… Benim kapıma geleceğine kendi kapısından girse çoktan yemeğe otururdu. Amcam on gündür bende… Tamam, amcam. İstediği kadar kalsın tabi… Yengem de doğal gaz faturasıyla ısrarla onu bekliyor… Amcamı oyuna sokmak lazım. Kondisyonu yerinde 75 yıldır direniyor. Son 10 yılda mucizeler yarattı!
 
Kahveden çıkmayan yeğenim ikinci kez askere gitmenin planlarını yapıyor… Olmazsa sınava girip “derbeder üniversitesi, kırık kanat iş yaratma MYO” benzeri bir yerde profesyonel öğrenciliğini sürdürmeye çalışıyor. Geçen gün “her öğretmenlikten mezun olan öğretmen olacak diye bir şey yok” gibisinden bir cümle duymuş. Dershaneler kapanmadan kayıt yaptırmaya çalışıyor…
 
Oğlumun telefon giderlerindeki son artış dikkate değer… Nereden baksan üç katına çıkmış durumda. “Zam falan mı geldi kontura?” Gelmemiş… Kızlı erkekli görüşmeme kararı almışlar. Telefonla iletişimi arttırmışlar sadece. Hiç olmazsa okulları kurtaralım diye düşünmüşler. Yuh! Bunun ucu bile bana dokunuyor…
 
Bütün bunlar olurken…
 
Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK), 2013 yılı Tüketici Fiyatları Endeksini belirlemek için bir anket yapar…
 
• Hangi dine mensupsunuz?
• Kendinizi hangi mezhebe ait hissediyorsunuz?
• Aşağıdaki namazları ne sıklıkla kılarsınız?
• Vakit namazlarını camide veya mescitte kılar mısınız?
• Dışarı çıkarken başınızı örter misiniz? Birinden borç almaktansa az faizli kredi çekmeyi tercih eder misiniz?
• Az olmak kaydıyla yalan söylemek günah mıdır?
• Sarhoş olmayacak kadar içki içmek günah mıdır?
• Alevi misiniz, Sunni misiniz?
•Sizce köpek giren eve melek girer mi?
• Alevilik, Bektaşilik, Kadirilik gibi oluşumlardan birine mensup musunuz?
• Dini kimden öğrenirsiniz?
• Aileniz ne kadar dindardır? Hangi dine mensuptur?
• Oruç, hac, zekat, fitre, kurban kesme gibi ibadetlerle ilgili durumunuz nedir?
• Ne sıklıkla dua edersiniz?
• İbadetlerinizin kazasını yapar mısınız?
• Oy verirken adayın dindar olup olmadığını önemser misiniz?
• Miras paylaşımında erkeklere iki kat pay mı verirsiniz?
• Laiklik İslamı özgürce yaşamanın teminat mıdır?
• Ne zaman dua edersiniz?
• Loto oynar mısınız?
• Misafirlikte kadınlar ve erkekler aynı mı oturursunuz?
• Allanın varlığına inanıyor musunuz?
 
TÜİK başkanına bir yardımım dokunacaksa ona bu anketi dayım, amcam, yengem, yeğenim ve diğer savunma oyuncularıyla yapmasını şiddetle öneririm…
 
Hakikaten cevapları çok net…
 
:))
 
-geMici-
 
 
BATI-feneri ÇAKMAYA DEVAM EDİYOR….

Gündem dışı…

 
“Dershaneler kapatılsın.”
“Hayır, açık kalsın.”
“Yarı aralık da kalabilir ama ceryan yapar.”
“24 Kasım arifesi! Ah, uh…”
“Canım öğretmenim…”
“Önce canım öğretmenim, sonra gazlı coplu…”
“Leyn ne bu kızlı erkekli yürüyüş…”
“60 madde ile idare etsek de saklasak…”
“Turşu mu bu?”
“Çık değil…”

Tamam bu gündem maddeleriyle idare ediyoruz da kesmiyor… İyisi mi tüm gündeme biraz da “Barış Atay” serpelim misali al sanatçıyı, vur duvara…
Ne yapmış Barış Atay?

Geziyi desteklemiş.

Özgür iradesiyle mi desteklemiş? Ne fark eder? Önemli olan destek vermesi… Ampulle gezse sorun yok. Özgürlüğünü de yanına alıp desteklediğinde sorun aheste aheste çıkarılıyor.
Suç ne? “Redhack üyesi şüphesi…”

Redhack ne?

Ahalinin “gezi eylemleriyle” duyduğu bilgisayar korsanları… Herkes korsan filmi seyreder. Tek gözü, tek bacağı olmayan korsan değil bunlar…

Nereden baktığınıza göre iki türü var: Beyaz ve siyah diye…

Sistemin işine yarıyorsa “beyaz” yaramıyorsa “siyah” diyorlar… Kapitalizm kendini her gün “update” ederken (yenilerken), sistemin yarattıkları da gelişiyor… Yeni bakış açıları, yeni yöntemler geliştiriyor. Sistem tabi bunları istemiyor. Gücün yarattığı kirliliği gizlemeye çalışıyor. Birileri de ifşa etmeye…
Kirli işlerini gizlemeye yardım etseler “beyaz” hacker olacaklar ama onlar “ifşa” ediyorlar… Erk onları “siyah” diye nitelendirse de kitleler onları “Redhack” biliyor… Hepsi bu!

Bu çocuklar bir kere teknolojiyi iyi biliyorlar. Sıradan insan gibi yaşayıp, sistemi kendi teknolojik varlığı ile sarsıyorlar… Siyahı var, beyazı var…

Şimdi de “redhack” var…

“Redhack” bir muamma iken kabağın zavallı sanatçıların başında patlaması olağan… Biz hepimiz “olağan şüphelileriz…” Barış Atay’da gücü elinde bulunduranlar için “olağan…”

Adam zaten sanatçı…

-geMici-

gemici@yandex.com

BATI-feneri ÇAKMAYA DEVAM EDİYOR…

20 Kasım 2013 Çarşamba

Sessizlik…

 
Her gün bir şey oluyor gibi ama olmuyor… Akşam tv’lerdeki tartışma konularına bak, sanki program tekrarı…
Konuşulan konular;
“Barış sürecinde bundan sonra ne olacak?” Şivan Perver ve Ajda Pekkan birlikte söylesinler. Erdoğam ve Barzani 21 kenti dolaşsınlar. “Dershaneler bir gün kapatılsın bir gün açılsın.” Gezi parkından alışkınız…“Genel Af…” Afsız da bir seçim geçse sakalımı körliyecem…
Bir de ara gündemler var… Kronikleşmiş, unutulmaya yüz tutmuş, arada sırada zaman doldurmak için ortaya atılıp, saat bazlı tartışma konuları…
Ergenekon, balyoz  gibi v.s. davaları, hayata müdahale mevzuları,  akla geldikçe hırpalanan ODTÜ talebeleri, Suriye iç savaşı, Melih Gökçek sorunsalı, kız-erkek sendromu, şike davası…
Bütün mevzu, tüm konuşulanlar bunlar…
Oysa sağlık sisteminden bahseden yok! Eğitim sisteminin laçkalığından, emek sermaye çelişkisinden tık yok. Kapitalizmin yeni evrimleşme sürecindeki dünya ölçekli politikalarından, çevre etkili yatırımların hızla artışından, kirlenen, ölen, zehirlenen topraktan kimse bahsetmiyor…  Bırak bahsetmeyi farkında olan yok!
Termik santralleri kurun… Çevresel etkilerini nasıl olsa açlık ve susuzlukla farkına varacağız. Kapitalizmin sürekli kar üzerine kurulmuş ekonomik ilişkilerinin bir köşesinde de üretim ve tüketim ilişkileri olduğunu bilmeden de yaşanabilir pekala… Peki, bu ilişkiler nereye kadar sürdürülebilir olabilir? Ya da tarihin hangi zamanına kadar?
Sermayenin değişen yapısı altında, bundan sonra kim ağırlık ezilebilir acaba? Ezen belli ama “kim” sorusu nesnelleşememiş durumda… Netliğini yitiriyor… Kayboluyor. El, görünmezleşiyor… Gözlerimizin önünde silinip gidiyor. Aslında daha belirgin ama o kadar irileşmiş ki, ne olduğunu çözemiyoruz…
Bir o kadar da uzaklaşıyoruz dayanışmadan… Uzaklaştıkça yalnızlaşıyoruz… Deprem sonrası gibi “kimse var mı?” cümlesini duyacağımızı zannediyoruz ama o ses “felakete” yok.
Şimdiden bir araya gelmiş, insanlar olmalıyız…Karanlıktan korkabiliriz… Çaresiz durumda olduğumuz duygusunu giymiş olabiliriz…
Tüm bunlar aslında yok! Bir yanılsamanın içindeyiz hepsi bu! Ne yalnızız ne de çaresiz… Sadece körleşmenin etkileri. Hepsi de geçici…
Şimdi duyulan koca bir sessizlik!
-geMici-
BATI-feneri ÇAKMAYA DEVAM EDİYOR… 

15 Kasım 2013 Cuma

Metro…


Biraz ahkam kesmekte bir sakınca yok. Nasıl olsa önüne gelen trafik sıkışıklığına bir çözüm üretiyor. Çözümler tamam da…

İşte bu “da” ekinden sonra sorun çiftetelliye dönüşüyor. Kıvır…

Dünyada trafiği en kötü ikinci kenti İstanbul… Araştırmayı ben yaptırmadım. Ben de yapmadım… Öyle yazıp çiziyorlar. Gerekçe de hazır: Metro işine geç başladık… Tespit de bu! 

Tespiti yapınca çözüm de kolaylaşıyor… Ha bire metro yapılıyor… İşte; “bilmem ne arası ile bilmem ne etabı bitti. Siz bir de bu etaba ekli diğer etabı da bitirdiğimizde görün…” Trafiği bitirmeye ant içmiş yönetici iddialarını sürdürüyor… “Bu işi biz çözeriz…”

“Ne o kapitalizmi ehlileştirecek misin?” diye soran yok! Tabi benim gibi biri de olayı hemen “kapitalist” sisteme bağlaması  normal. Siz kaile almayın!

Tabi İstanbul ikinci olunca bu işin bir de birincisi olmalı diye düşünüyor insan… Elinde olmadan yani… Birincisi de Moskova’ymış…  Moskova trafik sıkışıklığında dünyanın en birinci kenti…

Peki, dünyanın en eski ve en büyük metrolarından biri hangi kentte? Moskova’da!

Acayip bir şey…

Eskiden yani SSCB yani Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği varken Moskova’ya gidip gelen kim varsa Moskova’nın metrosunu anlata anlata bitiremezlerdi. Nereden biliyorsun dersen medyadan derim. Gidip görmek mümkün olmadı. Bu saatten sonra da gideceğimi sanmam…
SSCB dağıldıktan sonra Moskova Metrosu kapatıldı mı? Bildiğim kadarıyla devam ediyor… Ama yine de dünyanın trafiği en sıkışık, karmaşık, çekilmez trafiğine sahip.

İstanbul’da trafiği çözmek için ha bire metro yapıyor…

İstanbul’da araç kullanan arkadaşlara soralım bakalım; Marmararay açıldıktan sonra trafik hafiften de olsa bir azalma oldu mu?

İstanbul, trafik sıkışıklığında bir basamak da aşağı inmediğine göre… Biraz erken mi konuştum? Ben tüm hatların bitmesini de beklerim…

Ha, tüm bunlara bir de dünyanın ikinci değil birinci sırasında pahalı yakıt kullandığımızı da ekleyin! Cabası yani… Benden olsun dedim… J

Sakın metroya karşı çıktığımı sanmayın. Metro yapılmalı. Her kentte olmalı. Kent içi ulaşımın daha konforlu, daha kolay olmalı. Hiç itirazım yok!

“Trafik sıkışıklığı” sorununun çözümü olarak “metro” gösterilmesi hem metroya hem bizim akıl sağlığımıza hakaret...

Metro ile trafik sorunu çözülemezse suçlu metro mu olacak?

Şimdi soruya bir kez daha dönelim…

“Ne o kapitalizmi ehlileştirecek misin?”  

Ben olsam toptan değiştiririm…

-geMici-



BATI-feneri ÇAKMAYA DEVAM EDİYOR… 

14 Kasım 2013 Perşembe

Hava kurşun gibi ağır…

 
Burası Kurşunlu Köyü… Köyün tepesini attırmış maden şirketi. Nasıl attırmasın… Tepelerini kazıyorlar. Ağaçları kesiyorlar. Kesilmesi gerekeni zaten kesmişler… Eşelemişler tepeyi.
İlk yağmurda köye yağmur yerine maden yağacak. Köylü ne yapsın? Sesini duyurmaya çalışıyor. Çanakkale Çevre Platformu tam destek veriyor. Tam kadro oradaydılar. Çevre gönüllüleri de otobüslerle maden alanına dayanmışlar…
Çadırlar kurulmuş hayatı savunma nöbetindeler… Sadece yaşanan, saldırıya uğrayan Kurşunlu Köyü ya da köylüleri değil ki…
Hayatın her alanında… “Hava kurşun gibi ağır…”
Hayatın her alanında saldırı devam ederken, direnç de artıyor. Köylüsünden işçisine, beyaz yakalısından mavi gömleklisine… Gençler bu hareketlerin dinamiği. Onlar da hedef tahtasında… Evde, yurtta, apartta…
İşçinin kıdem tazminatında…
Yeni anayasa yapılacak ya acaba ondan mı mevcut anayasanın maddeleri işletilmiyor. “Yenisi yapılacağından eskisinin hükmü yoktur” bir ilan falan mı yayınlandı da ben görmedim. Olabilir…
Bir şeyler oluyor… Farkına varmadığımız şeyler. Aklımızın yetmediği, hissettiğimiz. Hissiyatlı günlerden geçerken kışa dayandık. Sonrası yine bahar…
İstanbul’u alan Türkiye’yi alır teorisinden olacak tüm gözler partilerin İstanbul adaylarına çevrilmiş durumda. Tam bu noktada Melih Gökçek teorisi geliyor… “Baronlar araba filoları kiralayıp İstanbul’un trafiğini kitleyecekler…” Sonra? İnsanlar dertlenecek ve oylar CHP’ye gidecek… E,eee? AKP kaybedecek demeye getiriyor…
Kim leyn bu baronlar? Fazla kurtlar vadisi jargonu…
Herkes İstanbul derken Çanakkale gibi kentler göz ardı ediliyor… Hükümetin Çanakkale tutumu belli… Adayı da üç aşağı beş yukarı belli… Sonuç?
Sandıkta…
Bunca çevre saldırısı, hayata müdahaleden sonra hala Çanakkale’yi dert ediyorsak sorun siyasete yön verdiğini sananlarda sanırım. Kronikleşen toplumsal krizi yönetemeyenlerde. Politikalar geliştiremeyenlerde…
Peki bunlar ne olacak? Kırpıp kırpıp yıldız yapacak halimiz de yok!
Diren Çanakkale uymuyor… Dayan Çanakkale!
-geMici-
BATI-feneri ÇAKMAYA DEVAM EDİYOR…

7 Kasım 2013 Perşembe

Leoparın kuyruğu...

"Kardeşim çık aradan... Ankara'yı dinliyorum... Gözlerim kapalı..."
"Sen de kimsin?" 
"Barak... Sen de kimsin?"
"Biz yeterince dinledik... Tavsiye etmem... Cameron, David Cameron..."
"Yine Bond ayaklarına yatıyor..."

"Şimdi bu evlerde erkek - kız kalıyorlar..."
"yapma yau? Kim bunlar?"
"Bunlara genç diyorlar... Bize uzak bir zaman..."
"Şimdi zaman mevzuna takılmayın. Biz muhafazakar ve demokratik bir partiyiz..."
"Parti dediniz de parti de veriyorlar... Ha-han da burada yazıyor..."
"O ne?"
"Rapor..."
"Kim yapmış?
"Tosun..." 

"Yau biz Merkel'i dinlemiyor muyduk?" 
"Çok sıkıcı... Hep aynı şeyi tekrarlayıp duruyor. İlle de yerli otomobil diyor"

"Bu apart mevzusunu anlamadım..."
"Tercüme hatası... Abartıyorlar..."

"Arkadan saldırdı..."
"nasıl saldırdı?"
"Bas baya... Arkadan!"
"Görmeden saldırdı..."
"E-eee....?"
Dayı oğlu da bastı tetiğe..."
"Son pardus..."

"Derisini bakanlığa asalım..."
"satalım, çok para eder..."

"Kızlar gece de kalıyorlar mıymış..."
"Bilmiyoruz... Israrla yan yana duruyorlarmış..."
"Bunlar gezide de öyle durdular..."

"Bir film vardı? Adı neydi?"
"Leopar..."
"daha uzun..."
"Uzun leopar..."
"Çık değil..."
"Kısa ve kalın..."

"Cameron..." 
"Efendim abi..."
"Ne leoparı?"
"kar leoparı olabilir abi?"
"Dişi mi erkek mi?"
"Son erkek... Pardon son pardus..." 
"Oğlum o işletim sistemi değil mi?"
"İşletiyorlar bizi..."
"Bak şimdi aklıma geldi..."
"Ne geldi?"

"Leoparın kuyruğunu tutma. Tutarsan da bırakma."

-geMici-

gemici@yandex.com

BATI-feneri ÇAKMAYA DEVAM EDİYOR...

NOT: Bülent abi ne oldu logo işi. Bir türlü açıklanmadı... Merakla bekliyorum. Israrla beni seçmeye çalışma ben katılmadım... :)

Hayrola be oldu?



Hüseyin Avni Bostsalı'nın Cumhuriyet Bayramı Resepsiyonunda verdiği demece göre... Şimdi bu da kim diye soracaksınız... Siz sormadan ben yazayım; Türkiye Cumhuriyeti Kahire Büyük Elçisi... Önemli bir adam yani. Hele bir de son aylarda AKP Hükümeti'nin Mısır konusundaki hassasiyetini düşünürseniz büyükelçinin önemi daha da hassasiyet kazanıyor.
 
İşte Mısır Büyük Elçimiz yaptığı açıklamada Tahrir olaylarını bir devrim olarak kabul ediyor.“Tahrir Devrimi’nin hedefleri tüm dünya tarafından ve Mısır halkının 7’den 70’e tüm fertleri tarafından destekleniyor, Mısır halkının isteklerinin yerine geleceğine inanıyoruz” 
 
Tüm Mısır halkı tarafından kabul ediliyormuş... Dün Mahkeme karşısına çıkan Mursi de darbeyi acaba "devrim" olarak kabul ediyor mu? Meydanları dolduran "Müslüman Kardeşler başka bir ülkeye ihraç ürünü olarak mı gönderildi? Ne oldu Rabiatül Adeviye meydanını dolduran kitlelere? 
 
"Biz biliyor ve inanıyoruz ki 25 Ocak 2011'de başlayan Mısır devrimi, Mısır ve bölgede demokrasi, adalet ve hürriyetin habercisidir" 
 
Hayrola?
 
Mısır Büyük Elçisi kafasına göre takılıp da kişisel görüşlerini mi yoksa Türkiye Cumhuriyeti'nin görüşlerini mi zikrediyor? Eğer kendi görüşlerini dile getiriyorsa sorun başka bir yerde demektir. Sayın Büyük Elçi kafasına göre takılıyor demektir ki bu daha da tehlikeli bir "dış politikamız" olduğunu gösterir. Gösterir ve acilen -onaylarsınız ya da onaylamazsınız- hemen merkeze çağrılıp yeni bir elçi atanmalıdır. Türkiye Cumhuriyeti'nin temel dış politikalarını elçiler belirleyemez!
 
Eğer hükümetin dış politikada, özellikle Mısır politikasında bir değişim söz konusuysa, yani bugüne kadar derbecilere derbeci demekten vaz geçildiyse bunu da bilmek bizim hakkınız. Eğer bugün darbecilere darbeci denmekten vaz geçilecekse 12 Eylül generallerine ve gündemde yer alan Balyoz, Ergenekon, 28 Şubat ve benzeri darbelere de pek yakında darbe denmekten vaz geçileceğinin sinyalidir.    
 
Oysa 25 Ağustosta Başbakanımız yaptığı konuşmada; "Mısır’daki olaylar karşısında susmak, çok ağır bir vebalin altına girmektir. Özellikle bilim insanlarının, üniversitelerin bu hadiseler karşısında daha gür bir ses çıkarmalarını beklerdim, ama bu olmamıştır. Zira bugün susulur ise yarın konuşmaya, itiraz etmeye kimsenin hakkı olamaz. Bugün darbeye darbe diyemeyenin yarın bir hastalık veya bu hastalık bütün vücuda sirayet ettiğinde, darbeye darbe demesi hiç bir anlam ve ağırlık ifade edemez” demişti...
 
Zaman akıyor... Kelam uçuyor. Yazı kalıyor... Yeter ki buza yazmayın! Yeter ki ıssızlığa konuşmayın! Modern dünya kaydediyor...
 
-geMici-
 
 
BATI-feneri ÇAKMAYA DEVAM EDİYOR...
 
NOT: Aziz Yıldırım kazandı! 3 Temmuz sürecini kongre üyeleri tarafından yerle bir edildi. Her alanda söz sahibi olmak isteyen "erk" Fenerbahçe Cumhuriyeti tarafından yerle bir edildi. Tüm "Solaçık" ve Fener taraftarlarını bir Galatasaraylı olarak coşkuyla kutluyorum... Tebrikler... Pazar günü maç sonucu ne olursa olsun "solaçık, çarşı, tekyumruk" kazanacak... 

2 Kasım 2013 Cumartesi

Hayat başka bir şey…


Bazen sinir bozucu olabilir… Bazen çok katlanabilir… Bazen çekilmez… Ama “hayat” sadece bir tanedir… Ve “Cübbeliye” katılmıyorsanız yaşadığınız sizsiniz… J

Orhan Veli, Kanyaktan bahsediyor… Olsa da içsek. İçemezsiniz… YOK! Neden içemiyoruz acaba?
İçemezsiniz… Çünkü “kanyak”ın merkezi Çanakkale’ydi… Yok ettiler… Kapadılar…

Kapanan sadece bir kanyak fabrikası değildi… Binlerce dönüm bağ kütüğünün köklenmesiydi…
Bir üzüm cinsinin yok etmekti! KARASAKIZ…. Şimdi yok!

Fabrikayı tekrar yapsanız da KARASAKIZ yok!

Öldü…

Kurşun sıktılar…

Hala aynı yalan… “Biz kimin hayat biçimine müdahale ettik?” diye… Etmiyorlar, yok ediyorlar!
Faşizm, çoğunluktur. Çoğulcudur….

Sanki bu iki kavram farklıymış gibi davranıyorlar… Belki farklı ama aynı anlamda kullanılıyorsa demokrasi nasıl bir Sürey’ya?

Şimdi kötü…

Farklı yerlerde olmanın acısını içselleştiriyoruz…

Film değil, şiir de değil… Yol almak! Yolculuk!

“Boğziçi” İstanbul… Orhan Veli… Çanakkale?

Deli, Sermet, Arnavut, Müzisyen, Teneke, 21, Sinema, Kazma, Balta, Kitapçı, Başkan, Niyazi, Yazko, Fotokopi….

Unutulan birkaç kişi… Hepsi bir yazıya sığar…

Kahretsin!

Vietnam’da ördekler, mobiletler bir de “Mihriban” vardı…

Mihriban, Faşist…. Diğer sevgili Sosyalist! Yok böyle bir şey…. Yatarsın ve seversin! Yarsız! Renksiz…

Karasakıza dönelim mi? Olmayana… Olması istenmeyene… Şimdi Belediye adayı “millet-vekili” Hangi kara, hangi sakız, hangi beyazlık?

Utanırım… Binlerce dönüm karasakız adına…

Bence aday göstereceklerse adı “KANYAK” olsun… “Mehmet” dediğin renksiz! Biraz da sahtekar “bordo” olsa, yetecek. Olamıyorlar…

Türbanlı “karasakız” diye de bir şey yok!

-geMici-


BATI-feneri ÇAKMAYA DEVAM EDİYOR...