28 Mart 2013 Perşembe

Bugün seçim startı verildi…


29 Mart 2013… Tam bir yıl sonra bugün yerel yöneticilerimizi seçmek için sandık başında olacağız… Şimdiden hayırlı olsun. Kimin seçileceğini bil(e)mem…  Bildiğim zamanın hızla akıp gittiği ve son seçimin üzerinden dört tane 365 günün geçip gittiği…

İlk atağı 18 Mart’ta AKP yaptı. Bünyesine güçlü isimler kattı. Dengeler birden bire değişti. Mehmet Çelen gibi bir gazeteci AKP rozeti taktı. Erenköy Belediye Başkanı Alaattin Özkurnaz’ın geçtiği iddiaları var. Bilmiyorum. Kendisi de bilmiyor zaten. Kendisinin bilmediğini benim bilmem mümkün değil…  

Tabi, Alattin’in adı Mehmet Çelen gibi güçlü(!) değil. Yine de AKP’ye güç katacaktır. Yalnız bir sorun var; Alattin Özkurnaz’ın AKP rozeti taktığından kendisi neden bilmiyor? Bunun bilgisini kentle paylaşmanız harika ama arada sırada rozet takanlara da haber verseniz iyi olmaz mı?  

Transferler devam edecekmiş… Transferler arasında Kepez Belediye Başkanı Ömer Faruk Mutan, Sermet Atadinç’in adı geçiyor… Sermet Atadinç’in dünkü yazısından anlaşıldığına göre onun da haberi yok. Tesadüf bu ya; Kepez Belediye Başkanı Ömer Faruk Mutan’ın da haberi yok! Telat Koç’un da… İnsan bir telefon açar, telefon olmadı mesaj geçer, o da olmadı duman işaretiyle bildirir…

Bunlar transfer oldu oldu, olmadı benim de birkaç transfer önerim var…

Karim Benzema Arsenal ve Manchester United'ın transfer listesinde. 23 yaşındaki Fransız yıldızın bonservis bedeli £22 m.

Napoli'nin 23 yaşındaki Slovak Yıldızı için £26 m bonservis bedeli istiyor. Marek Hamsik Manchester United ve Milan'ın transfer listesinde.

Lyon'un Brezilyalı solbeki Juventus, Arsenal, Liverpool'un transfer gündeminde.27 yaşındaki Michel Bastos bonservis bedeli £15 m.

Barcelona ve Tottenham, Giuseppe Rossi'yi kadrolarına katmak için birbirleriyle yarışıyor. Villarreal'in yıldız oyuncusu için belirlediği bonservis ücreti £25 m.

Napoli'nin 23 yaşındaki Slovak Yıldızı için £26 m bonservis bedeli istiyor. Marek Hamsik Manchester United ve Milan'ın transfer listesinde.

Bayern Munich'ın 29 yaşındaki yıldız oyuncusuna Juventus talip. Franck Ribéry için £40 m gibi bonservis ücretinden bahsediliyor.

Arsenal'in 24 yaşındaki yıldız oyuncusu bu tranfer döneminde de adından çok söz ettireceğe benziyor.Barselona'ın Cesc Fábregas ısrarı hala devam ediyor. Cesc Fábregas için £50 m'luk bonservis ücretinden bahsediliyor.

Maradona bedavaya gelebilir… Lakin kondisyonu yetmeyebilir. Önermem… Ayrıca Kolombiya’dan ithalat çok zor… Arjantinli olduğunu ben de biliyorum J

Kangırlı’dan “geMici” de yakinen düşünülmeli… Hatta bir iki mesaj çekilmeli… Çok enteresan cevapları olabilir. Denemekte yarar var… En azından bir iki cevap duymak için… Şiddetle öneririm… 50 yıldır da gösterdiği performans göz dolduruyor. Hatta ayrıntılı bilgi için http://batifeneri.blogspot.com adresine girip bir ön bilgi almak iyi olacaktır…

30 Mart 2013’te bu yazının devamını yazacağım… Az sonra… (Bir yere not al)

-geMici-


BATI-feneri ÇAKMAYA DEVAM EDİYOR… 

Not: Yarın 30 Mart... Kızıldere katliamının yıl dönümü... Birileri de çıkıp da Kızıldere katliamının ardında yatan gerçekleri açıklasa... Kontrgerillanın rolünü? Kimlerin tezgahladığını? Gerçek katilleri? Neden ısrarla görmemezlikten gelindiğini? Soru çok... Bir tek doğru düzgün cevap yok! Sahtekar yalanlarınızı öpeyim...

25 Mart 2013 Pazartesi

Meşhur olomanın yolu; BATI-feneri...



Bugün biraz reklam yapacağım... Şimdiye kadar hep başkalarının reklamını yapıp meşhur ettim, yeter. Bir kez de kendimin reklamını yapayım istedim... Becerebilirsem yani... Beceremezsem kimse kızmaz. Becerirsem ben de bu medya dünyasında on beş dakikalığına da olsa meşhur olmuş olurum.


Bu internet acayip bir şey... Bir blog sahibiyim... Yo, öyle tarla benzeri bir mal varlığı değil benimkisi... İnternetten bedava bir yerim var. Üzerine bina, otel falan kurulmaz yani... Orada yazılarımı yayınlıyorum. Salı, Cuma Çanakkale Olay'da yayınlanan yazılarımı oraya koyuyorum. Arada gazetede yayınlanmasında sakınca yaratacağını düşündüğüm ya da gazetede okunmayacağını düşündüğüm yazılarımı da koyuyorum...



İşte bu blogun okuyucuları pek acayip... Dünyanın her yerinden giren girene. Mesela kimler girmiş diye sorarsanız ilk başta Amerika var... Haftada 101 kere Amerika Birleşik devletlerinden girilmiş... Yau, ben İngilizce yazmıyorum ki... Obama herhalde tercüme ettiriyordur diye düşündüm. Amerika'da yaşayan Türkler de giriyordur belki... Tabi kimin girdiğini göremiyorum ama Pensilvanya'dan da girildiğine eminim...



Amerika'dan sonra sırayı Birleşik Krallık alıyor... 83 takipcimde oradan var... Kraliçe bir, Charls iki, David Cameron üç... Ben üçe kadar sayabiliyorum... Diğer 80 kişi hakkında hiç bir bilgim yok! Bana birer mail atarlarsa listeyi yayınlarım. İşin garibi hiç bir yorumda da bulunmamaları... Garip işte...



Hollanda'ya hayatım boyunca gitmedim... Yüzünü bile görmediğim 24 kişi de oradan girmiş iyi mi? Herhalde internette “lale” kelimesini aradılar karşılarına ben çıktım. :))



Japonya... Bak şimdi! Evet Japonları severim de beni seven 20 Japon kim? Vardır herhalde bir hikmetleri... Japonya'dan elektronik posta bekliyorum... Evet, Japon'ların Çanakkale'ye bir ilgileri mutlaka vardır. Ama bana niye ilgi gösteriyorlar? Daha doğrusu benim bile okumaya katlanamadığım yazılarıma...



Almanya beni feci şekilde hayal kırıklığına uğrattı... sadece 14... Oysa en kalabalık Türkçe nüfusu orada... Zaten Almanlara pek güven olmaz. Ne zaman ne yapacakları belli değil. Bakarsın Türkiyeyi bir gecede AB'ye almışlar ya da dan diye bir kapı sesi... Konuşmaya bile değmez...



Helal olsun Putin'e... Her gün aksatmadan yazılarımı okuyor... Polit Büroya da tavsiye ediyor sanırım çünkü 13 kişiler... Baltacı'nın da bloğu olsaydı o da bu kadar okunurdu... Yani kendimi başarılı buldum. :))



Güney Kore ile tek bağım kullandığım telefon... Başka da hiç bir bağlantım yok! Bir telefon için de 12 Güney Koreli'nin benim bloğuma girip anlamadıkları yazılarımı okumaya çalışmaları hakikaten göz yaşartıcı... Bu Güney Koreliler de ahde vefa var...



Futbol'un sambacıları Brezilyalılar da benim blogta top koşturuyorlar... Aralarında kırmızı kart görenler olmuş ki sahada (pardon blogta) sadece 8 kişi...



Ve en sonda da Kolombiya var... Kolombiya'dan tanıdıklarıma selam olsun... Bir ara buralara gelirlerse mutlaka bana da uğrasınlar. Kolombiya özel ilgi alanıma girer... Liberal ülke ne de olsa. Herşey serbest... Severim Kolombiyayı... Bugüne kadar hiç bir alışverişim olmasa da severim...



Orta Asya'dan Kazakistan, Türkmenistan, Kafkaslardan Gürcistan, Uzak doğudan Çin'den de girip çıkanlar var ama tek tük... 1,5 milyarlık Çin'den iki kişinin olması beni kahretti. En azından dörtlü çetenin tamamı girer diye ummuştum. :))



Google giriyorsun “batifeneri” yazıyorsun en üstte çıkan link, “BATI-feneri ÇAKMAYA DEVAM EDİYOR...” Ona tıkladın mı doğruca blogtasın... 

İnsan meşhur olunca yürüyüşü de değişiyor...



-geMici-



gemici@yandex.com



BATI-feneri ÇAKMAYA DEVAM EDİYOR...

21 Mart 2013 Perşembe

Şimdi her şeyi konuşma zamanı...

Her şeyi açık açık konuşmamız şart oldu. Hiç kıvırmadan doğru dürüst konuşmak zorundayız. Yarın geç! Şimdi! Yoksa bu işin sonu kötü... Çanakkale yok olup gidiyor. Geriye sıkılmış posası kalacak! Sadece yok olan kent merkezi olmayacak! İlin tamamı yok olup gidecek! Ne elma, ne hayvancılık, ne meyvecilik, ne domates, ne turizm ne de üniversite kalacak! Geriye terk edilmiş bir kara parçası kalacak! 

Benim terk etmem kolay… Bir pantolonum var. Çekerim kıçıma çeker giderim. Ama siz gidemezsiniz. Sizin yatırımlarınız var… O yatırımlarınızı sırtlayıp götüremezsiniz. Adam aklına geleni konuşuyor… Lafın nereye gittiğini anlayabilecek kapasitede değil. Dünyanın yatırımını yapmış… Hala; “Yat otoparkına karşı çıkanlar neden çıktığını açıklasın. Yoksa bunun altında başka şey ararım” diyor… Gel ara salak! Bir şey biliyorsan açıklarsın geri zekalı! O sattığın tenekeleri başka kentte sana sattırmazlar. Burada dümenini kurmuşsun! Nemalanıp gidiyorsun… Bu kent yok olup giderse, bu senin de sonun. Farkında mısın? Değil tabi… 

Dün neysem, bugün de oyum! 16 yaşımda sosyalisttim, şimdi de… Emeğimle geçindim! Marksın formülleştirdiği + değerle yaşamadım! Gün geldi yoksulluğumu paylaştım! Dün bu böyleydi, bugün de bu böyle! Bunun altında bulacağın sadece –bir kıymeti varsa- erkeklik organımdır! Erkeklik de organla olmaz! Salak! 

Sevgili yatırımcılar, kentin kıymetli sermayedarları… Bir daha düşünün! Çabuk kavraya bilirsiniz. Bırakın o vakti geçmiş “biz ne yapıyorsak, kent için, Çanakkale’miz için yapıyoruz.” cümlelerini. O cümleler erken kapitalizm lafları… Sizden çok daha büyük sermaye gurupları bunları artık ağzına almıyor. Hiç olmazsa okuduğunuzu anlamaya çalışın! Sevimliliklerini, toplumsal onaylarını artık hamaset üzerine kurmuyorlar… Koçum; zaman değişti! Bu işler İstanbul’da döviz işi yapmaya benzemez! Akıllı ol! Olamıyorsan doğru düzgün reklam şirketleriyle çalış! Bu sarf ettiğim laflar için de senden danışmanlık ücreti istemiyorum! Yeter ki bir faydam dokunsun! Kente taşra muamelesi yapma! Taşra, körlüktür… Bu kent görür, duyar, lafını kor!

Termik santrallerin olduğu yerde turizm murizm ol(a)maz! Termik santraller Çan’la başlamıştır! Peki, kim sürdürmüştür rüzgarın cumhuriyetinde bu termik santralleri? Bülent abim… Yani termik santral sermayesinin öncülüğünü yapmıştır! Yaptıkları yetmemiş gibi yenilerini de dikmeye karar vermiş midir? Evet, vermiştir…

Peki, Bülent abim bir termik santral cumhuriyeti kurarken, Doğan görünümlü mobilyacının ve diğer yatırımcı sermayenin başı kel mi? Benimkisi kel, geç beni… Ama onların kel değil! Onlar da kuracak! Niye kıpraşıyorsunuz! 

O çıkan dumanlar, kükürtler termik santrallerin başına mı yağacak? Yok, öyle bir şey… Bir coğrafyanın canına ot tıkayacak! Çevreci Termik Santraller Oda başısı Bülent abim feci şekilde çalışkan bir abimdir ve tüm bunları tüy diker gibi dikecektir! Doğru bir şeyin altını çizeyim… Aralarındaki en akıllı adam da odur!

Benim garibime giden, o tüy dikerken onun dümen suyunda hamasetle dolaşan salaklar… Bindikleri dalı kestiklerinin farkında olmamaları ve hala abuk subuk “bir şeyler ararım” tehdidiyle aba altından sopa göstermeye çalışmaları… Yapmaları gereken laf yetiştirmek yerine; “yau biz ne yapıyoruz?” cümlesini hayatlarında bir kez de olsa kendilerine sormaları… Ne diyeyim sana benim kalın kafalı kardeşim… 

Altıncılar bir taraftan, termikçiler bir taraftan kenti yok ederken suskun kent sermayesini anlamadığımı baştan söylemiştim ama benim anlamadığım siyasetin suskunluğu! AKP il başkanının suskunluğu! CHP il başkanının suskunluğu! MHP il başkanının suskunluğu! Konuşma zamanı şimdi! Hemen… Bu il başkanları kent yok olduktan sonra başka kentlerde siyaset yapabileceklerini mi sanıyorlar? AKP’nin milletvekilleri nerede? İl genel Meclisinde iktidar olanlar nerede? Niye susuyorlar? 

Taraflarını açıklasınlar! Kent saflarını bulmalı! 

-geMici- 

gemici@yandex.com 

BATI-feneri ÇAKMAYA DEVAM EDİYOR…

Futbolun marşı...



Bugün milli maç var… Yerini bile bulamadığım bir ülkeyle; Andora… Kesin yenmemiz gerekiyormuş. Esnaftan oluşmuş sadece bir yarı profesyonel futbolcusu olan Andora’yı yenmemiz gerekiyormuş. Pek emin değiller yani. İddia (h2) vermiş. Yani Türkiye’yi galip sayabilmek için en az üç fark atması lazım diyor. Sadece bir profesyonel futbolcusu var ve bizim üç fark atıp atamayacağımızı şüpheli buluyor.

Nüfusu yüz binin altında. Çanakkale’den bile küçük… Yine de üç fark atıp atmayacağımız şüpheli…

Takım sahaya çıkacak… Yan yana 11 adam dizilecek. Hep bir ağızdan, coşkuyla Milli Marş okuyacaklar… Yenip yenmemeleri şüpheli… Ama yine de milli marşımızı okuyacaklar… Andora’nın milli marşı var mı bilmem ama Fransızların var… Onların da milli takımı var. Milli futbolcularından biri Cezayir kökenli Karin Benzema…

Fransa'da gündem; Karim Benzema. Maçlarda Fransız Milli Marşı okumadığı için ülkede eleştirilerin hedefi olan Cezayir kökenli Benzema; "Bana kimse marşı söyletemez" diyerek adeta meydan okudu.

2014 Dünya Kupası Elemeleri’nde, Gürcistan ve İspanya ile çok kritik iki karşılaşmaya çıkacak Fransa'da, tartışmaların odak noktası Karim Benzema. Cezayir kökenli Real Madridli futbolcu; milli maçlar öncesi ulusal marşı söylemediği için eleştiriliyor.
25 yaşındaki futbolcu buna karşın, kamuoyundan yükselen hainlik suçlamalarını kabul etmiyor.

Hakkındaki tartışmalar devam ederken, Fransa'da bir radyo programına bağlanan Karim Benzema; kimsenin kendisini ulusal marşı söylemeye zorlayamacağını dile getirdi.

"Milli takımı seviyorum. Fransa adına oynamak bir hayal. Ancak insanlar bunu nasıl problem haline getiriyor anlamıyorum. Bana kimse marş söylemem için baskı yapamaz" ifadelerini kullanan Benzema; daha önce Zinedine Zidane'ın da milli marşı söylemediğini hatırlattı.

Benzema; "Maça gelen bazı taraftarlar da marşı söylemiyor. Marştan daha önemlisi; birlik olmak" diye konuştu.  (NTVSPOR)

Almanlarda da aynı durum var… Onlarda da sorun Podolski ve Mesut Özil… Alman homurtusu 1939 öncesini andıran bir homurtu. Fransa’nın ki daha çok Cezayir yenilgisi sonrasını andırıyor. Yenilginin, savaş çılgınlığının histerik önsezileri… Zaten Avrupa’da her yüzyılda bir faşizm yükselmese rahat edemezler… Bu ayrımı kıta bazında yapamazlarsa uluslararası arenada yaparlar… AB’nin de çatırdaması biraz da bundan… Barış, Avrupa’ya fazla geliyor… Roma İmparatorluğunun arenalarından çağdaş futbol arenalarına taşınan şiddet (Tribün şiddetinden bahsetmiyorum. O ıvır zıvır… Siz şiddetin kurumsallaşarak genlere gömülmesinin şiddetine bakın!)

Dönelim Milli Takıma… Hep bir ağızdan söylenen Milli Maç, skora bir türlü yansımıyorsa sorun söyleme biçimimizde ya da coşkuda aramamak lazım. İşin biraz da ötesine, tam yağlı güreşe benzeyen hayat görüşümüzün efsanelerinde aramalı…

Futbol mu? Stat yapıp da saha yapamayan Galatasaray… Avrupa’ya deplasmana giden Fenerbahçe seyircisinin sahte biletle maça girmeye çalışması… Beşiktaş’ın birkaç yıl Edirne ötesine geçmesinin ekonomisi… Trabzon’un iki yıl öncesinden alan kupa fetişizmi… Ve figürasyonda Anadolu…

Hep birlikte coşkuyla ve kuşkuyla…

-geMici-


BATI-feneri ÇAKMAYA DEVAM EDİYOR…

14 Mart 2013 Perşembe

Börtü böcek…


Böcek komisyonu çalışıyor… İlk ulaştıkları bilgi son on yılda 470 bin kişinin dinlendiğine dair… Nüfusumuzun 75 milyon olduğunu düşünürseniz sayının büyüklüğü ortaya çıkıyor…

Biraz hesap yapalım… Bu 470 bin kişi arasında 18 yaş ve altının olacağını sanmıyorum. Her ne kadar “çocuktan al haberi” dense de bu kadar da ileri gittiklerine inanmak istemiyorum. Bakın ne kadar iyi niyetli bir salağım… 18 yaş altını hesap dışına çıkarıyorum… Nüfusun 20 milyonu gitti yani? Geriye 55 milyon kaldı…

Nüfusumuzun yüzde 12’si engelli… Onları da çıkar geriye kaldı 47 milyon… Şimdi engelli arkadaşlar karşı çıkacak; “ne o biz yandaş engelli olmak zorunda mıyız?” diye… Şurada kaba bir hesap yapıyoruz. Konuyu saptırmayın!

Yedi milyon da yaşlılar kontenjanından çıkaralım elde kaldı 40 milyon potansiyel dinlenecek şahsiyet… Daha çıkacak çok insan var…

10 milyon da fasulyeden yaşayanları çıkartın kaldı 30 milyon… Bu fasulyeden dediğim kişiler Bülent abim gillerden olan kısım değil… Onları sonra çıkaracağım… Bu 10 milyonu nasıl tarif etsem acaba? Ha, buldum… Düğünlerde “Ankara’nın bağları, büklüm büklüm yolları, ne zaman sarhoş olsam kaldıramıyom kolları…” eşliğinde göbek atanlar sınıfı diye tanımlayabiliriz…

Gelelim Bülent abim gillere… Kendilerini kentlerin sahibi sanan… Kurdukları “sermaye” derneklerini ısrarla “sivil toplum kuruluşu” olarak yutturmaya çalışan, bu ulvi duyguyla zırt pırt basına demeç verip bir şeyler ima etmeye çalışan kesim… Duyarlı ve duygusal kesim… Ha işte o arkadaşlar… Onları da çıkar… Kaldı 25 milyon… Çık, bu Bülent abim giller 5 milyonu geçmez…

5 milyon da “bu saatten sonra şekil verilemez” kısmı çıkar… Bunlar kim? Hani dördüncü element tahtaya vurunca çıkan odunsu bir ses var ya… O sesle özdeşleşmiş kesim… Kaldı 20 milyon…

2011 seçimlerinde 21 milyon oy alan iktidar partisini de çıkar kaldı eksi (-) bir milyon… Eh dinlenen 470 bin kişi kendi kendilerine dinlemiyorlardır sanırım… Bu kadar adamı kaç kişi dinler acaba? 3-5 bin diyelim… Toplam eksi bir milyon 3-5 bin…    

Şimdi soru şu: Bu 470 bin kim? Bir tanesi Deniz Baykal… Üç beş tanesi de MHP yönetimindeydi… Kamuoyunun bildikleri bu… Geriye ne kaldı 470 bin eksi üç, beş… Sonuç 469.995… !

Ben bu listenin hemen açıklanmasının iyi olacağını düşünüyorum… Kim bu hiçbir hesaba uymayan, aykırı 469.995 kişi?

Bunları dinledikleri iddia edilen kurumlara sormak gerekir, nereden buldunuz bu kadar dinlenecek insanı da dinlediniz diye? Hatta dinlenmesine izin veren hakimlere?

Tam liste yayınlanırsa biz de öğrenmiş oluruz... Bir muamma daha çözülür…  Hesap ortada… Memlekette dinlenecek “adam” yok! Hatta bu listede Silivri sakinleri de yok! Aziz Yıldırım ve arkadaşları da…

Bizde bu dinleme olayı teknolojide geldiğimiz son nokta. CERN’de deneyler devam ediyor… Sonunda “tanrı parçacığını” bulduklarını açıkladılar. Peki, buldular da ne oldu? Bu neyi kanıtlar? Bu parçacık büyük patlama teorisinin kanıtlanmasının ilk adımıydı. Evren başlangıçta bir enerjiydi. Büyük patlama olmuştu ve evren oluşmuştu. Ama enerjinin nasıl maddeye dönüştüğü bir türlü cevaplanamıyordu. Bu deney 14 milyar yıl önce yaşananların özetiydi.

Hristiyanlara göre “yok böyle bir şey” Onlara göre yeryüzünde bir tanrı parçacığı zaten var. O da Papa… Yenisini seçtiler… Arjantinli bir parçacık…Arjantin’den sadece devrimci değil, papa da çıkıyormuş… Zaten Latin Amerikalı din adamları hep devrimcilerinin saflarında yer almışlardır. Bir ellerinde silah, diğer ellerinde İncil’le…

Yoksulluğun paydasında bir araya gelmiş insanlardır Latin Amerika devrimleri…   

-geMici-


BATI-feneri ÇAKMAYA DEVAM EDİYOR…
  

11 Mart 2013 Pazartesi

Sızıyor… Yeter ki siz sızdırmayın!


Günlerdir kimin sızdırdığı konuşuluyor…

Bak, kimin sızdırdığını açıkla yoksa ben açıklamak zorunda kalırım…” Eh, biraz tehdit vari bir durum var tabii. O kadar olacak.
Valla sızdıran arkadaş açıklayın demeden ya da kendisi açıklamadan açıklayamayız.” Haber kaynağı mühim... Basın etiği işte bu!
Fazla lafa gerek yok! Delikanlılık bize kalsın. Bugün açıklayacağız. Hatta açıklamak üzereyiz.” Bir hatamız varsa açıklarız. Tırsmayız babından…
Siz ne konuşuyorsunuz? Bu tamamen kitlesel ihmalin sonucu yanlışlıkla sızmış bir durum… Herkes hatasız…” Bir kılıf da ben yaratayım ki, siz büyüklerimize bir yardımımız olsun tespiti…
Tüm bunlardan anlaşılan şu: Bir sızma var ve bu bizi hiç mi hiç ilgilendirmiyor… İlgilendirmediği için de günlerdir sahneleniyor. Sızsa ne olur sızmasa ne olur?
Kadınlar 8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü için Kadıköy’de miting yapıyor… Miting bitmiş, kadınlar dağılmış ama bir gurup Bursa taraftarı kadınlara saldırıyor 10 kadın yaralı… Allahtan miting Numune Hastanesine yakın. Kadınların üzerine kim sızdırdı? Orası belli değil… Çünkü taraftarlar otobüse bindirilip gönderiliyor…
Hatay’da Kadın Platformu üyesi yüz kadar kadın; “Savaşa, kadın cinayetlerine, tacize, tecavüze, şiddete, emeğimizi sömürenlere karşı yaşasın kadın dayanışması” yürüyüşüne polis biber gazı sızdırıyor… Günün anlam ve önemine uygun bir durum. Zaten bir sızma olacaksa böyle alenen açık seçik olmalı… Arkasında kim sızdırdı? Nasıl sızdırdı? Neden sızdırdı? Bireysel mi yoksa kitlesel bir sızdırma mı? Gibi muallakta bir soru bırakmamalı…
Netice itibariyle peynirin kilosunun fiyatı bellidir, ekmeğin fiyatı bellidir, asgari ücretle geçinirsiniz.” Diye bir formül sızdırdı Çalışma ve Güvenlik Bakanı Faruk Çelik. Tüm sızdırmalar içinde bu mühim bilgi sızdı gitti…
Bu asgari ücret geyiği ben bildiğim bileli yapılır, asgari ücrette bir değişiklik olmaz!
Çanakkale’de bir sızma şimdilik yok! Sızmayı bekleyen tonlarca siyanür Kuzey Biga Madenciliğin depolarında hazır. Kanada’dan sızma açıklamaları geliyor… “Çanakkale’de maden işleri iyi gidiyor. Yöre halkıyla ilişkilerimiz mükemmel. Hiçbir sorunumuz yok!” Adamlar işi halletmişler sızdıracaklar…
Zaten termik santrallerimiz sızdırıyor, hatta yenileri sırada… Ama siyasetçilerden tek laf sızmıyor… Sahi yau, nerede bu kentin siyasetçileri?
AKP milletvekilleri ne düşünüyor bu konuda? Altın madenleri konusunda bir görüşleri mutlaka vardır. Kurulacak termik santraller konusunda mutlaka bir şey düşünüyorlardır. Acaba ne?
El altından da olsa biraz bilgi sızdırsalar da kent de öğrense…
18 Mart haftasına girdik! Bu hafta bol bol hamaset sızacak… İzmir girişine konulan top pek hoş duruyor… Benim bir önerim var! Bursa girişine de bir top bulalım… Orası da memleket toprağı… Sanırım bir yerlerde gözden uzak, atıl top vardır. Hatta iki tane bulursak, bir tane de iskele meydanına koyalım. Üç tane bulursak Özgürlük Parkı’na da çaktırmadan sızdıralım…
Dört, beş olursa nur topu gibi geleceğimiz yaşlanmaz…
-geMici-
BATI-feneri ÇAKMAYA DEVAM EDİYOR…


8 Mart 2013 Cuma

Hugo Chavez…


…de gitti… Vay be, köşe köşelikten çıktı ölüm ilanlarına dönüştü... Hadi bakalım bu iş nereye varacak! 2012 kötü bitti, kötü başladı… Hayat…

Latin Amerika’nın en renkli liderlerinden biriydi. Sonuncusu zaten Fidel Castro... O da iyice yaşlandı. O da gidince Latin Amerika’da kartlar bir kez daha dağıtılacağı kesin. Ama oralar bize benzemez. Halklar daha örgütlü, daha bilinçli, sorunlarına sahip çıkan duruşlarıyla Amerika’ya gülümsüyorlar…  Amerika ekonomik çıkmaza sürüklendikçe Latin Amerika toparlanıyor… Latin Amerika’nın ahı tutmuş olmalı… E, yılların sömürgesi koskoca Latin Amerika bu… Ahı fena tutuyor! Darısı bizim başımıza…

Chavez bir diktatördü… Diğer Avrupalı liderler gibi. Seçimle iş başına gelmişti. Arkasında geniş bir halk desteği vardı. Asker kökenli olması onu diğer seçimle gelmiş diktatörlerden daha kötü yapmaz. Her zaman Amerika karşıtı bir siyaset izledi. Amerika karşıtı blokta yer aldı. Bugün ben de aynı yetkiye sahip olsam aynı siyaseti izlerdim. Zaten Chavez’e “diktatör” yaftası bu propagandaların sonucudur.

Arka arkaya seçim kazanmış bir “diktatör…” Almanya’da, Fransa’da, İngiltere’de olunca başbakan deniyor ama Venezüella’da olunca diktatör… Emperyalizm ya da “küresel yutturmaca”nın karşısında yer alırsanız adama diktatör derler. Halkların yanında olursanız, seçimle de gelsen adın aynıdır: Diktatör…

Chavez 1954 doğumlu… Latin Amerika’nın genç devrimlerine tanıklık etmiş bir lider. Bir çoğu CIA karşısında başarısız olmuş ya da hedefe ulaşamamış hareketin arasından bildik demokratik sistem içerisinde var olmuş bir lider. Sonuna kadar da sosyalizm savunmuş, sosyalist ekonomik ilişkileri hayata geçirmeye çalışmış bir “diktatör…” Zaten sorun da burada ortaya çıkıyor… Sosyalistsen diktatör olmak zorundasın… Amerika, sermaye, kapitalizm seni öyle pazarlıyor… Eğer sefaletin tanrıları karşısında sessiz, sakin ve tüm koşulları kabul edersen “kaliteli” liderler sınıfına girersin ve Arjantin’de olduğu gibi memleketi terk edip kaçarsın…

Çalarsan, çırparsan, peşken çekersen senden iyisi olmaz… Makbul adamsın(!) Adama demokrat derler, liberal derler, işi biliyor derler, akıllarına seni dürtmek için ne geliyorsa derler...

Evet, Che gibi yakışıklı değildi… Karizması yoktu. Sıradan bir Latin Amerika yerlisini andıran bir tipti. Ama doğru bir insandı. Dünya özelleştirmenin peşinden giderken, o tüm petrol şirketlerini devletleştirdi. Diktatör oldu…

Sağlık sektörü özelleştirilip, ilaç tekellerinin kucağına itilirken, “parası olan yaşar, olmayana da bir şey yapacak halimiz yok” gibi bir politika uygulamazsan olacağı bu: Diktatör…

Chavez’i diktatör(!) yapan Venezüella’nın güzel dilberleri değil Venezüella’daki yolsuzluklardır. Perez o kadar çalmıştı ki dayanılacak gibi değildi. Halinize dua edin… Sonunda başkanlıktan azlettiler. Yapılan seçimlerde yüzde elli sekizle diktatör(!) seçilen Chavez kazandı. Girdiği her seçimi de kazandı. 

Chavez kazandı, sadece kansere yenildi…

Venezüella kazandı! Dünün ezilen Venezüella’sı yok! Dünün sömürülen Venezüella’sı yok! Ama Venezüella’yı yemeye çalışan bir “Küresel kapitalizm” var…

Gelecekten umutluyum… Her şey olabilir…

“Sorumluluğu üstüme alıyorum. Şimdilik…” (Hugo Chavez)  

-geMici-


BATI-feneri ÇAKMAYA DEVAM EDİYOR…

4 Mart 2013 Pazartesi

Evrensel…



Öyle derlerdi değil mi? Sanattan, haktan, hukuktan, tarihten, coğrafyadan, hayattan, aşktan, yaşamdan, yoktan, vardan bahsederken… Derlerdi, derlerdi… Tıkandıkları noktada kurtarıcı kelime –felsefe adı altında- evrensellik… Her şeyi kapsar abi… İçine ne atarsan var! 

Sanki –varsa- uzaylılar da seni desteklemek zorunda. Yok, öyle bir şey… Ki, varsa bir uzaylı gülerken kullandığı organı kesinlikle iletişim kurduğu organı olmayacaktır… Ben öyle düşünüyorum. De ki her şey evrene ait ve evrensel… Peki, şimdi benim karşımdaki yeşil yaratık, bizim gaz çıkardığımız organıyla, bizim gülme diye tanımlayabileceğimiz garip sesler çıkarıyor… Buna ne diyeceğiz? İletişim… 

Hepsi bu mu?

Aslında herkes kendi çapında hakiki evrensel…  Benim çapım da bu kadar. Kangırlı çapında! Feodal ve köysel… Yürü baba! Evrenden bahsedersin, çapın benim yarıçapım. Pİ sayısı seni aşar... Bir nokta üç bir dört yani… Çemberin yüksekliği… Çarp abi çarp! İçinde yada dışında yer aldığın kadar çember… Yuvarlak bir şey…

İşin içine evren girince her şey girer… Evren geniş! At atabildiğini… Sosyalizm de vardır faşizm de. Zaman da zamansızlık da… Milyonlarca yıllık evrimleşme sürecin de… Bak şimdi! “Ben evrime inanmıyorum. Evrensel değil miyim? Benim de değerlerim var?”

Öküz, bir mizah dergisiydi, altında “bir kültür fizik dergisi” yazardı. Evrenden falan anlamaz, tamamen yereldi! Ben okuruydum… Şimdi “Yeni Harman” okuyorum… Nerede o eski “Öküz”ler… Nostalji yaptım.

Memleketimin hakikaten çok hakikatli evrensel değerleri var… Örneğin… Biz evrensel 14.000 KW termik santral hedefliyoruz… Yani sadece Çanakkale, dünya atmosferini hedeflemiyoruz. Hedefimiz daha ileri ve ulvi…

Kazdağları’nın üzerinde bir “doğan” uçuyor… Avını arıyor! Son avını. Çelik kanatlarının arasından geçen nefessiz rüzgarlarla yarışarak. Daha daha daha daha sesleri arasında…

Uluslararası altın tekellerine sınır tanımadan kapı açıyoruz. Şirket adı yerel, ırza geçen evrensel! En çok laf söylemesi gereken turizmcilerden çıt yok! Evren yanımızda küçük bir Ege kayalığı kalır.  

Bir yanda evrensellik… Sahici olmayan bir hayat…

Evrensel değerler!

Sahici olmak…

“…Artık demir almak günü gelmişse zamandan. Meçhule giden bir gemi kalkar bu limandan. Hiç yolcusu yokmuş gibi sessizce alır yol. Sallanmaz o kalkışta ne mendil nede bir kol. Rıhtımda kalanlar bu seyahatten elemli. Biçare gönüller. Ne giden son gemidir bu. Hicranlı hayatın ne de son matemidir bu. Dünyada sevilmiş ve seven nafile bekler. Bilmez ki giden sevgililer dönmeyecekler. Birçok giden memnun ki yerinden. Çok seneler geçti, çok seneler geçti dönen yok seferinden…” (Y. Kemal Beyatlı)

“İlkokulu bitirdim. Gerisi yok. Adana’da damda yatarken uzun hava okudum. Arkadaşım Halkevine gidiyordu. Bende gittim. Derken Çukurova Radyosu’na sanatçı oldum.” Bir hayat bu kadar… Net ve sahici…

Bir film afişi hatırlıyorum. Bambu bir koltuk. Beyaz takımlı bir adam. Beyazı kıran yaka cebinde kırmızı bir gül. Emek sinemasının önünde. 12 Eylül darbesinin hemen ardından.  

-geMici-


BATI-feneri ÇAKMAYA DEVAM EDİYOR…